Thursday, May 31, 2007

Yarın akşam istanbula uçuyoruz. Yarın yazamam diye bugün yazayım dedim. Ümitli olmaya çalışıyorum, şifa yüzdesi 50 nin üstündeyse neden bizimkisi de olmasın diyorum. Ama yine de içimin sıkıntısı geçmiyor. Burada çalışmamamın esas sebebi stres ve sıkıntı olmasın diyeydi. Çalışmadıktan sonra, evde neyi dert edecektim ki? gayet rahat olurum diye düşünmüştüm. Ama öyle olmuyormuş.
Dua ediyorum. Dün gece geç yattım ve terfice okudum. Annemle kız kardeşim de başlamış zaten. Pazartesi günü için samsuna bilet aldım. Mehmet buraya geri dönerken ben de öğlende samsun uçağında olcaağım İnşaalah. Biraz evvel telde Muhammed söylediğimde çok sevindi, ‘anneee teyzem pazartesi geliyormuş’ dedi, sonra da kapatıp ziyaretçi saatinde dayılarını görmeye gitti. Ne garip hayatımızda bir şeyler yoluna girerken bazı şeyler de bozuluyor. Kardeşlerim yeni işlerine başlamışlar ama çocuklar bişey anlamadılar. Muhammed çok iyi bir çocuktur, o gerçekten özel bir çocuk. Belki de öyle değil ama ben öyle hissediyorum.
Ablamla dün teldeki konuşurken ‘insan her şeyi ne çabuk kabulleniyor. Dün nasıldım? Bugün nasılım?’ dedi. Ama çok da dayanıklı değil galiba.
Dün biraz çamaşır yıkadım ve ütü yaptım. ben yokken mehmetin bir şeye ihtiyacı olmasın diye. Sanırım ihtiyacı olsa da altından kalkar zaten 4 yıl bekar yaşadı. Ben yokken galiba arkadaşlarının kaldığı binada kalacak.
canım çok sıkkın olduğu için Mehmet iş sonrası arabayla geldi ve beni alıp, alışveriş merkezine götürdü. Abisin taşınma sırasında bize çok yardım ettiği için tişört hediye aldık. Biraz pahalı oldu ama gayet güzel, indirimde mehmete de alacağım. Orada yemek yeyip üniversiteye gittik. Geçende gittiğimiz çay bahçesinde oturup çay içtik Mehmet karşısındaki çiftleri değerlendirdi. Geleni gideni bana anlattı. Normalde benim yaptığım şeyi insanları seyretmeyi bu sefer o benim için yaptı. Sonra da biraz yürüdük. Yürüyüş sırasında şimdi sayfana böyle yazarsın gibi yorumlar yapıp beni güldürdü.
Doğruyu söylemek gerekirse eve gelirken çok da sıkıntım geçmemişti. Asansörde yukarı çıkarken top oynayan çocuğu bir güzel fırçaladım. Mehmet de beni fırçaladı. Çocuk annesine yada babasına beni gösterip, bu kadın bana böyle böyle yaptı dermiş. Burada insanlar çocukları yüzünden kavga çıkarırlarmış. Böyle söyleyince biraz hak verdim, aklıma geçen hafta çocuklar yüzünden kavga eden urfadaki aile geldi. Akşam tv ve sonra nette araştırma yapmakla geçti. Gece de dua ile.

Tuesday, May 29, 2007

dua

Bugün canım çok sıkkın. Sabah dün kafamda olan bişey yüzünden çok da neşeli kalkmadım. dünden kendimi spora gitmeme konsunda endekslediğim için son derse gitmedim. Kahvaltı sonrası ablamla ve hb ile konuştum. Annemi aradım ama cep telefonu bozukmuş, babam tamire götürmüş.
Mehmet şubattan beri (şubatta postal giymişti) ayakbaş parmağında hissizlik olduğunu söylüyordu. Sinirsel olduğu için ben zamanla geçer diye düşünüyordum. Bu hafta nöroloğa gitti ve da tıbbi bişeyler söylemiş ve MR çektrimesini söylemiş. Bugün çekildi ve şükür bir şey çıkmadı.
Dün Mehmet diplomasını özel kliniğe vermişti ve o diploma ile bakanlıktan ruhsat aldılar ve bugün adam döneklik yapıp, biz bu ay ameliyathaneyi açmıyoruz, ama sizinle çalışmak istiyoruz gibi şeyler söylemiş. Bunun anlamı bu ay size para yok. Diplomanı alırsan da o nasıl olsa ruhsatı aldı. Doktoru aniden ayrıldığı için onlara 2 ay süre tanınıyormuş. Bu arada kimseye para vermeden, 2 ay sonunda yeni bir doktor bulabilir. Bizde bu aralar nasipsizlik var derken ben mutfakta zeytinyağlı biber dolması yapmaya çalışırken, Mehmet tel de konuştu. Kimdi o dediğimde, önce sakin ol dedi. Bugün şuayip abi (ablamın eşi) ve muhammedin doktora gideceklerini biliyordum. Muhammed emine leukemia (bizimkilerden biri nette hastalıkla ilgili araştıma yaparken sayfama ulaşmasınlar diye böyle yazdım) tanısı konmuş. Mehmet söylediğinde bayağı bir ağladım. Sen doktorsun, metanetli olsana biraz falan dedi. Sonra şuayip abi tekrar aradı, zekiye ablası ile konuşsun demiş. Yüzümü yıkadım, biraz hava aldım ve ablamı aradım. Söyledim, ağladı, ben kendimi zor tuttum. Artık boğazıma kadar geldi dedi. Muhammed her zaman hastaydı. Allerjik astması var. Okula yarım yamalak gider, hiçbir zaman bahçede koşup oynamamıştır. Ablam kızar, neden ilaçlarını düzenli kullanmıyorsun diye. Benim en sevdiğim yeğenim diyebilirim. Ak da onun konuşmasını aliyedeki ardanın konuşmasına benzetmişti. Kendisi alerji yüzünden hastaneye yattığını sanıyormuş.

Babamı aradım ve durumu anlattım, daha doğrusu anlatmaya çalıştım. Sesim öyle garip çıkıyordu ki, ağlarla ağlamaz arası. Beratı aradım, ağladı. Hemen hidayete anlatmaya gitmiş. Hidayet onu görünce ‘ne oğlum ağlıyorsun’ demiş. Duyunca şok olmuştur. Akşam annemle konuştuk, o da ağladı. Hemen gidin ziyarete, yarın sabah hastaneye yatacak dedim. Akşam daha geç bir vakitte Ümmühan aradı. Garibim ona kimse bir şey söylemez. Evin üvey evladı hidayet (en küçüğümüz) değil, bence Ümmühan (hidayet de öz tabii de bu aramızda bir şaka gibi bir şey).’Muhammed hastaymış, kanı düşükmüş, ama anlamadım, sadece kanı düşük olduğu için neden hastaneye yatıyor? Aklıma kötü şeyler geldi, öyle olmasın da’ falan deyince, dayanamayıp söyledim. Millete söyleme. İlk planda herkesin duymasını istemiyorlar dedim. Telefonu kapatırken o da ağlıyordu. Gece beratla msn de konuştuk. Muhammede playstation aldım dedi. Bir de nette lösemiyi araştırıyormuş.

Dün tatile devremülke (babamların) kimin gideceğini konuşurken bugün neleri konuşuyoruz. Ablam güya ailecek gidip bir tatil yapacaktı ama olmadı. Evlendiğinden beri hastalıklarla uğraşıyor. Benim planlarımda 2 hafta gidip istanbulda kalmak vardı. Sonra dönüp yüzme kursuna gidecektim sonra da ablamlardan sonraki haftayı biz orada geçirecektik ve ben ablamla 1 yada 2 gün geçirecektim. Tatilin sonunda kız kardeşim kendi devremilküne gelecekti ve onu da görmüş olacaktım. Bu sebeple de samsuna gitme planlarım arasında yoktu. Şimdi bütün planlarım altüst oldu. Artık plan yapacak cesaretim de kalmadı. Mehmetin iş meselesine de canım sıkıldı, sanırım bizim burada yiyecek fazla bir ekmeğimiz yok. Her şeyde bir hayır vardır diyorum, sadece şimdilik ben göremiyorum. Bakalım belki de zamanla görürüz.

Bugün hepimiz için kötü bir gündü. Biz evimizde mehmetin MR sonucunun iyi çıkmasına bile sevinemedik. Duaya ihtiyacımız var. Lütfen...

Monday, May 28, 2007

çamur yağmuru

Pazar günü evde dışarının rengi kıpkırmızı gözüküyordu. Sonra dışarı çıktık, her yer sapsarı. havada hiç böyle bir renk görmemiştim. Biz evdeyken dışarıda yağmur yağmış, bütün arabaların üstü çamurluydu. Sanırım gökten çamur yağdı. Sıtkı ustaya tatlı yemeye gittik (www.kadayifcisitkiusta.com). Oradan çıkınca Mehmet arabayı almaya gitti. Bizim araba hepsinden daha pisti. Güneşte kalmasın diye dut ağacının altına parkettiği için arabanın üstü dut kaplıydı ve her yeri de buraya geldiğimizden beri olduğu gibi çamurluydu. İçerden dışarıyı büyük bir çerçeve içinde ve kapkaranlık görüyorduk. Markete gidip haftalık alışverişimizi yaptık. Söylemeyi unuttum, mehmetin aldığı çantayı ilk kez kullandım. Ne yapayım burada gezmeye gidelecek yer olmadığı için ben de market alışverişine giderken kullandım.Hava bayağı bozduğu için eve geldik ve arabayı da alttaki otoparka yıkanması için bıraktık. Biz evdeyken biraz yağmur yağdı. Sonra tekrar çıktık ve Mehmetin geçende iş görüşmesi için gittiği kliniğin bulunduğu yere gittik. Oradaki apartmanları gösterdi. Buraya geldiğimizden beri bu kadar güzel ve ço.kk......k apartmanı görmek bizi gerçekten çok şaşırttı. Samsunda bu kadar apartman yok ve bu kadar da güzel olduklarını zannetmiyorum. 7 tane blok şeklindekilerin resmini çektim, en yüksek onlardı. Sanırım 16 kat. Hepsinin güneş enerjisi ve kliması var. Kiralarda 500-550 arası. Bizimkisi ise sanki bulunmaz hint kumaşı gibi 650. bizim ev onlara göre bayağı eski.

Üniversiteye çıktık, orada da hava kapkaranlık gözüküyordu. Dışarı çıkıp içimize biraz toprak kokusu çektik. Mehmet biraz yürüyelim dedi ama ben kabul etmedim, her an yağabilir diye. Dediğim de oldu. Akşam evde yemek sonrası tv bende bilgisayar mehmette biraz vakit geçirdik. Dizim bittikten sonra saatlerce nette dolaştım durdum. Pasta sitelerini gezdim. İnsanlar neler yapmış neler. Özellikle pastacıya bayıldım. Kendim liste yaptım, eminönüne gidildiğinde yapılacaklar diye ve listeme orada bahsedilen fermo ve nüansa gitmek de eklendi. Hb ile gittiğimizde biz de biz pasta malzemeleri satan yere girmiştik ama heralde bunlar daha güzel. Umarım hbde uygun olur da birlikte gideriz. Ben de renkli renkli kurabiyeler yapmak istiyorum, gerçi yiyecek kşmse yok ama. Gece geç yattım. Yatarken hafif bir mide bulantısı vardı , sabah uyandığımda hala devam ediyordu. Spora gitmekten vazgeçtim, yarın giderim artık. Nane limon kaynattığım halde pek de geçmedi. Sanırım dünkü kızartmalar ağır geldi. Kahvaltıyı da saat 2 gibi yapabildim.

Bu arada istanbula gitmeye bir şey kalmadı.

keyfim yerinde olmadığı için resimleri koymadım.

Saturday, May 26, 2007

Sabah her zamanki gibi geç kalktık. Dün pazara gitmediğimiz için bugün farklı bir pazara gitmek istiyordum. Yeni açılacak carrefourun yanında. Resimde de geçen haftanın pazarının çadırları görülüyor. Bu sefer erken çıkarız diye ümit ediyordum ama evden hiç çıkamadık. Akşama kadar oturduk sonra da hava karanık gözüktü, yağacak diye düşündük ama boşuna çıkmamışız, yağmadı. Akşama doğru, dışarıda gezemiyorum bari nette gezeyim dedim. Mehmet de bu arada uyudu. Karnım acıkınca onu uyandırdım ve lahmacun yemek için onu ikna ettim. Çamlıcadan lahmacun geldi, yedik ve sonra da ben tv’yi aldım o da bilgisayarı. Hayat türküsünü seyrettim. Ebru ile cemal evlendiler. Nikah masasında ebru cemalin ayağına basarken çok duygulandım. Kendi nikahımız ve ayak basmama olayımız aklıma geldi. bir taraftan gülerken bir taraftan da gözlerim yaşla doldu. Ne güzel bir gündü. Normal nikahlardan daha uzun ve çok eğlenceliydi.
Buradaki apartmanlardan bahsetmiştim. İkili olan binanın altı yazıda da görüldüğü üzere şehrin yeni açılacak alışveriş merkezi. Sanırım mega centerdan (şimdiki gözde alışveriş merkezi) daha büyükmüş. Sıralı apartmanlar mega centerdan şehir merkezine dönerken ve diğer apartman da buradaki apartmanlara örnek olsun diye çekilmiş bir resim. Genelde dışları böyle.

