Saturday, December 27, 2008

son okuduğum kitaplar

Son zamanlarda okuduğum kitaplardan ve o kitaplardaki kahramanlardan bahsetmek istiyorum. Bu yaz yozgata giderken elimde hb’den aldığım (o da abd’den çok ucuza ikinci el olarak almış) maeve binchy’nin scarlet feather’ı (Türkçeye aşk mutfakta pişer diye çevirmişler) vardı. Canı sıkıldığı, ya da odamıza çekilip dinlendiğim anlarda bu kitabı okudum ve tatil sona ermeden de İngilizce olmasına ve kalın olmasına rağmen bitirdim. Çok eğlenceliydi. O kitabı okurken fark ettim ki ben roman kahramanlarını filmlerden birilerine benzetiyorum ve kitap boyunca o kişi gözümde canlanıyor. Scarlet feather'da tom feather’la ilgili bölümleri okurken gözümün önünde bir adam canlanıyordu ve o adamı nereden tanıdığımı çıkaramıyordum. Bunun için bayağı düşündüm ve sonunda da buldum, Nip/Tuck’dan (cnbc’de oynuyor), sean mcnamara (Dylan walsh).
Kitapta gözümde canlanan diğer bir kişi de neil’in ikiz yeğenlerinden simon’du (kız olanın adı, maud’du (daha sonra okuduğumda hatırlamak adına yazıyorum)). yine aynı kanaldaki two and a half men dizisindeki 10 yaşındaki jake’i de Simon hakkındaki bölümleri okurken düşünüyordum. Romandaki diğer karakterleri ise benzetecek kimse bulamadım.

İşe başladıktan sonra biraz itekaka okuduğum İskenderiye dörtlüsü var. Sanırım son iki bölümünü daha zevkle okumuştum. Ve son bölümlerinde kitabı anlayabilmiştim. aynı mehmetle sinemada seyrettiğimiz ama adını hatırlayamadığım (sanırım ispanyada abd başkanına yapılan suikasti 8 kişinin gözüyle tekrar tekrar gösteren bir filmdi) filmdeki gibi ama sekiz kere değil de dört kere (adı üstünde dörtlü) aynı olay anlatılmış. Zamanında yazar bunu iyi akıl edip yazmış. Zorla okusam da kitabı beğendim.
Geçen ay istanbula gittiğimizde ak ile buluşup tüyap kitap fuarına gittik ve bissürü kitap aldım. İlk olarak da Orhan pamuk’un masumiyet müzesini okudum. Kitabın bazı bölümleri biraz sıkıcı gelse de (bir insan 8 yıl boyunca evlenen sevgilisinin ailesinin evine akşam yemeğine ve hatta gece 12’de tv kapanana kadar nasıl gider? Nasıl oturur? ) kitabı çok beğendim. Orhan pamuk’a hayran kaldım. Bir insanın bu kadar aşık olması ise bana mehmetle evlenmeden önceki halimi hatırlattı bana.
Kitap içinde Orhan pamuk’un kendini de bir karakter olarak göstermesi (nişanda füsun’la dansetmesi), daha önceki kitaplarından Cevdet bey ailesinin (ilk bu kitabını okumuştum, ümmühanın üniversiteden rahmetli almanca hocası sayesinde) bu kitapta nişanda yer almaları da çok hoşuma gitti. Kısacası ben Orhan pamuk’u çok zeki buldum. Sevdiğinin eşyalarını, dokunduğu her şeyi toplaması, müze yapması muhteşem bir fikir.
Bu kitaptaki füsun’u (eşyaları toplanan kadın) (ben bu karakteri hiç sevmedim, zavallı kemal onun yüzünden senelerce süründü) okurken gözümde Avrupa yakasındaki kapıcının üniversiteli kızı Zeynep canlanıyordu.
Kitabı okurken bizim teknisyenlerden biri kitabı alıp diğerine göstedi ve kapaktaki resimde önde kapı tarafında oturan kadının kime benzediğini sordu. Meğer bana benzetiyormuş. Öyle söyledikten sonra ben de annemin işçiyken Almanya çektirdiği resimlere benzettim.
İstanbula bu gidişimizde, yıldız parkının önünden her geçişimizde aklıma füsunla kemalin bu parkta araba sürmeleri ve kemalin mutlu saatleri aklıma geldi.