Thursday, May 24, 2007

kobay koca

Birkaç gündür (son iki gün artık abarttım) yemek sitelerinde gezip duruyorum. Devletşahtan evcini’ne geçtim. Çok güzel bir sayfası var. Dün gece saatlerce gezindim durdum. Bugün biraz tv seyrettim, annemle ve ablamla telefonda konuştuk. Mehmet aradı ve şarjının bittiğini ve maalesef ki gelen hastalar yüzünden biraz gecikeceğini söyledi. Akşam için devletşahtan Endonezya usulü körili tavuk yaptım. yanına da uzun zamandır pişirmeyi istediğim arpa şehriyeyi pilav gibi pişirdim. Arpa şehriye istediğim gibi olmadı. Makarna gibi oldu, açık renkli bir şey. Acaba ben çok az mı kavurdum? Dün de buranın ünlü çorbası lebeni pişirmiştim ve güzel olmuştu. Akşam için de biraz kalmıştı. Mehmet lebeniyi yedi ve tavuğa gelince, çok yorgunum, iştahım gitti, şehriyeyi yedim ya gibi bahaneler uydurdu. Yemeyeceğini biliyordum zaten. Birkaç tane tavuk yediğini söyledi ama hiç zannetmiyorum. Yemekten önce yanına gelip bu akşam biraz farklı yemekler yiyeceğiz dediğimde kokulardan belli zaten demişti. Ona muskatı (daha önceden merak ediyordu da göstermeyi unutmuştum) ve zencefili gösterdim. Kendisi (benim zıddım) yeniliklere çok kapalı biri olarak bilmediği bir şeyin kesinlikle tadına bakmaz. Sürekli yüzüne bakıp tadmasını beklediğinizi belli ettiğinizde ise zoraki çatal yada kaşığın ucuyla alır ve sonra genelde midesi kalkar ve ‘tamam tamam yeme’ demek zorunda kalırsınız.

O yemedi ama bence harika kokuyordu ve de çok güzel görünüyordu, tabiî ki tadı da güzeldi. Mısır çarşısından aldığım köri ve zencefili nihayet kullanabildim (muskatı da patates püresinde kullanmıştım. Mehmet ‘ne kattın bunun içine? O ne? Benimkine bir daha katma!’ demişti.). yemek boyunca birkaç kez ‘deneme tahtasıyım, kobay kocayım’ falan deyip durdu. yemekte ‘istediğin kadar beğenme, kendini bu kokuya alıştırsan iyi edersin, çünkü bu evde bu kokuyu artık sık duyacaksın’ dedim. ‘misafir geldiğinde de yapacağım’ dedim ve o de ‘ bana yedirme de kime yaparsan yap’ dedi. Yemek sonrası çay içerken yemeğin adını söylediğimde sen beni Endonezyalı yada Hintli mi zannettin dedi. Ak’ya mesajla bana mısırda varsa zahter ve dukkak getirmesini söyledim. Dukkah zaten mısıra özgüymüş, yani nette öyle okudum. Zahteri de nette dün akşam okudum ve sonra gece, Esraların suriyeden getirdiği, kahvaltıda zeytinyağı ile yediğimiz baharat karışımının adını hatırlamaya çalıştım. Ama aklıma gelmedi. Gün içinde telefon açıp sordum. Meğer zahtermiş. Sonra annesi yani yengem aldı telefonu. Beni biraz sinir etti. Kendisi eski ev sahibim olur. Borçları varmış da vs vs.. içimden laf nereye gelecek acaba diyorum. Param olmadığı için de tuzum kuru, benden para isteyecek değil ya! Sonunda laf benim doğal gaz borcum olduğuna geldi. Dediğine göre kuzenimi aramalıymışım, o kokuyu daha iyi biliyormuş, benim doğal gaz borcum varmış. Nasıl sinirlendirdi beni. Ne borcu? Benim borcum falan yok, ben bütün paraları yöneticiye gününde verdim dedim. Kuzeni de aramadım tabii. Numarası da yok bende zaten. Ama en kızdığım de borcum kaldıysa bile onun telefonda utanmadan bana bunu söyleyebilmesi. Babam o kadar yardım eder kendilerine, haziran ayı için annemi arayıp bizim alt kat için rezervasyonunu şimdiden yaptıran biri olarak nasıl bana böyle bir şey söyleyebiliyor. Bu kadın zaten ne yaptığını ya hiç bilmiyor yada yaptığını yüzüne söylediğinizde saf ayaklarına yatıyor. Anlayamadım gitti. 2 sene bana yaptığı baskıyı da unutmuyorum bu arada. Kadın benden helallik istiyor. Fark etmedim sana yaptıklarımı diyor sonra da 100 milyon için bana utanmadan bunu söylüyor. Görüldüğü üzere çok kızdım. Zaten amcamın hastalığından sonra onlara çıkmamı azamiye indirmiştim. Tv de nihayet aldıkları için onlar da bana gelmez olmuşlardı.

Akşam yemek öncesi telefonum çaldı ve koşturarak telefona giderken bir yandana da mehmete kim arıyor diye soruyordum. Şule... dedi. Sonra da kim o dedi. Ben de telefonu açmadan hani incide karşılaşmıştık ya falan diye hatırlatmaya çalıştım. Şule arayınca biraz şaşırdım çünkü biz birbirimizi çok sevmemize rağmen (en azından ben öyleyim ve onda da o ışığı görüyorum) çok seyrek görüşürüz. Herhalde birisi hasta ve bir şeyler soracak diye düşündüm ve konuşrken de ne zaman konuya gelecek diye düşünüp durdum. 19 mayısı sordum. Sadece 9 kişi katılmış. Kimler olduğunu sormadım. Gerisini hb den öğreneceğim. Bugün onu da aradım, evde yoktu. Sanırım bugün evde çalışmıyordu. Meğer kardeşi şükran (biz sedece orda burada karşılaşmalarla sanırım 4 kere görüştük) beni dün gece rüyasında görmüş. İlla ara demiş. bugünlere millet nedense beni rüyasında görüyor, hayırdır İnşallah.

Wednesday, May 23, 2007

kare gözler

birazdan yatacağım. internet işini biraz abarttım. gözlerim bir garip görüyor ve koltukta oturduğum halde bacağım uyuştu. saatlerdir evcini'nin sitesinde gezinip duruyorum. bissürü tarifi copy yaptım.
gözüm tv ye takıldı. başbakanın konuşmasına. tarafsız yargı istemesine. ne adam ama ya!

Tuesday, May 22, 2007

19 mayıs

Bir zamanlar (ünide okurken) ümmühan çok tv seyrettiğim için ingilizce bir deyim kullanmıştı. Birkaç saattir bilgisayara o kadar baktım ki gözlerim bir garip görmeye başladı ve aklıma da o deyim geldi. Her zamanki gibi eşya bakıyorum. Gelecekteki mutfağımıza almayı istediğim iki sandalyeye (Louis ghost) ve de daha sonra alacağım abajura (bourgie,sarı olanı). Sandalyeleri muhakkak almak istiyorum da abajur için daha beklemem lazım, tüm eşyaları tamamlayınca hala beğeniyorsam olabilir.

Hafta sonumuzu anlatacaktım ama üstünden bir asır geçmiş gibi, çok fazla şey hatırlamıyorum. Yazdıkça hatırlarım herhalde. Cumartesi geç kahvaltı sonrası dışarı çıkmak için hazırlanırken esme aradı. Doğum günümü yeni hatırlamış. Ahmetin yanındaymış. Biz de ahmetle konuştuk. Onu buraya davet ettim. Esme sonradan tekrar aradı mehmetle adanada buluşma planı yaptılar. Bize biraz uzak ama şimdi gitmezsek bir daha adanayı nasıl göreceğiz? Hem ahmeti de çok özledim. mega centera çantamı değiştirmeye gittik. Gerçekten açık rengi daha güzel. Alışveriş merkezinden çıkınca her zamanki gibi rastgele gezindik. Her girdiğimiz yolda nereye çıkacağını tahmin etmeye çalıştık. Daha sonra on gözlü köprüye gitmeye karar verdik. Yolda yine surları ve dibinde oynayan çocukları, oturan kadınları çektim. Tabii arabanın içinden. Deliller hanının yan tarafındaki yola girip nereye gittiğini görelim dedik ama mahalleye girdiğini görünce vazgeçtik. Ben surdan inen gençleri görünce ‘hadi sura çıkalım, insanlar gayet normal gözüküyor’ dedim. Bizim peşimizden de bir grup yabancı turist kafilesi geldi ve biz de huzurlu bir şekilde yukarı çıkıp gezindik.

Bissürü çocuk vardı her zamanki gibi. Hemen yanımıza geldiler ama biz ‘turistler geliyor, onlara gidin’ deyince bizi rahat bıraktılar. Arada gelip ‘ulu camiyi gezdiniz mi? Size ben mi gezdirdim? Cahip Sıtkı Tarancı müzesine gittiniz mi?’ diye soruyorlardı. İnsanlar merdivenle çıkılan kısım dışında bir de dapdaracık surların üstünde yürüyüp, en uç noktaya gidip oturuyorlar. Ama kocamda yükseklik fobisi var ve benim de o kadar dar alanda kesin başım döner ve en önemlisi de ikimiz de boğa burcuyuz ve riskli işlerden hiç hoşlanmayız. Evlenmeden önce okuduğum bir mini fal kitabında, iki boğanın evliliğini monoton, biraz sıkıcı bir evlilik olarak tarif ediyorlardı.

Daha sonra on gözlü köprüye gittik. Burada her her seferinde hava biraz bozuk oluyor. İnsanlar daha doğrusu erkekler bir kaç yerde çilingir sofrası kurmuşlardı. Bazen erkek olmak daha iyiymiş gibi geliyor bana. Sanırım sonra eve gittik. Öyle sanıyordum ama öyle değil. Üniversiteye gittik. Geçen seferki gitiğimize göre daha güzeldi, her yer yemyeşildi. Orada güzel bir çay bahçesi bulduk. Bir kısım insanlar yerlerde kurulmuş minderlerde oturuyordu bir kısmı da bizim gibi masada. Ama bir dahakine ben de yerde oturmak istiyorum. Üstü kapalı ve ortamdan soyutlanmış, şark köşesi gibi yerler. Millet okey veya tavla oynuyordu. Biz iki kişi olduğumuz için ve ben tavla da bilmediğim için bişey oynayamadık. Ama arada ‘ağabeylerin olsaydı okey oynardık’ dediğim oldu. tost yedik ve serin olduğu için tekrar gelmeye karar verdik.

Bu günün önemiyle ilgili ilk söylemem gereken şeyi en son söylüyorum. 19 mayıs bizim önemli günlerimizden biri. Geçen yıl bugün öğle uçağı ile Mehmet ve ailesi samsuna gelmişlerdi. Ailemle tanışmaya ve beni istemeye. Ve de o akşam yüzük takılmıştı. Gün içinde aralarda ‘şimdi bu saatte ne yapıyorduk’ diye konuştuk. Güzel bir gündü ve hatırlaması da güzeldi. Nişan yüzüklerimizin içinde 19 mayıs tarihi var. İstanbulda malta köşkünde 19 mayıs kutlamalarıyla alakalı neler oldu onları da merak ediyorum tabii ki. Hb duyuyor musun? Ak ve beni bu konuda bilgilendirirsen sevinirim.

yukarıda seyyar bir ciğerci görülüyor, daha önceki bir yazımda bahsetmiştim. büyük çocuğun elinde de nohut var. ben evlenene kadar nohutun çerez gibi yendiğini bilmiyordum.

20 mayıs-taht

Pazar günü önemli günlerden diğeri, bizim nişan günümüz. Pazar günü de geçen yıl bugün neler yaptık diye konuştuk, yalnız bu konuşma 20 mayıs geçtikten sanırım 30 dk sonraydı. Mehmet arkadaşını aradı. Kervansaray ve yeniyla kervanköy diye bir yere gideceklermiş. Biz depeşlerine takıldık. Bana kahireden sharm’a giderken yoldamola verdiğimiz yeri hatırlattı. Tavus kuşu, maymun, ördekler, köpekler içi boş olan canlı balık hauvuzu vardı. Onların çocuğu da olduğu için hayvanların hepsine tek tekbaktık. Biraz bakımsızdılar. En çok ördeklerde ve maymundavakti geçirdik. Maymun bir taraftan cevdetin verdiği Antepklarını yerken arada mola verip, yerde durandondurmasını yiyordu. Oturup çay içtik.insanlar mangalyakmış et yiyorlardı. Biz kahvaltıyı yeni yaptığımız için öylebir şansımız olmadı. Eti oradan alıyorsunuz, ister onlarpişiriyor, ister siz pişiriyorsunuz. Mehmet burayı peksevmedi. Bir daha gelirsek bizim oturduğumuz yerinarkasındaki ağaçlar arasındaki tahtta oturmak istiyorum. Hatta Mehmet o tahtın merdivenlerinde bir de resmimiçekti. Oradan çıkınca üniversitenin havuz başında gidip yemek yiyelim dedik. Gerçi içeriyekartla alıyorlarmış ama şansımızı deneyelim dedik. Burası diğer yerden daha nezih bir yerdi. Arkada piknik alanı vardı ve restaurantında da servis 45 dakika sonra başlayacağı için çiğdeminbahsettiği özler adlı et lokantasına gittik. Bayağı kalabalıktı yanlardaki tüm camlar açılmıştı. Yantaraftaki halı sahaya yakın bir masaya oturduk, ege yaramazlık yapmasın, onları seyretsin diye. Yemek öncesi neler geldi neler. Ortaya lebeni (çorba), yoğurtlu semizotu salatası, ezme gibi birsalata, roka salatası, közlenmiş patlıcan ve son olarak da kırmızı-yeşil biber kızartması gibi birşey. Tabaklarımıza da biber dolması, sigara böreği ve içli köfte geldi. Onları bitirince deistanbuldaki gibi fındık lahmacun değil, bir karış çapta lahmacun. Yalnız bundan sonrasiparişlerimizin gelmesi biraz vakit aldığı için karnımız doymuş gibi oldu. Fiyatları çok uygundu. Ben özel özler kebabından istedim, karışık kebap oluyor. Yalnız istanbulda içinde beytiolmuyordu, burada içinde beyti de vardı. Beyti, bulgur pilavı, minik bir közlenmiş soğan, tavuk, döner, köfte, et, biber ve bol miktarda domates. Aslında ben karışık kebaplarda en çok patlıcan olmasını seviyorum. Burada yoktu ama onu da mehmetin patlıcan kebabından aldım. Ben genelde her yerde ali nazik yerim. En çok onu seviyorum, burada denemek içimden gelmemişti.

İyi ki de gelmemiş. Sunumu bakır kapta, çok güzeldi ama tadı pek de güzel değildi, çiğdemin yiyemediği alinaziğini Cevdet yedi. Alinazik ve patlıcan kebap ise 4.5 ytl idi. Daha önceden istediğimiz künefe ise, geldiğinde yiyemedik ve paket yapılıp bizim eve geldi. Yarısını o akşam mehmetle yedik. Geri kalanını bugün ısıtıp yedim. Aklıma gelmişken dün fitness hocası beni tarttı. Sadece yarım kilo vermişim ve yağ oranım da artmış. Mehmete verdiğim kiloyu söyledim ama yağ oranımı söylemedim. ‘ben zaten kilo vermediğini biliyordum’ demişti. Fitnessa gelen kızlardan iki tanesi geçen hafta kapkaça uğramışlar. Sanırım 2 gün arayla. Birinin telefonunu çalmışlar, kızı yere düşürtüp öyle almışlar. Diğer kız ise çantasını vermeyince koluna bıçak sokmuşlar. Allahtan önemli bişey olmamış. Mehmetin tek başıma dışarı çıkmaması iyi bir şeymiş. Tek başıma migrosa bile gitmemeye karar verdim çünkü çanta olayı buralarda olmuş. Özler et lokantasından çıktığımızda patlayacak kadar doymuştuk. Çiğdem eve çaya davet etti ama biz evimize gelmeyi tercih ettik. Pazar günümüz de böyle geçti.

Mehmet bugün eve geç gelecekmiş, özele iş görüşmesine gidecek. İnşallah olur, yoksa ben istediğim mobilyaları biraz zor alırım.

Thursday, May 17, 2007

33

Nihayet bugün 33 oldum. Nihayet diyorum çünkü 2007 ye girdiğimizden beri Mehmet 33 yaşındasın deyip duruyordu. Ben de her seferinde hayır, 17 mayıs gelene kadar 32 yim diyordum. Artık 33 üm.
Sabah saati sürekli bir yarım saat daha sonraya kurarken Ümmühan aradı ve doğum günümü kutladı. Artık kalkma vakti olduğunu anlayıp saat kurmaktan vazgeçtim. Daha kahvaltı yapmadan ablam aradı, sonra da annem. Bissürü dua etti benim için. Sabah görüşmemizde Mehmet aradı ve doğum günümü kutladı. Sanırım sabah uykulu olduğum için kutlamadı. Öğlende tv karşısında uyukluyordum ki hb aradı, Konuştuk. Vaktini iyi değerlendir diyor, haklı da. Onunla konuştuktan sonra uzun zamandır yemek defterim yerine bissürü kağıda (özellikle de özel nöbetlerinde) yazdığım tarifleri kongreden verilen üzerinde ben, esra hanım, elif ve esmenin olduğu deftere geçirmeye başladım. Mutfağa gidip nohutu ocağa koymuştum ki (ilk defa pişiriyorum, İnşallah güzel olur)(bu arada dün devletşahtan aldığım kuru dolma tarifini uyguladım, güzel oldu) telefonum çaldı. Ak aradı. Onunla biraz konuştuk ve şimdi kalkıp biraz iş yapacağım. Akşam dışarı çıkacağız, mehmetin bana hediye alması için. Hala almadın mı hediye mi dedim. ‘alsam sen görürdün, nereye koyacaktım hediyeyi’ dedi. Alıp arabaya koysaydın dedim. Araba olmazmış. Arkadaşın savaşın odasına koysaydın dedim. Karısına ait olan bir şeyi başkasının odasına koyamazmış. Ben eve gelmeden gidip alırım dedi ama ben istemedim. Ben de gidip biraz gezeceğim, hava almak iyi olur. O da beni mağazaya yaklaştırmadan hediyesini alacakmış. Zaten 20 gündür hediyesi belliymiş. Bir taraftan da İnşallah bitmemiştir diyor. Böyle işte.
hidayet aradı ve akşam da berat aradı. berat 'pastanı aldım, ablamlardayım. gıyabında doğum gününü kutluyoruz. mumları çocuklar söndürdü, hediyeni de senin yerine ablama verdim' dedi. ondan sonra ablam aldı telefonu 'ne yapıyorsunuz?' dedim. 'dedi ya berat, pastanı yiyoruz' dedi. bugün bir de nalan aradı 'geçen yıl yurt dışında kongredeydim, unttum, aramadım. ama bak bu sefer unutmadım' dedi. konuşmamız uzun sürmedi, çünkü bir müddet sonra hastası geldi.
Mehmet gelmeden nohutu pişirdim. Sanırım fena olmadı. O gelince hazırlandım ve çıktık. alışveriş merkezine gittik. Birlikte üst kata çıktık. Bana ‘ sen aşağı markete gir, kahvaltılık vs ne alacaksan yavaş yavaş al. Bu arada ben de hediyeni alayım’ dedi. Markete girdim. Vcd’lere baktım, gezindim, alışveriş yaptım. bu arada da acaba ne alacak diye düşündüm. Geldiğinde elinde bir boyner poşeti vardı. Boyner alt katta ama. Tahmin et dedi ama kocaman paket, tahmin edemedim. Markette hg (hb’nin eşi) aradı ve doğum günümü kutladı. Market alışverişi sonrası poşetleri arabaya bırakıp yemek yedik (nohut yarın akşama kaldı). Sonra da, illa üst katta bir tur atalım dedim. Hotiçin önünden geçerken ‘erkeklerle kadınların kafa yapısının çok farklı olduğunu, kaç defa oradaki kırmızı ayakkabılara baktığımı, yada oradaki kırmızılı çantayı alabileceğini’ söyledim. Bir de rowentanın döner başlıklı saç şekillendiricisini önünde sonunda alacağımı, o yüzden onun yerinde olsam onu almayı düşüneceğimi söyledim. ‘Keşke onu alsaymışım, o daha ucuzmuş’ dedi. Meğer bana bıyık altından gülüyormuş, aceleci zekiye (bu kadarcık da olsun. Bişey olmaz), konuş bakalım diyormuş. Eve geldiğimizde paketi açtım. İlk defa o alışveriş merkezine gittiğimizde boynerde ona vakkonun bavul modelindeki çantasını göstermiştim ve ‘ama çok pahalı, o yüzden de almayacağım, ne yapacağım burada’ demiştim. Meğer benim canım kocam bunu unutmamış ve ben siyah modeli gösterdiğim için siyahı istiyorum zannedip onu almış. Halbuki ben açık renkliyi beğenmiştim dedi. Hafta sonu gidip diğer rengini alacağız. Yazın ne yapayım siyah çantayı. Akşam annesi ile konuştuk ‘oğlum pasta alsaydın, çiçek ve hediye alsaydın’dedi. Mehmet sadece güldü, ‘ne yapacak anne onları koskocaman kız’ dedi. Ben de ‘anne hediyeyi aldı da çiçek kısmını da öğrenecek İnşallah’ dedim. ‘mehmet sadece kır çiçekleri toplayıp bana getiriyor’ dedim. Annesi de ‘ bıraksın o eski işleri, gidip çiçekçiden alsın güzel bir çiçek’ dedi. Ne iyi kayınvalidem var değil mi? Akşam kurtlar vadisini seyrettik ve sonra da doğum günüm bitti. Ama olsun 2 gün sonra da söz günümüz, 3 gün sonra da nişan yıldönümümüz. Bizim bütün özel günler baharda.

Wednesday, May 16, 2007

bugün fitnessta hoca ile çalıştık. acayip yoruldum. eve gelince yatıp uyudum. mehmetin gelmesine bişey kalmadı. şimdi akşam ne pişereceğim diye düşünmekle meşgulüm. ev hanımı olmanın en zor yanı bence her gün ne yemek yapacağına karar vermek. son günlerde devletşahın sayfasına bakıyorum. mehmet 'bir de başımıza devletşah çıktı' diyor.
geçende hb ile konuştuk. 19 maysıta toplanmak için meaj çektiği kızlardan biri arıyor zannetmiş. 'ak ile sana mesaj çekmedim üzülmeyin diye' dedi. ak ya mesaj çektim, ondan tık yok.
ak ne zaman geleceksin bir ses ver. ben 1 haziranda mehmetle birlikte istanbula gidiyorum. o sadece hafta sonu kalacak. ben 10 gün kadar kalacağım. o zaman gelmiş olur musun? bu arada deniz kabuklarımı aldın mı? tabii ablamın papirüsünü de. bak paramı harcamadan gelme. ve bir de şu güneydeki tapınakları falan gezdin mi? adı aklıma gelmedi şimdi.

Monday, May 14, 2007

karşıda şehir görülüyor

Posted by Picasa

Posted by Picasa10 gözlü köprü
pazatresi sabah geç kalktım ve spora gittim. 2 saat sonea eve döndüğümde bayağı yorulmuştum. bugünlerde burada çok yağmur yağdığı için sularımız bulanık akıyor. akşam unuttuğum için pilavı çeşme suyuyla yaptım ve servis anına kadar da aklıma bile gelmedi. marketten aldığım bagetleri un, yumurta ve galeta ununu bulayıp kızarttım ama bu seferki bagetlr çok büyük olduğu için içleri çiğ kalmış. anlıyacağınız sofrada önce pilavı diskalifiye ettik ve bagetlerle ayranı içerken (ayranı Allahtan içme suyuyla yapmıştım) bagetlerin içleri de pişmediği için ben değil ama mehmet aç kaldı.
çay sonrası sayfaya resimleri yüklerken mehmet yazdıklarımı gördü ve plansızlığıyla ilgili yazdıklarımı görünce biraz kızdı ve içeri gitti. o plansız değil, planlıymış ama bana söylemiyormuş. güya bu akşam babam ve oğlumu seyredecektik ama kaldı. biz evlendiğimizden beri birlikte film seyretmeyi başaramadık. ancak dizi seyredebiliyoruz. şimdilik bu kadar

efsane

Posted by Picasasurların dibinde yeşil parklar var.
2 gündür canım sıkılıyor. Sanırım ben artık buradan sıkıldım. Haziran için uçak saat ve fiyatlarına bakmaya başladım. Kahvaltı sonrası dışarı çıktık, gezebileceğimiz her yeri gezdik ama yine de keyfim yerine gelmedi. Zaten dışarı çıkıp şöyle bir yürüyemedik bile. Mardin kapısından 10 gözlü köprüye gittik. Bissürü araba durmuş, insanlar dicleyi seyrediyordu. Ben de biraz resim çektim ama uzakta durup da çekemedim, çünkü yağmur yağmaya başladı ve Mehmet de durmak için bir yer beğenemedi. Surların etrafında gezdik. Deliller hanını gördüm. Oraya gezmeye gitmek istiyorum. Çocuk festivali olduğu için sur dibinde bissürü çocuk toplanmış, aktivasyonlarda bulunuyorlardı. Resimlerini çekmek istiyordum ama Mehmet tabii ki durmadı. Arabadan inip çekmek istiyorum ama onu ikna etmem biraz zaman alacak galiba. Aslında ben dışarıda yürümek ve sonra da yemek yemek istiyordum. Çünkü evde yemek yapacak pek bir şey yok. Markete de gitmedik, kasada sıra beklememek için. Ama Mehmet hiç birini istemedi. Evde yemek yapacak malzeme yok dememe rağmen hiç aldırış etmedi. Eve gelip asansöre bindiğimizde dışarıda acayip yağmur yağdığını gördük. Saattlerce yağmur ve dolu yağdı. O yağdıkça biz ‘keşke bu yağmur istanbulda yağsaydı’ deyip durduk. geç vakitte peynirli makarna yapıp yedik. Mehmet bir taraftan nette gazete okuyup diğer taraftan takımının şampiyonluk haberlerini seyretti. Ben de yanında, ikisinden birini bana vermesi için yalvarıp durdum. Arada kalkıp camdan dışarı baktı, neden burada insanlar dışarı çıkıp şampiyonluğu kutlamıyorlar diye söylendi. Ben de iki gündür nette mobilya bakıyorum, nihayet ünyeye gitmeden eşya alacağız ya (İnşallah). Genelde amerikan mobilyalarına bakıyorum (güven mobilya ve diğerleri). Yatak odaları ve yemek odalarını çok beğeniyorum. (Ak, ben de cibinlikli bir yatak istiyorum). Beğendiğim takımları mehmete gösteriyorum ve tabii o şöyle bir bakıp fiyatı ne kadardır diye soruyor. Tahmini fiyatını söyleyince de ‘tüm paramızla tek yatak odası alırız olur biter’ diyor. Ben de ona bir an önce ek iş bulmasını söylüyorum. Bu arada bizim bilgisayara da internet bağlantısına da sinir oluyorum çünkü kolay kolay sayfaları açmıyor, kendiliğinden kapanıyor, nette gezmek yerine, açmasını bekliyerek vakit geçiriyoruz. Gündüz annem aradı ve anneler gününü kutladım. Akşam da mehmetin annesi yeni telefonu ile aramış ve mehmette annesininkini kutlamış. Ben de daha sonra arayarak kayınvalidemin anneler gününü kutladım. Fatihteki evdelermiş ve bugün istanbulda hava çok güzelmiş, floryaya gitmişler. Daha önce de bahsetmiştim galiba, kayınvalidem iyi bir kadın. En önemli yanı tabii ki beni sevmesi.
Cumartesi gününe gelince geç vakitte dışarı çıktık ve evimizin karşısındaki Sıtkı ustaya gittik. Ben cevizli, Mehmet fıstıklı sarma kadayıf yedik. Sanırım burma kadayıf deniyordu. Ben üstüne dondurma da istedim. Gerçekten harika bir tadı vardı. Üstüne fıstık serpiyorlar ve ayrıyeten her masada hisar marka ikili (hani şu reçel konulanlardan, ayşegülde var) kavanozların içinde kırılmış fıstık ve fındık bulunuyor. İstediğin kadar dök. Burada her yerde kaçak çay kullanılıyor (Seylan çayı). Biraz yürüdük ve migrosa gittik. Bu arada daha önce yağmur yağdığı için yerler ıslak. Ben de taa istanbula ilk geldiğim yıllarda (yani asistanlığın başlarında) aldığım nine west (sanırım ilk nine west ayakkabımdı) aldığım ayakkabımı o yıl tepe tepe kullanmış sonra da cilalatıp kaldırmıştım. Burası doğu burada giyeyim dedim ve o ayakkabıyı giydim. Yürürken ayağımın altında hafif bir serinlik hissettim meğer benim cilalı ayakkabım delinmiş. Halbuki yukardan hala fena durmuyordu. Aklıma osmanbeyde öldürülen gazeteci geldi. Mehmete ‘belki de onun da 30-40 çift ayakkabısı vardır, benim gibi o gün yanlışlıkla o ayakkabıyı giymiştir’ dedim. O da güldü tabii ki dediğime. Ya bu adamın öldürülmesi beni o kadar etkiledi ki bazen gördüğüm adamları ona çok benzemese de ona benzetiyorum. Bence onu ailesinden ve yakınlarından sonra en çok ben düşünüyordurum. Sürekli aklıma geliyor çünkü.
Biz migrostayken hidayet aradı, ‘bugün hanginizin doğum günü? Senin mi, ümmahanın mı?’ diye sordu. Aynı soruyu sabah da berat sormuştu. Ümmühan nihanın doğum günü sebebiyle tüm aileyi evine davet etmiş. Hidayete de berata da hayırlı olsun dedik (yeni işleri sebebiyle). Tabii hidayete kendi doğum günümü de hatırlattım. Anneminkisi 15’i benimkisi ise 17’si. Mehmete sürekli hediye almadan sakın eve gelme diyorum. Ucuz bişey de olmasın diye ilave ediyorum. Pırlanta küpeleri şimdi almasına gerek olmadığını eşyalarımızı aldıktan ve para kazandıktan sonra storks marka küpe alabileceğini söylüyorum. Migrosa asıl gitmek istememin sebebi bu ay dekorasyon dergisi almamış olmamdı. Zorla istediğim dergiyi buldurdum. Ama eve gelince hayal kırıklığına uğradım, çünkü dikkatimi çekecek bişey bulamadım. Akşamın geri kalanında mehmetin efsane dediği halimdeydim. Urfa ve mardine gitmediğimiz için, plan yapmadığı için, özel günlerimize yeterince önem vermediği için kızıp durdum (aslında tarihleri unutmaz, önem verir ama hepsinde icapçı olması beni çıldırtıyor. Bunları yazmışım gibi hissediyorum, yazdım mı yoksa?). Sonunda da haziranın başında istanbula kesin gidiyorum dedim. Sabah da bir daha Mardin ve urfa lafı yapmayacağım çünkü ben oralara gitmeyeceğim dedim. Mehmet ‘ben gitsem demi gitmeyeceksin’ dedi. Evet kesinlikle gitmeyeceğim dedim ama ben kendimi bilmez miyim, koşa koşa giderim ama giden yok ki. Bu kadar plansız olması beni çok kızdırıyor. Ve ‘efsane’ o zamanlarda geri dönüyor.
Şimdi iyiyim, can sıkıntım da geçti, efsane de.
pazartesi sabah oldu ve ben bütün gece boyunca rüyamda mobilyalarla uğraştım durdum. eeeeeeee olacğı buydu tabii.

Friday, May 11, 2007

Bugün mehmetin evlilik teklifini kabul edişimin 1. yıl dönümü. Geçen yıl iş çıkışı, arnavutköye yemeğe gidecektik ama ben o kadar dayanamayıp daha otoparktan çıkar çıkmaz ‘evet tabii ki evet’ demiştim. Sonra arnavutköye varana kadar Mehmet hayatımızla ilgili bütün a,b,c planlarını anlatmıştı. Arnavutköyde balık yemiştik ve deniz kenarında bankta biraz oturmuştuk. Önümüzden yürüyüş yapan enerji bakanı geçmişti. Ümmühanın da doğum günüydü ve onu unutup çok geç saatte aramıştım.
Bugün ise çok geç kalktım ve spora gittim. Kimsecikler yoktu. Çok yoruldum ve eve gelip tv karşısında vakit geçirdim, biraz uyukladım ve evi toparladım. Mehmet geldiğinde pazara gitmekten vazgeçtik. Aslında telefonda ona da söylemiştim, film alalım bu akşam seyrederiz diye ama sonra evden çıkmaya üşendik ve film de kaldı. dün gece devletşahın sayfasında görmüştüm, duvak diye bir film. Yorumlarda aşk ve gururu seviyorsanız bunu da seversiniz demişler. Ben de aşk ve gurur hastası olduğum için bu filmi seyretmek istiyorum. Akşam mehmetin ailesi ile msn de görüntülü görüşmeyle geçti.
Biraz evvel mehmetle nişan ve evlilik yıl dönümümüzde icapçı olacağını konuşuyorduk. Tabii kızdım, neden en önemli günlerde hep sen icapçısın neden Mehmet 2 kalmıyor da biz kalıyoruz diye parladım. Ben ne zaman böyle parlasam, mehmet acayip eğleniyor, ‘anestezideki zekiyeyi hatırlıyorum, durağan, ev hanımı zekiye gitti yerine eski zekiye geldi’ der. O öyle söyleyince benim de sinir hemen sönüveriyor.
Mehmet küçük cezveye yazıyorum zannediyordu ama bu akşam zoraki ev hanımini da öğrendi ama Allahtan meraklı bir tip değil. Şimdi yan yana oturuyoruz, o haberleri seyrediyor ben de bunları yazıyorum. Hiç bakmıyor bile. Benim tam tersim.
Bu arada yakında yorumları kapatacağım çünkü yorum gelmiyor gibi bişey. Özellikle de hb nerdesin?
Bu arada sevgili jujube, yazını büyük bir zevkle okudum, çok eğlenceli bir yazıydı. Uzun olduğu için ayrıca teşekkür ederim. Mehmet hfta sonu evde olduğu için hafta içi cevap yazabileceğim.
aklıma şimdi geldi. bu akşam bir de babamı aradık. babam senelerin ışık ticaretini kapatıyor. bizim okul paralarımız ve bugüne kadar geçinmemiz onun sayesinde olmuştu ama son zamanlarda işler iyiye gitmediği için ışık ticareti kapatıyorlar ve bellonanın bayiliğini almışlar. samsun bayiliği. 3 mağazayı da almışlar. sanırım babam emekliliğ bir müddet bırakıp çocukları kontrol eder diye düşünüyorum. Allah hayırlı uğurlu eder İnşallah.
burada hava gayet güzeldi ama sanırım bu akşamdan itibaren şiddetli yağmur geliyor.

Thursday, May 10, 2007

ofis

Dün mehmet işten çıktığında apartmanın önünde buluştuk ve ofise kadar yürüdük. İlk defa yürüyerek ofise gittim. Valilik binasının önünden geçtik. Eski ve yeni binası yan yana. Karşısında çok güzel bir park vardı. Büyük, yemyeşil ve temizdi. Mehmet daha önce arkadaşlarıyla bu parktan geçtiklerini, o zaman çok bakımsız olduğunu söyledi. Banklarda insanlar oturmuşlar, sohbet ediyorlardı. Ortasında bir havuz ve köprüde gözüküyordu ama havuz henüz boştu. Bir de çeşmesi var. Burada eski evler ve diğer yapıların özelliği siyah, beyaz enine çizgili olmaları. Yeni bazı yapıları da onu benzetmeye çalışmışlar. Bu çeşme de öyle, siyah beyaz enine çizgili ve önündeki oluşturulmuş oyukta da küçük bir aslan heykeli var (çok iyi yapılmamış, biraz komik geldi bana) ağzından su akıyor. Bu yapının içinde böyle bir heykel görmek bana biraz garip geldi. Ama yine de şehrin göbeğinde böyle kocaman bir park olması gerçekten güzel. Parkta ve valilik bahçesindeki ıhlamur ağaçlarının kokusu da çok güzeldi. Ofiste biraz yürüdükten sonra mağazayı bulduk ve webcami aldık. Daha sonra da balıkçıya gidip, akşam yemeği için balık aldık. Ben olmasam Mehmet balıkçıyı bulamazdı ve bir kez daha yön duygumun iyi olduğunu öyledi. Çok iyi olduğunu zannetmiyorum ama mehmete göre iyi olduğu kesin. Giderken Sıtkı ustaya uğrayıp kadayıf yemeyi planlıyorduk ama sonra iştahımız kapanır diye vazgeçtik. Dönerken Mehmet ‘herkes karıma bakıyor Allahtan bakanların hepsi kadın yoksa karımı dışarı hiç çıkarmazdım’ dedi. Burada gezerken gerçekten insanlar bakıyor, yabancı olduğunuz belli oluyor.
Bu arada ofise giderken Süheyla teyze aradı (hb nin annesi) şaşırdım ve mutlu oldum. Ama çok da adapta bir şekilde konuşamadım çünkü burada dışarıda cep telefonuyla konuşmak çok da güvenli değilmiş. Burada kapkaç fazlaymış ve cep telefonunu çalma yöntemi de; siz telefonda konuşurken gelip kafanıza taşla vuruyorlarmış ve siz bir elinizle kafanızı tutarken onlar diğer elinizdeki telefonunuzu alıp kaçıyorlarmış. İstanbuldan daha kötü.
Gün geçtikçe buralı insanların ‘doğunun diğer şehirlerine benzemez, çok güzel ve gelişmiştir’ sözlerine katılıyorum. Mehmet ‘neredeyse istanbuldan daha güzel, demeye başlayacaksın’ diyor. O kadar değil ama bu şehrin geleceği parlak gözüküyor. Tıp turizmi yapmak istiyorlar, olmayacak gibi değil çünkü adım başı ‘dal merkezi’ adını verdikleri merkezler var. Tüp bebek dal merkezi, kardiyoloji dal merkezi, dermatoloji dal merkezi, kadın doğum dal merkezi gibi bissürüsü var. Ve buralara diğer şehirlerden doktor ve hastalar geliyormuş. Zaten üniversite de var. Buradaki evler de bayağı güzel. Gecekondu bölgesini de gördük, içler acısıydı ama şehirde çok fazla yeni apartman var ve hepsi de gayet güzel ve çok büyükler. Bizim ev şehir merkezinde, bize uzak bir site var ve yukardan (uçaktan bakınca) kimisi yuvarlak gözüküyor. Kalp şeklinde olanlar da varmış ve dubleks olan dairelerin bazılarının içinde (en üst kat) havuz ve sauna da varmış.
Burada dikkatimi çeken bir şey de ezanın çok güzel okunması. Mehmetin dediğine göre arap kıraatinde okuyorlarmış. Ama gerçekten çok güzel, insan büyük bir zevkle dinliyor. Bir de Perşembe akşamları yatsıdan önce sela veriliyor. Mehmet ertesi gün Cuma olduğu için yapıldığını söyledi. Bana çok ilginç geldi.
Geçende balık yemeye gideceğimizi söylemiştim. Üniversitenin aşağısında bir yer, önceden üniversite tarafından işletiliyormuş. O günlerde canın çok fazla irmik helvası istiyordu. Balık sonrası (balık çok hoşuma gitmedi) çay ve yanında da irmik helvası geldi. Tadı çok güzeldi. Mehmet burada genelde her yerde yemek sonrası irmik helvası getirdiklerini söyledi. Ciğerciye gittiğimizde de hesabı ödemek için hemen kalktığımız için helvayı yiyemediğimizi söyledi. Burada yemeğin yanında başka şeyler de getirmeleri çok güzel. Balığı yedikten sonra alabalık havuzlarına baktık. Havuzların bir kısmını boşaltmışlardı ve temizleniyordu. Ama balıkları koydukları havuzu görünce şok olduk. O kadar pisti ki, o hali önceden görsek kesinlikle o balıkları yemezdik. Karadenizde alabalık yemiş biri olarak buranın balığını beğenmemek normal diye düşünüyorum.
Dün jujubenin mailini okudum. Dikiş makinesi aldığını ve arkadaşlarının dalga geçtiğini söyledi. Ben her insanın evinde olması gerektiğini düşünüyorum ama bu zamanda kimsenin evinde yok. Ben kendi evimde olmasını gerçekten çok istiyorum ve bunu yıllardır anneme söylediğim için o da bi yerlerden bana makine bulmak için uğraşıyor bunu biliyorum. İnsan en ufak sökük için de terziye gidemez ya, ufak tefek şeyleri evinde kendisinin halletmesi lazım. Ve jujube senin gibi işi daha ileri boyuta götürüp tanıdıklara hediye yastık vs dikiyorsa bence bu daha da güzel. Jujube bir de yasinin partisine gerçekten bayıldım. Gerçekten çok cool. Şişe, harita, hazine ve melissanın gözündeki korsan bantı da harika. Senin kızlar gerçekten şanslılar. Bir de o dediğin kitabı bilmiyorum.
Dün hb ile konuştuk. Kitap yurdunda kitap fuarı var demişti. Ben de gündüz bakamadığım için akşam bakmayı planlıyordum ama önce Avrupa yakası sonra da webcamin kuruluşu yüzünden vakit bulamadım.
Ablamla konuştuk. Dün bir yazar gelmiş ve bunlar da onun konuşmasını dinlemeye gitmişler. Beyazıtı da amcasına bırakmışlar. Bir müddet sonra amcası aramış ‘evde herkes uyudu, benim de uykum geldi, bunun uyumaya niyeti yok, ne yapacağım’ diye sormuş. Abisi de bekleyeceksin demiş. Eve vardıklarında merdivende karşılamış ve ablama ‘anne, ben hiç ağlamadım’ demiş. Ablam da ‘ tabii ağlamayacaksın, sen artık büyüdün’ demiş. Elektrik düğmesine ulaşmaya çalışıyormuş ve bir yandn da diyormuş ki ‘ne büyümesi, bak ben hala düğmeye yetişemiyorum, lambayı kendim yakamıyorum, ben büyümedim’ demiş. Bayağı güldüm. Ablam geçende elektrik süpürgesinin içindeki torbayı değiştircekti (ti diyorum çünkü ben de telefondaykn o işi yapıyordu) içini kontrol edip öyle atıyorum dedi. Nitekim de içinden ayşenurun çorabı vs çıkmış. Genelde ablam bıraktığı anda bu makineyi kapıp süpürdüğü için önüne geleni de makineye çekiyormuş.
Bugün yufkayla mantı yapmayı planlıyorum. Geçende nette bulmuştum (galiba dilekce de) gayet pratik bir yemek. Bakalım nasıl olacak.

Monday, May 07, 2007

beytullahta ben

Sabah mehmeti gönderdikten sonra uykum olmadığı halde, kendimi zorlayıp uyudum ve acayip rüyalar gördüm. Ak seni gördüm. Garip bir rüyaydı. Uyanınca bayağı bir düşündüm ben niye böyle bir rüya ördüm diye. Tabii bu kadar uyuyunca da spora biraz daha gecikmeli gittim. Bugün bayağı bir yoruldum. Eve gelince kıpırdayacak halim yoktu. Uzun süre tv karşısında yattım. Nette kuzu incik tarifi aradım. Ablamla telefonda konuştuk. Hıdrellez sebebiyle hafta sonu incesuda deniz kenarına gitmişler. Babam sabah namazında onları araba ile bırakmış. Kuma neler çizmişler, neler? Ablam anlatınca gülmekten kırıldım. Arabalar, fabrikalar, evler, çocuklar, gelecek başbakan ve cumhurbaşkanını..... beni bayağı eğlendirdi. Mehmet çok geç geldi, icapçı olduğunu unutmuşum. Tam artık dayanamıyorum, ben yemeğimi yiyeceğim diye aramıştım kiyoldayım, 5 dakikaya evdeyim dedi. Geldiğinde çok yorgundu ve yorgunluktan yemeğimin yarısını ancak yedi. Mehmet yorgun olduğunda iştahı gidiyor.
Çay sonrasında koltukta uyudu ve bende harketsiz ne kadar dizi varsa seyrettim.
Gelelim önceki günlere , buarada hava acayip ısındı. Yazlıkları giymeye başladım. Cumartesi günün çoğunu nette mobilya tarayarak geçirdim. Bir müddet sonra Mehmet benim bilgisayara bu kadar takılmamdan endişe duyarak dışarı çıkalım dedi. Dışarı dediğim de market. Evimizin dibinde kocaman market varken biz araba ile diğer büyük markete gittik. Tıklım tıklımdı. Mehmet annesine hediye cep telefonu aldı. Eve geldik ve ben yine tüm akşam boyunca netteydim. Tv nin kumandası da mehmette. Buna rağmen nette çok kalmamı kıskandı ve ben de onun yanında bu kadar girmeme kararı aldım. Dün geç vakitte dışarı çıktık onda da daha birkaç sokak öteye yürürmüştük ki, özelden telefon geldi ve ben eve oda hastaneye gitti. Akşam annesi, abisi ve yeğeni ile daha sonra da ben annem ve beratla konuştum. Bu hafta biz de webcam alacağız.
Bu arada kızlar hani yorumlarınız? Ak mailine gönderdiğim resimlere baktın mı?

bugün esra aradı. umreye gitmişler. oğlu keremi de götürmüşler. gece defterimde bişeyler araken, umrede yazdığım mısraları gördüm. nette tarayıp şiire ulaştım. cengiz numanoğlu nun beytullahta ben şiiri. gece kaç kere dinledim ve ağlayıp durdum. Allah tekrar nasip eyler İnşallah.

Thursday, May 03, 2007

mehmet 34 yaşında

Gece ben onun doğum gününü kutlayamadan yattı. Ben de her zamanki gibi tv karşısına kurulup kitabımı okudum. Vakit geldiğinde yanına gittim. O uyumuştu ama bu benim için bir engel değildi, onu uyandırıp doğum gününü kutladım.
Gece geç vakte kadar kitabı okudum ve sonunda bitirdim. Bugün de harper lee’nin ‘to kill a mockingbird’ünü okumaya başlayacağım. Ama önce nette bir araştırma yapmak istiyorum, neymiş bu kitabı bu kadar ünlü yapan diye. Gece yatmadan bir kağıda doğum günü mesajı yazıp, banyoya aynanın önüne koydum. Sabah kalkar kalkmaz görmesi için.
Sabah onu işe gönderdikten sonra her zamanki gibi tekrar yattım. Sonra da zorla kalktım. Annem ve ümmühanla konuştuk. Bulaşıkları yıkadım ve sonra dayanamayıp gelip sayfaya baktım, ama henüz kimse döndüğümü fark etmemiş. Ona hediye alamadığım için ona doğum günü pastası yapıyorum. Büyük fırın tepsisinde yapıp bir kase ile 3 yuvarlak elde ettim. 2 kişilik 3 katlı bir pastamız olacak İnşallah. Akşam yemeği henüz belli dğil ama dün üniversiteye balık yemeğe gideriz demişti.

Wednesday, May 02, 2007

ben geldimmmmm

Valla kendi sayfamdan önce haticeninkine baktım. Yuh yani dedim, yedi yüz küsür yorum. Tabii ondan önce ben gelene kadar döndüğü için mutlu oldum.
Çok yorgun hissediyorum, zorla yazıyorum. Bugün Çarşamba ve ben 2. kez spora gittim. 11 de evden çıkıp 13 de eve geldim. Önce beratı aradım, yeni telefon numaramızı göstermek için, sonra da nete girdim.
Türkiyede ve dolayısıyla bizim hayatımızda her şey ne çabuk değişiyor. Mayısta istanbula gelmeyi iptal etmiştik, haziranın başında ben gelecektim ve o da evlilik yıldönümümüzde gelecekti. Ama sonra evlilik yıldönümümüzde mehmetin hastanedeki işi yüzünden istanbulda olamayacağımızı öğrendim. Yine de benim geliş tarihimi değiştirmiştim ama şimdi dün geceki başbakanın açıklamasından sonra seçimde gidelim diye düşünmeye başladık, bakalım. Bu arada hb, tempo dergisinin reklamını gördün mü? Orada Havva mı var yoksa bana mı öyle geldi?
Bir de bugün mehmetin resmi doğum günü, 34 oldu. Yarın da gerçek doğum günü. Doğum günü pastasını kendim yapmak istiyorum, ama daha tam ne yapacağıma karar vermedim.

1 mayıs

Telefonumuz bağlandı ben de mehmet maçtayken hemen yazdıklarımı sayfaya geçireyim dedim ama nafile. Sanırım yarın aktifleşecek.
Bugün bütün günü kitabı okuyarak geçirdim. Canım başka hiç bir şey yapmak istemedi. Bir de tv deki 1 mayıs olaylarını, insanların işe gitme çabalarını seyrettim. Ben olsam nasıl giderdim diye düşünmeye çalıştım ve sonunda da işe gitmezdim sonucuna vardım. Hb’yi düşündüm ne yaptı acaba diye. Bu arada Mehmet hb’ye hemoglobin diyor. Kısaltma olarak kullanılıyor. Ayşegülü aradım ve doğum gününü kutladım. Nalan aradı, benim evin oradan geçiyormuş, aklına gelmişim. Eve internet gelince canın sıkılmaz. Yeniden yazarsın dedi. Ben de evet tabii dedim, ona zaten yazdığımı söylemedim. Tanıdıklara söyleyince onlar hakkındaki düşüncelerimi yazamıyorum. Beni kırdıklarında içimden geçenleri yüzlerine söylemek yerine buraya yazmak daha mantıklı geliyor. Yani zamanında öyle yapmıştım. Bugün nalan onu söyledi, bir ara bana çok kızıyormuş, artık o dönem ne yaptıysam, bilmiyorum. Bildiğim benim de zaman zaman ona kırıldığım, hatta hala içimde ona hissettiğim ama ona söylemediğim bir şeylerin olduğu. Ama onun sayesinde bir şeyi de anladım. Zaman geçtikçe ortamlar değişiyor ve öevremizde çok daha farklı insanlar oluyor. Onlara göre biz de iyi yada kötü değişiyoruz ve artık sıkıntılarımızı, mutluluklarımızı birbirimizle değil de onlarla paylaşıyoruz. Benim zaman zaman ona geç haber verdiğim sıkıntılarım, mutluluklarım oldu ama her zaman en ince ayrıntısına kadar anlattım. Ama onun benimle her şeyi payşlaşmadığını davranışlarından, mimiklerinden anlıyorum. Son zamanlarda anlatıyor ama her şeyi anlatmadığını biliyorum. Keşke o kadar iyi rol yapsa da ben, arkadaşım benimle her şeyini paylaşıyor diye sevinsem ve onunla birlikte sıkıntılarına üzülsem. Tek yapabildiğim onunla birlikte üzülmek, sadece o kadar.
Mesai bitimine yakın mehmeti aradım, hem yemk ne yapayım diye sormak için hem de dağkapıdan telefonun kablosunu alması için. Dışarı çıkmak istediğimi duyunca, hazırlan dışarıda buluşalım dedi. Birlikte önce kabloyu aldık, sonra da eve kadar farklı bir yoldan yürüdük. Eve geldiğimde çok yorgun hissediyordum. Bu iki gündür gündüzleri uykum geliyor. Ve bir de bugün sol yan ağrısı başladı, sanırım dünkü hareket fazlalığından.

30 nisan

Bugün nihayet spor yapmaya başladım. Dün yanağımda biraz aşağıda, uçuk çıktı. Genelde yeni bir ortama girmeye korkarım, girmek zor gelir de sonra hemen adapte olurum. Bu uçuk çıkınca aklıma bu korkum geldi, aslında oraya gitmek beni hiç korkutmasa da. Sabah normalden daha erken kalktım. Evi bira toparladım. Ablamla telefonda konuşurken kendime çavdar ekmeği ile tost yaptım. yedikten sonra giyinip aşağı indim. 7-8 kişi vardı. Önce 30 dk yürüdüm, sonra arada bel hareketleri yaptım. daha sonra bisiklete bindim ve bir de tv de gösterdikleri bir aleti kullandım. 1.5 saat sonra çıktım ve hemen yan tarafındaki marketten alışveriş yaptım. üst kata çıkıp orda network’te mehmete alabileceğim bir şey var mı diye baktım. Son umudum orasıydı. Doğum gününde ona hediye alamıyorum. Bu arada bugün Mehmet evimize telefon bağlattırdı. Yarın bağlayacaklarmış.
Annemle telefonda konuşamıyorum, çünkü köye gittiler ve telefonu çekmiyor. Köyde ev yaptırıyorlar. Malzemeleri alınmış.
Cumartesi geç kahvaltı sonrası dışarı çıktık. Önce mega center’a gittik. Clinique ürünlerinde % 50 indirim varmış, bişeyler aldım. Arabayla geizinip durduk. Biraz kaybolduk ama benim yön bulma duygum sayesinde şehir merkezine geri döndük. Hatta carrefourın önüne çıktığımız için oraya da uğradık ve sonra da asıl gitmek istediğimiz balıkçıklara gidip balık aldık. Akşam yemekte çipura vardı. Burada 2 tane balıkçı var aralarında sadece 1 yada 2 dükkan var, ikisinin ismi de aynı, Karadeniz balıkçısı. Galiba birlikteler. Balık 2 günde 1 geliyormuş. Carrefoura gittiğimizde oradaki balık reyonuna kokudan yanaşmak pek mümkün görünmüyordu ve balıklar da donmuşlardı. Akşam tv de tootsie’yi seyrettik. Ben yine kitabımı okudum. Bir haftadır geç saatlere kadar okumama rağmen hala önümde bir 250-300 sayfa var.
Pazar günü burada o kadar yağmur yağdı ki evimizin güya harika olan pencerelerinden bayağı bir su içeri girdi ve oturduğumuz kanepeye kadar geldi. Fark etmemiz biraz geç oldu, ne güzel toprak kokuyor muhabbeti içinde dışarı bakmaya karar verdiğimizde fark ettik. Sabah kahvaltı öncesi Mehmet yine vakaya gitti, gelirken de arabayı da getirdi ama bu havada canım dışarı çıkmak istemedi. Daha sonra gidip arabayı geri koydu. Beyazıtın doğum günü olduğu için ben hariç bütün kardeşler ablamda toplanmışlar. Ablam bir gün önce beyazıta çok kızdığı için 1 aydır doğum gününü beklediği halde o gün unutmuş. Hidayet arayınca hatırlamışlar. Bu arada ablam ona çiş söyletme serüveninden ikinci kez vazgeçmiş. İnadına söylemiyor diyor.

27 nisan

2 gündür dışardan kuş sesleri geliyor ama ben hala evde buz tutuyorum. Bu kadar kalın giyinmekten de sıkıldım artık. Taşınırken havalar düzeldi diye evde giymek için fazla kalın bir şey de getirmemiştim. O yüzden de geldiğimden beri aynı 2 kazağı giyip duruyorum. Dün Mehmet iş sonrası bir klinikle iş görüşmesi yapacaktı ama hoca çok meşgulmüş. ‘birlikte gideriz, sen de tanışırsın, hoş bir adam’ dedi. Bu işin olacağı yok ama benim de tanışmam için Mehmet gitmemizi istedi. Bu senenin ilkini gerçekleştirip ten rengi çorap ve krem rengi ayakkabı ile yazın açılışını yaptım. yürüyerek gittik ve hocayı biraz bekledik (kadın doğumcu). Bu arada benim can sıkıntımdan konuştuk, sonunda Mehmet benim can sıkıntımın en büyük nedenini keşfetti, kilo almak. Geldiğimden beri kilo aldım. Yüzüm yuvarlaklaştı, biraz tombullaştım. Soğuktan sürekli aynı şeyleri giyiniyorum, saö baş dağınık, sürekli bir at kuyruğu ile evde gezinip duruyorum. Kendimi çok bakımsız hissettiğimi söyledim ‘ama öyle değilsin ki’ dedi. Sonra ona, onunla birlikteyken ona tepki olsun diye daha çok abur cubur yediğimi, o burada ama ben istanbuldayken, yediğime içtiğime çok dikkat ettiğimi itiraf ettim. Bu konuşmaların hepsi orda geçmedi, bir kısmı da evde oldu. 45-50 yaşlarında, hoş sohbet bir adam. Bu şehre taşındığımızı duyunca şaşırdı, iyi yapmışsınız dedi. İstanbuldan taşındığımızı duyunca, istanbulu ne kadar sevdiğinden ve dünyanın hiçbir yerindeki şehre benzemediğinden bahsetti. İstanbul dışındaki, yani işle ilgili bölümde sadece mehmete bakarak konuştu, Mehmet girdiğimizde beni ‘dr .....’ diye tanıştırmasına rağmen adamın anlamadığını anladım ve doktor olduğumu söyledi. Adam şaşırdı sizin diplomanızı alalım vs dedi. Tabii olamayacağını söyledim. Eşimle görüşün vs dedi, Mehmet de tabii olur dedi. Ev görüşmeleri hiçbir zaman bana cazip gelmediği için ‘yok ben istemiyorum vs’ demedim.
Ordan çıkınca (zaten eve birkaç adım uzaktaydı) galeriadaki fitnes centera uğradık. Karma saatiymiş, içeri baktık, sırf erkek. Hiç bayan yoktu. Bayan saati sabahtan saat 2 ye kadarmış. Bana zaten o uyar. Haftada 3 gün gideceğim, 110 ytl. Pazartesi başlayacağım İnşallah. Oraya gitmem benim için öyle kolay olacak ki, üstümü giyip, asansöre binip salona ineceğim. Dışarı çıktığımızda keyfim gayet yerindeydi.
Sinir oldum şu bilgisayara, kendiliğinden kapandığı için yazdıklarım gitti.
Dışarı çıkarken ‘yemek yapmak istemiyorum, dışarıda yesek olur mu’ dediğim için dışarıda yemek yedik. Yemek sonrası kaldırımda iki çocuk peşimizi bırakmadı. Burada kaldırımda çocuklar ellerinde tek bir gül geleni gideni rahatsız ediyorlar. Dilenciliğin farklı versiyonu yani. Diğer çocuk ise elimdeki poşete göz dikti, ‘abla onu bana versene, karnım aç, onu yiyeyim’ deyip durdu. Burada kaldırımda rahat rahat yürünmüyor. Hava kararmasına rağmen çocuklar sokakta, nasıl olsa analarında babalarında çocuk bol.
Eve gelince çay içip kurtlar vadisi ve prison break i birlikte seyrettik. Bu arada ‘ Mehmet kendinin ne kadar kılıbık olduğundan, ona her istediğimi yaptırdığından’ bahsetti. Tabii sıkılmayayım diye her istediğimi yapması çok güzel de o da bana her istediğini yaptırıyor. Tam oturuyorum, ‘kalk bana su getir, zayıflarsın, yürümüş olursun ‘ diyerek de dalga geçiyor. Bizim günlerimiz işte böyle geçiyor.
Hım bu akşam da beni arabayla gezdirecekmiş. Tabii birde Pazar alışverişi yaparız heralde.
Bu arada kitap beni bayağı sardı. Hb sana sürekli söylemek istiyorum ama unutuyorum. Avrupa yakasının tekrar bölümlerini seyrediyor musun? O bölümlerde volkan muhallebicinin önünde otururken duvarda solda bir afiş var, ‘atlas silkindi’nin afişi. Fark ettin mi?

Sıkıntı ve muz kabuğu

26 nisan
Bu başlığı geçen yılda atmıştım diye hatırlıyorum, hangi konudaydı hatırlamıyorum ama başlığı kullanmıştım ( bana üni den arkadşım arzu can’ı hatırlatıyor) Havalar ısındı ama ev hala soğuk. Şofben elektrkli değil, tüplü ve de banyodaki lavaboda akmıyor. O yüzden de zorla ısınan ellerim tüm gün boyunca buz gibi. Kanepede ikeadan aldığım sarı polar battaniyeye sarılmış vaziyette oturuyorum. Dün canım çok sıkıldı. Lifin beyaz ipi de bittiği için yapacak bişey bulamadım. Can sıkıntısından hiç iş de yapmadım. Tv de de bişey bulamadım. Tek bulabildiğim yerel kanallardan birindeki plastik cerrahin konuşmalarıydı. Sınıf arkadaşlarımdan birine benzettiğim için programın sonuna kadar izlemek zorunda kaldım. Kilo almış, saçını uzatmış. Önde jöle ile yapıştırmış, arkalar kıvır kıvır. Çok komik geldi. Öyle havai yada ne bileyim saç uzatacak bir çocuk değildi. Kendinden pek emin benim yaptığım burun şöyle böyle diye konuşuyordu. Karadenizli hatta Giresunlu. Burada ne işi var acaba? Sanırım para için. Özelde galiba. Neyse onu seyrederken biraz eğlendim onun dışında gün boyunca bir eğlencem yoktu. Mehmeti aradım. Benimle biraz dalga geçti ‘ Ooo gülüm soldu mu? Benim karım ev hanımı olmuş’ vs. sonra da ‘hadi migrosa git, gezmiş olursun’ dedi. Ne eğlence ama değil mi? Hazırlanıp çıktım. Millet yazlık giymiş, bende hala çizmeler, kazaklar. Ne yapayım ince giymeye henüz cesaret edemiyorum, üşürüm diye korkuyorum, zaten sesim de hala düzelmedi. Önce lcw’ye uğradım, öylesine vakit geçirmiş olmak için bakınıp durdum. Migrosta ise her yeri gezindim, adi mutfak malzemelerini, kepçeleri, vs’yi inceledim. Sonra da mayısın dekorasyon dergileri çıkmış mı diye bakarken (henüz çıkmamış), nisanın dergilerinden birinin açık olduğunu gördüm ve ayakta 5-10 dakika kadar onu inceledim. Keşke diğer dergiyi alana kadar onu alsaymışım, o benimkinden daha güzeldi. Eve geldiğimde bu kadar gezinti beni kesmemişti ve hala depresiftim. Gece uyuyamadığımı bildiğim halde yine de koltukta uyukladım, bu yüzden de Mehmet eve vaka yüzünden bayağı gecikmeli gelmesine ve çok da aç olmasına rağmen benim yemek yetişmedi. Avrupa yakasının birazını seyrettik ve Mehmet arkadaşlarıyla maça gitti. Mehmet beni bu psikoloji ile görünce ‘hımm sana artık internet almamız lazım, biraz da onunla oyalanırsın, can sıkıntın biraz daha ertelenmiş olur’ dedi.
Bugün yapacak el işim de olmadığı için kitabı elime alıp okumaya başladım. gayet de güzel gidiyor. Mehmet telefonda ‘onu da çok hızlı okuyup da bitirme’ dedi. Önceden telefonum çok fazla çalardı, geldiğimden beri telefonumun çaldığı yok. Konuşuyorum ama ben milleti aradığım için. Telefona arada mesaj geliyor ve koşturup bakıyorum. Ya aveadan yada mağazalardan. Sıkılmaya mı başladım bilmiyorum.
Geçen gece ilk defa diyebilirim deniz fenerini seyrettim. Sunucusu bana çok itici geldiği için proramı doğru düzgün hiç seyretmemiştim. Gece tv yi açınca karşıma çıktı ve ben de kanalı değiştirmedim. Sanırım bitlisin bir köyünde okul yaptırmak için para topluyorlardı ve çocuklara verdikleri hediyeleri, oyuncakları, çantaları gösterdi. Çok hüzünlendim (aklıma hb geldi ve ne iyi onlar için gönüllü olması diye düşündüm). Bu arada o gün zaten çok duygusaldım. Cumhurbaşkanı adayı belli olduğu gün. Daha yataktan çıkmadan mehmeti aradığımda haber verdi. Hiç aklıma gelmemişti, çok iyi oldu, çok sevindim ama benim gönlümdeki başkan o değildi. İlk duyduğumda çok üzüldüm. Allah hakkımızda hayırlısını verir İnşallah. Ülkemiz için İnşallah hayırlı olur. Bu tür seçimlerde genelde aklıma direkt üniversitenin ilk yıllarında Ankara ve İstanbul büyük şehir belediye başkanları belli olduğunda arkadaşlarla yaşadığımız mutluluk geliyor.
İnsan boş olduğunda aklına gelmeyen kalmıyor zaten.

24 nisan

Mehmet icapçı olduğu için işe gitti. 22:50 de gitti ve biraz evvel aradı, 2 gibi gelecekmiş. Genelde bu saatlerde gittiği hastalar zavallı gençler oluyor. Kol ve bacaklarını kaybeden zavallı gençler.
Bugün dışarı çıkmadık. Dünden kalan bulaşıklar ve sonra da akşam yemeği hazırlama vaktimi aldı. Zaten bu hasta için akşam yemeğinden önce gidip geri geldi, hasta karayoluyla gelecekmiş, helikopter inememiş. Akşamı cnbc nin dizilerini seyrederek geçirdim. O da alt yazılı filmleri sevmediği için noktanın son sayısını okudu. Birlikte dünden kalan viennettayı yedik. O gidince ‘tzameti’ isimli filmi seyrettim. Venedik film festivalinden ödüllü. Gayet güzel bir filmdi. Bu arada lif başladım ve onu örüyorum. Şu yeğene battaniye ördüğüm iplerle. Sonra tekrar tekrar aynı dizileri seyrettim. Neden sanki cnbc daha çok dizi vermiyor?

bugün 23 nisan, neşe doluyor insan

01:42 uyuyamadım, tv seyrederken (karalama defteri, Beşir ayvazoğlu konuk, doğan hızlan ile Yahya kemal konusunda konuşuyorlar) aklıma yazmak geldi. İçim gerçekten neşe ile dolu. Geçen yıl tüm resmi bayramlar (30 ağustos hariç) benim için farklı anlamlar taşımaya başladı, Mehmet sayesinde. Geçen yıl bugün saat 22:40’ta hiç beklemediğim bir anda, Mehmet bana evlenme teklif etti. Tüm gece heyecandan uyuyamamıştım. O günden sonra hayatım çok hızlı ve çok güzel bir şekilde akmaya başladı. Ablam her zaman Allah çok bunalan kullarını muhakkakki feraha çıkarır derdi de bu kadar belirgin ve güzel olacağını tahmin edemezdim. Allah bütün daralan kullarına o aydınlığı versin İnşallah. Bana da versin tabii.
Gelelim bugüne; sabah hastanede Salı günü yapılacak teftişin provası olduğu için, Pazar olmasına rağmen Mehmet hastaneye gitti. Geldiğinde saat 3’ü geçiyordu. Yemek yerken tv de kadir inanırın Perihan savaşla olan bir filmini seyrettik ve sonra dışarı çıktık. Hava çok güzeldi, içerdeyken o kadar güzel olduğunu anlamamıştım. Üniversiteye gittik. Samsundakinden çok daha büyük bir alanda ve hastanesi de daha büyüktü. 4 minareli güzel bir camisi var. Kısa bir tur sonrası eve döndük. Akşam Cevdet, çiğdem ve oğulları ege geldi. Mehmetin pratisyenlik arkadaşı.

Geçen gün daha doğrusu gece, yine uyuyamamıştım ve geç saatlere kadar tv seyrettikten sonra yatakta sürekli sağa sola dönerken, nasıl olduysa uyumuşum. Saat 4 civarıydı. Rüyamda deprem oluyordu.tabii ben rüya olduğunu bilmiyordum ve sadece yatakta yatarken evin çok fena sallandığını hissettim. Diğer hissettiğim de eve karşı yabancılıktı. Uyandığımda mehmeti ‘mehmet uyan, Mehmet uyan, deprem oluyor’ diye sarsmakla meşguldüm. Uyandığımda dahi sallanıyormuş gibi geldi. Beni deprem olmadığına ikna etti ve uyudum. Sabah ‘ sanırım çok şiddetli bir depremdi, çünkü beni can havli ile çok şiddetli sarsıyordun’ dedi. Gerçekten de öyleydi. İlk geldiğimiz günlerden birinde de gece yine deprem oluyormuş gibi gelmişti. Eve henüz tam alışamadığım içindir belki de.
Cuma günü güya telefonumuz ve netimiz bağlanmış olacaktı ama olamadı. Haftaya İnşallah.
Cumartesi günü Cevdetlerle birlikte önce carrefoura gittik. Acayip kalabalıktı, hafta sonu bir daha buraya gelmemeye karar verdik. Arabayı ofiste (ofis (toprak mahsulleri) samsundaki çiftlik, istanbuldaki istikalal (araba geçişi olan hali) gibi bir cadde) bir yer altı otoparkına bırakıp biraz gezindik. Yer altı çarşısına gittik. Kayda değer bir yer değil, 3.,4. sınıf mağazalar var. Bir de sevgi yolu muydu neydi adı öyle bir yer vardı. İstiklalin aşağı aralarından birinde bir sokak tamamen bira fala içilecek yerlerle dolu, insanlar dışarıda oturuyorlar. Aynı ona benzer bir yer yapmaya çalışmışlar. Ama hiç havadar değil, biraz bunaltıcı. Binalar arasında kalmış ve aradaki yürüme yolu çok dar. (Beyoğlundaki yer çok daha güzel) adını niye sevgi yolu demişler onu da anlamadım. Benim kafamda kalan gri renkte bir yer. Daha sonra ciğer yemeye gittik. Yakın mesafede. Burada sabah kahvaltılarında dahi ciğer yeniyormuş. En ünlü yer bu gittiğimiz yer olmasına rağmen, en güzel ciğer orada değilmiş. Çiğdemin dediğine göre postanenin arkasında bir ciğerci varmış, sabah 9 da tüm ciğerler bitiyormuş. Sokaklarda dahi satılıyormuş ve çiğdem bazı sokak satıcılarının ciğerinin de çok yi olduğunu söyledi. Bu arada Mehmet de sabahları çocuk hastanesinin bahçesinde bissürü seyyar satıcı ile birlikte ciğerciler de olduğunu ve her yerin ciğer koktuğunu söylemişti. Mehmetin bir arkadaşı da asıl mersinin ciğerinin ünlü olduğunu ve oranın ciğerinin buradan daha iyi olduğunu söylemiş. Bizim Ahmet de doğuda neredeçalıştığnı hatırlamıyorum ama sürekli sabah kahvaltılarında ciğer yediklerini, ilk başta sabah sabah ciğer yenir mi dediğini, ama daha sonra alıştığını anlatırdı. Bu arada ak, Ahmet esmeyi aramış, muta geldiğinde görüşürüz demiş. Ve bizim evlendiğimizi biliyormuş, nereden duyduysa.
Tekrar gelelim ciğerciye. Adı muharrem usta ciğerci ve tavacı muharrem usta (web sayfası bile var). İçeri girerken çiğdem 2 tane ciğerci muharrem usta olduğunu, ama buranın gerçeği olduğundan bahsetti, dışarı çıktığımızda gördük ki diğerinin ismi değişmiş ve ciğerci aslan usta olmuş.
Ciğerden önce salata, acılı ezme ve çiğ köfte geldi. Salata fena gözükmüyordu ama yine de yemedim. Acılı ezme ve çiğ köfte gayet güzeldi. Ciğerler kocaman 4’er tane şişte geldi. Hiç daha önce o kadar ciğer yememiştim ve tabii dışarıda da hiç yememiştim. O kadar ciğeri nasıl yiyeceğim diye düşündüğüm için bayağı hızlı yedim ve ilk ben bitirdim. Şişte aralarda yağlar vardı ve onların tadı da çok güzeldi. İçecek ben kapalı ayran söyledim. Cevdet ve çiğdem açık istediler. Bakır fincan içinde bakır minik bir kepçe ile bol köpükli ayran geldi. Kepçe ile içtiler, çok hoştu. Bu arada fotğraf makinesi götürmüştüm ama pilleri şarj edememişim, o yüzden de maalesef çekemedim. Ama oraya bir de tava yemeye gideceğiz, tava neyse? Çayları da güzeldi. Mehmet biraz daha otursaydık, irmik tatlısı da getiriyorlardı dedi ama o hesaba dahil mi olurdu bilmiyorum. Çünkü çiğ köfteyi kendileri getirdikleri halde para aldılar. Sonuçta hesap 30 ytl geldi. Ciğerci sonrası bizi eve bıraktılar ve çayın devamını evde içtik.
Anlaşılacağı üzere çok çok geç oldu. Ben artık yatmaya gidiyorum.

19 nisan

Mehmetle ananas yiyerek kurtlar vadisini seyrediyoruz. İkimiz de bu ananası pek sevmedik. Dişlerimizin arasına kaçtı hep.
Bugünlere tüm yurtta olduğu gibi burada da hava çok soğuk. Geldiğimizden beri sürekli az yada çok yağmur yağıyor. İki gündür geceleri şimşek, gök gürültüsü, rüzgar, yağmur hepsi var. Elektrikli sobamızı getirmedik ve burada sanırım hava kirliliğinden dolayı kalorifer yakmak yasakmış. Bu sebeple bendeniz grip oldum. Dün bütün günü yatarak geçirdim. Bugün de sesim iyice gitti. İki gündür garip şekilde benzer bir rüya gördüğüm için yataktan kalkmadan hb’yi aradım ve biraz konuştuktan sonra ona söyledim ve nette rüya tabirlerine bakıp bana anlamını söyledi. Rakiplerime üstün gelecekmişim. Evin içinde rakibim kimse? Biraz ak’dan biraz da Seyhan teyzeden (eminönündeki ipçimiz) konuştuk. Bu arada bu akşam annemin banyo paspasının klozet önü parçasında tam yuvarlak bölüme başlamıştım ki ip bitti. Şimdi istanbula dönene kadar kendime meşgale arıyorum. Hb şu battaniye örneğini buldun mu? Ben onun ipini de getirmiştim de. Belki lif falan örerim. Hb sonrası annem aradı ve onunla konuştuk. Bugün gelin mevlidi var, tabii annemin de bissürü işi. Meral aradı onunla bayağı konuştuk, mardine çağırıyor. Haziran çok sıcak oluyormuş, mayısta gelin diyor. Sonra da mehmetle konuştuk, erken değil mi neden kalkıyorsun dedi. Düne göre iyi olduğum için biraz evi toparladım.
2 gündür güya züleyha (sınava birlikte girdiğim kız) ile görüşecektik, dün yorgan döşek yattığım için bugün de onlar misafirhane değiştirmek zorunda kaldıkları için görüşemedik.
Biraz evvel yerel kanalda ünlü mankenlerden birinin evin altındaki alışveriş merkezine benim gitmek istediğim fitness centera geldiğini gördük. Haftaya İnşallah mehmeti ikna edebilirsem gidip bakacağız ve uygunsa oraya gitmek istiyorum. Yoksa daha önce de söylediğim gibi duba gibi olacağım. Bu arada ben bu sene de çalışmama kararı aldım. Stressiz güzel bir yaz geçirmeyi ümit ediyorum. Sanırım Mehmet ünyede göreve başlayınca ben de başvuracağım. Dün esme apar topar görev yerine doğru yola çıkmış. Bugün hem başlangıcını yapmış, hem de evini tutmuş.
Bu arada daha önce söyledim mi bilmiyorum, Mehmet geçende yazılarımı buldu. Açtı baktı ve sonra ‘kim bu Mehmet?’ dedi. Sonra da ‘benim adım Mehmet mi?’ diyerek bana baktı. Sonra da ‘neden Mehmet? Senin bu Mehmet merakın nereden kaynaklanıyor’ gibi şeyler söyledi.
Geldiğimiz ilk günlerde televizyonu hemen kurmadık. Birkaç gün cep telefonun radyosundan radyo dinledik. Türk sanat müziği, türk tasavvuf müziği falan. Bir kere domino oynadık. İlk oynayışımda kocama yenildim. Kitap okudum, Aytmatovun cemile ve sultan murat’ını. Gayet güzel bir kitaptı. Erzuruma gittiğimde orada evinde kaldığım kadın doğumcu tavsiye etmişti. Şimdi arada paspası örerken reklam aralarında da ayn rand’ın hayatın kaynağını okuyorum. Bayağı güzel bir kitap. Artık paspas bittiğine göre kitabı güzelce okuyabilirim. Geçen cuma mehmetle gezintiye çıktık, evimizin çok yakınında pazar kuruluyormuş. Hava karardığı için her şeyi güzelce bakarak almadık ama yine de bişeyler aldık. Eve dönmeden de birlikte Sıtkı ustada ben künefe, Mehmet de buranın ünlü kadayıfından yedi. Burada ilk yemeğimizi ‘Tabi er’de yedik. Çok kalabalık oluyor, genelde lahmacun yeniyor galiba. Küçük bir yer ama, yemek vakti vızır vızır çalışıyor. Lahmacunun yanında 5 çeşit de meze geliyor. Mehmetin arakadaşları ‘burada sebzeler iyi yıkanmıyor, o yüzden de sakın salata yemeyin’ demişler. Biz de daha doğrusu ben de salata haricinde her şeyden yedim.

10 nisan

Sabah yağmur sesiyle uyandım. Dışarıda acayip yağmur yağıyordu. Evimiz biraz soğuk. Bu kış ağır geçtiği için, tüm şehirde bu dönemde kaloriferler yanmıyormuş. Sabah kalkınca mehmeti aradım ve zeytin, peynir ve çaydan oluşan kahvaltımı yaptım. dün çok fazla iş yaptığım için canım iş yapmak istemedi ve sabah sabah annemin paspasını ördüm. Radyo dinledim. Radyoda gelin-kaynana ilişkisinden bahsediyordu. Bir müddet sonra benim de bir gelin olduğum aklıma geldi. Allaha şükür kayınvalidem böyle bir şey hissettirmiyor. Mehmetin annesi ailede paylaşılamıyor. Herkes çocuğuna baktırmak istiyor. Kadın da çocuklarına kıyamadığı için rahat bırakın beni diyemiyor. Bu yüzden kocasıyla tüm kışı ayrı şehirlerde geçirmek zorunda kaldılar. Allah kolaylık versin çünkü bir oğlu daha bu yaz baba olacak ve o da annesine baktırtmayı düşünüyor. Neyse ben bırakayım bu konuyu gelelim yeni evimize ve yeni şehre.
Uçakta yazdıklarımdan sonra yolculuğun devamı hiç de öyle laylaylom geçmedi. Bir müddet sonra uçak sağa sola sallanmaya ve aşağıya doğru düşmeye başladı. Ve bu olay sadece bir kez olmadı. Tam üç kere aynı şeyi yaşadık. Kemeri bağlı olmayan yolcular öne ve yukarı doğu fırladılar. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Çinden dönerken hafif bir sallantı olmuştu ama yanımızda erkek hostes (bunlara hostes denmiyordur heralde ) oturuyordu ve yaseminle ikimiz korku ve endişe ile adama bakınca korkulacak bişey olmadığını söylemişti. İkisi kesinlikle mukayese bile edilemez.
Uçak bulutların arasına girdi ve dışarıda hava karanlık gözüküyordu. Ben hemen mehmetin koluna girdim ve korkuyla dua etmeye ve sonrasında da ağlamaya başladım. Mehmet de ilk başlangıcında bana dönüp ‘böyle olması normal mi’ diye sordu (Ben ondan daha çok yolculuk yaptığım için). Ben de ona ‘dua et’ dedim. En komik yanı da mehmetin iki eliyle kol koyma yerlerine yapışmış vaziyette, ‘oooooooo ooooooooo’ diye herkesin duyacağı şekilde ses çıkarmasıydı. Daha sonra ona söylediğimde farkında olmadığını,yandaki adamın neden ona tuhaf tuhaf baktığını şimdi anladığını söyledi. Ömrümüzün o kadar olduğunu, doğu yollarında kocamla birlikte öleceğimizi ve belki yazdıklarım bulunabilirse son günlerimizin nasıl geçtiğini sevdiklerimizin öğrenebileceğini düşündüm. Mehmetin de ben yazarken aklına, düşen bir Japon uçağı ve yolcuların sevdiklerine yazdıkları notlarla ilgili belgesel aklına gelmiş. Yolculuk bittiğinde Mehmet ‘iyi ki evi taşımışız, uçağa ne kadar çok binersen komplikasyonla karşılaşma insidansı o kadar artıyor’ dedi. Daha sonra anlattığımız herkes uçak tirbülansa girmiş dedi ama o kadar normal bişey değildi yaşadığımız.
Normalde yolculuk 1.5 saat sürüyormuş. Bizimkisi 2 saat sürdü. Yukardan şehri seyrettik. Bissürü apartman var. Kimisi yukardan daire şeklinde gözüküyor. Kalp şeklinde olanlar da varmış da onları görmedim. Mehmet evimizi de gösterdi de ben tam anlayamadım neresi olduğunu. Havaalanı sivil değil, Askeri havaalanı. Küçük olduğu için yolcularını karşılamaya gelenler dışarıda bekliyorlar. Bana pakistanı, islamabadı hatırlattı. Orada da öyleydi. Şimdi yenisini yapmışlardır herhalde.
Mehmetin arkadaşı geldi ve .... burdan sonra ne oldu da yazamadım bilmiyorum. ama kısaca mehmetin arkadaşı eşiyle gelip bizi aldı. önce sanayide arabayı kamyondan indirdik sonra da evimize taşındık. evi sanırım anlatmadım, onu da anlatacağım, nasıl olsa ben de vakit bol.

uzak diyarlara doğru

7.4.2007. 15:25
Uçaktayız. Karnım çok acıktı. Servis yapsalar da öyle yazayım diye bekledim ama ortalarda kimse gözükmediği için yazmaya başladım.
Bu birkaç günüm öyle hızlı, yorucu ve dolu geçti ki. Salı akşamı mehmeti almaya Sabiha gökçene gittim. Bizim evden 30 küsür kilometre uzaklıkta. Gidişim çok kolay oldu. Tam arabaya ve yollara alışmaya başlamışken bu şehri terk etmek zorunda kaldık. Ona kurufasülye ve pilav yaptım. öğlende de aynı yemeği yediği için yemeklerime pek itibar etmedi. Ama tadını beğendi, gittikçe ustalaşıyormuşum. Kurufasülyeyi seviyor ve ‘kuru’ diyor. Sadece ‘kuru’ demesi bana garip geliyor. Gerçi çok insan böyle diyor ama olsun yine de garip.
Kulaklarımızda uğultu olduğu için sakız çiğnemeye başladık. Bu arada servis de başladı. O akşam pek bir şey yapmadan geçti. Ertesi gün ben biraz daha paketleme yaptım. Mehmet ile birlikte gardropu söktük ve çok iyi bir şekilde paketledik.
Geçende gazetede insanın ağız tadının değiştiğini ve yerdeyken domates suyunu pek sevmeyen insanların uçakta domates suyu içtiklerini okumuştum. Servis sırasında ben de portakal suyu ile birlikte domates suyu istedim. Gerçekten de yerdeki tadla aynı değilmiş gibi geldi. Psikolojik mi bilmiyorum tabii. Esmenin Cuma kahvaltısı sırasında içmiştim ve bir yudum sonrası ‘ bu ne ya?’ deyip bırakmıştım. Gerçi yine de çok güzel diyemeyeceğim. Son iki yudumu mehmete bırakmıştım ‘bu ne ya? Salça gibi’ dedi. Domates suyunun tadının yerde ve gökte aynı olup olmadığını tam anlayamadım ama gazetede yazdığı gibi uçakta domates suyu servisinin bulunduğunu tespit etmiş bulunuyorum. Neyse Çarşamba günü hiç oturmadan çalıştım. Avrupa yakasını bile paket yaparak izledim. Mehmet gidip ev sahibi ile görüştü. Ev sahibi genç bir adammış ve floryada restaurantı varmış. Geldiğinde morali bayağı bozuktu. Çünkü bizim ev sahibi mafya gibi bir adammış. Bir sorun olmadan bu yılı geçiririz İnşallah.
Çarşamba akşamı öğrendik ki kamyon hala İstanbula varmamış. Bizim taşınma Cuma gününe kalmış. Perşembe günü geç kalktık ve cihangir yapı krediye gidip otomatik ödemelerini kapattırdım. Diğer bankadan da bir türlü formatlanmayan ogs’miz yerine yenisini aldık. Perşembe akşam fatihteki evde otururken abisi çağırdı ve onlara çaya gittik. Babası tutturdu, illa bura kalın diye. Neyse çay sonrası önce yapı marketten 10 tane koli aldıktan sonra 2 abi ile birlikte çamlıcadaki eve gittik. Her şeyi paketlediler ve gece geri dönüp büyük ağabeyinin evinde kaldık. Mehmet gelene kadar ben öyle rahattım ki, güzel güzel toplanıyordum. Öyle stresliydi ki beni de gerdi. Cuma günü sabah önce işçilerde sonra sonra fatihe gidecek kamyonette sorun çıktı. Telefon üstüne telefon zorla işler yoluna girdi. O sabah daha doğrusu o gün, akraba veya tanıdıkla iş yapılmaması gerektiğine karar verdik. Adamlar geldiler ve önce büyük ağabeyinin evindeki buzdolabı ve çamaşır makinesini aldılar (biz ikisini onlarla değiştirdik. Onlarınkisi eski imiş ve yakında değiştireceklermiş. Değiştirdiklerinde benimkiler fatihteki eve geçecek. Fatihtekiler ise biz alıp ünyeye götüreceğiz. Biraz karışık yani)
Fatihteki evden yatmamız için kanepe aldık. Yatağımızı götürmüyoruz çünkü eşyaları orada bırakacağız. Benim tek kişilik yatağım da büyük ağabeyinin evine gitti. O yatakta artık hakan yatacak. Mehmet kamyonete bindi ve ben babam ve arkada 3 taşıyıcı ile ilk defa yeni ogs miz ile Boğaziçi köprüsünden geçtim. İstanbula bir daha dönemezsek sanırım ilk ve sonuncu olarak araba ile geçişim olur. O gün anladım ki taşınma bayağı zormuş. Sinir harbi yaşıyorsun. Büyük olan kamyona önce eşyalar yüklendi, daha sonra Mehmet arabayı çekiciye yükletti ve kamyona yerleştirdiler. Cumaya giren adamlara iyi seyir olduk. Fatihe giden kamyonet yeterince büyük olmadığı için iki sefer yapmak zorunda kaldı. onu beklerken amcamlarda bişeyler yedik. Evden ayrılırken amcamı öptüm sonra da yengemi. Az daha ağlıyacaktım. Kendimi çok kötü hissettim. En mutlu günlerim de en sıkıntılı, darda günlerim de bu evde geçti. Ne kadar zaman zaman bu evi sevmiyorum desem de benim evimdi. Ayrılmak da çok zor geldi. Aşağı indiğimizde Mehmet biraz dalga geçti. Arabada hüzünlü hüzünlü giderken taşınmadaki ilk kırılma olayı benim sayemde gerçekleşti. Zaten ne zaman birileri bir şeyimi kıracak diye endişelnsem kendim kırarım. Vakkodan aldığım kulplu saksı gibi şeyin kulpu elimde kaldı ve parmağım bayağı bir kanadı.
Adamlar eşyaları taşırken ‘bu kırılacak, lütfen dikkat et’ diyorum, adam üstüne kitap kolisi yerleştirip öyle taşıyor. Fatihteki eve gidip de dipteki odanıda tüm koliler gelişi güzel bir şekilde üst üste atılmış olduklarını (yamuk yumuk) görünce hele de kıyafetlerimin olduğu hurçları garip bir halde görünce ağlamaya başladım. Mehmet, babası ve abisi bir şey olmamıştır diye teselli etmeye çalıştılar. Gerçi Mehmet fazl teselli etmedi. 2 gündür stresten uyuyamadığı için ve uykusuzluktan iştahı da gittiği için biraz sinirliydi. ‘böyle olacağını bilmiyor muydun? Sana gelme diye kaç kez söyledim. İlle de ben de geleceğim diye tutturdun. Ben ne yapayım?’ falan dedi. ‘sen birikmiş paranla araba almışsın, ben de asistanlıktaki tüm paramı bunlara yatırmıştım. Senin arabanın camı değiştiğinde canın ne kadar sıkılmıştı. Bu arabadan gönlüm geçti demiştin, bi de beni düşün’ dedim. 1-2 saat geçince sinirlerim yatıştı. Abisinin evinde kayınpederimin aldığı lahmacunları yedik, çay içtik, sohbet ettik. Uçak biletlerini aldık. Bu arada ayak fetişisti hakan, masanın altından hiç çıkmadan beni sürekli taciz edip durdu. Mehmet ‘ abi oğluna sahiğ ol, benim karıya göz dikti’ dedi. Diğer abi de geldi ve yukardaki evde düzenleme yaptık. Hiçbir koliyi açıp zarar varmı bakmadım. Olsa neye yarar. Boşuna üzüleceğim. Her şeyi 1 yıl sonra ünyede kontrol edeceğim. Akşam yine büyük abide yattık. Hep birlikte kahvaltı sonrası bizi Sabiha gökçene bıraktılar. Babası ayrılırken biraz ağladı. Annesi de ne zaman mehmetten ayrılsa sarılıp ağlıyor. Benimkilerde öyle bir şey yok. Ne ağlaması, ben her zaman ailemden ayrıydım. Kına gecesinde ve nikaha giderken bile ağlamadım da daha niye ağlayayım.
Şimdi uçaktayız, muhtemelen gittiğimizde kamyon gelmiş olacak ve biz eşyaları eve yerleştireceğiz. Bu arada adamlar hurçları karışırmışlar ve çarşaf, havlu gibi şeylerin olduğu hurcu istanbulda bırakmışlar. Yanıma birkaç havlu ve çarşaf aldım. Şimdi aklıma geldi, uçağa bimeden kontrolden geçiyoruz. Çanatamı açmamı söylediler. Dedikleri çantanın içinde de sadece annemlerin aldığı gümüş şekerlik var. Fatihteki eve güvenip de bırakamadığım için yanımızda getirdik. Adam şekerliği çıkarttırdı. Tarihi eser mi diye bakıyor. Ellemeyin dedim. Neden dedi. Leke olacak dedim. Bişey demedi. Sanki tarihi eser olsa anlayacak. Bir taraftan da bir düşüncedir aldı. Tarihi eser olsa bunu o adam nereden anlayacak? İsteyen istediği gibi tarihi eserleri ordan oraya taşıyabilir.
Şimdiden ne zaman istanbula gideceğimizi konuşuyoruz. Mehmet ‘19 mayısta ve 17 haziranda (nişan ve evlilik yıldönümümüz)’ gideriz dedi. Bana da gayet mantıklı geldi.