En son ayşe kulin’in kitabı veda’yı okudum, onu da çok beğendim.
Şimdi ise elimde başucumda müzik var, Kürşat başar’ın.

Wednesday, December 24, 2008

istanbulda 16 gün geçirdikten sonra pazar günü yeni arabamızla daha doğrusu benim arabamla geri döndük. o kadar izinden sonra pazartesi işe çok hızlı bir şekilde başladım. ben yokken diğer doktor arkadaşım istifa etmiş (özele geçmek üzere), diğeri de cenaze için o gün izin kullandı. acayip yoğun birgün geçirdim. çocuğun biri kanepeden düşmüş ama ne düşüş, durumu çok kötüydü. beni bayağı yordu. bir ara tamam ertık gidiyor dedim ama şükür ki beni yanılttı ve bayağı iyi bir şekilde ameliyat sonrası samsuna gönderdik.
iş çıkışı eve gelince uyukluyorum ve heryer birbirinde. cuma sefa gelecek ve o gelmeden benim çamaşırları yıkayıp kurutmam ve ortalığı biraz düzeltmem lazım.

Sunday, November 30, 2008

kahvaltı

Bugün mehmetin hastaneden arkadaşları kahvaltıya geleceklerdi. Çarşamba gününden neler yapacağımı planladım. Hatta daha önceden anneme haber verdiğim için annem bir tepsi su böreği yapmıştı ve bir tepside kuru tatlı yaptırtmıştı. Onları geçen hafta annemlere gittiğimde almıştım. Babam da Cuma günü samsundan pastırma yolladı. Ayrıca, Cuma günü eve temizliğe gelen Sefa yaptığı incir reçelinden bir kavanoz da bana getirmişti (Bundan başka masadaki her şeyi ben yaptım).
Cuma günü sefa geldi ve evi temizledi. Ona özellikle mutfağı temizlemesini söyledim (açık mutfak olduğu için). Cuma hastanede nuranın doğum günü etkinlikleriyle geçti. Hediye olarak çiçekçiden çiçek istedim. Bana göre vasat ama buradakilere göre harika bir buket geldi. Nuran bayıldı, kocasının yapma çiçeğinden daha güzel olduğu söyledi (gerçekten de öyleydi).
Cuma günü evde, daha önce kontrol etmediğim kışlıkların olduğu son koliyi çıkartıp baktım. Onun dışında da bir iş yapmadım. Cuma akşam tv de bayağı geç saatte daha önce film ekiminde seyrettiğim bir şans daha isimli film vardı. Mehmetle onu seyrettik. İkinci kez seyretmeme rağmen (birküçük cezvede de bahsetmiştim,eskileri okumak ne ilginç oluyor.) yine de ağladım (kadının çocuğun yüzünü, sivilcelerini yaladığı sahnede). Mehmet filmin geri kalanında sürekli beni kontrol etti (ağlamamam için). Gece 3 te yatınca sabah değil, öğlende kalktık. Kahvaltı sonrası pazara çıktık ama Pazar büyük bir Pazar değilmiş, o yüzden de bulamadık. Burada bayağı yerel market var. Yeni bir tanesini keşfettik, manav bölümü bayağı iyiydi. Birkaç marketten alışverişimizi tamamladık. Bu arada, bu ilçede geri dönüşüm ürünlerinin toplandığı bir yer yok. Önceleri hastanede kağıt, cam vs ayrı toplanmış sonra da hepsini götürüp aynı çöplüğe atmışlar. Ben bunun için (kendi adıma) bir çözüm buldum. Bim’ lerde, kasadan sonraki paketleme yerlerinde plastik,cam ve kağıt için ayrı kutular var. 1-2 hafta biriktirdiğim soda şişeleri ve deterjan kutularını buraya bırakıyorum. Bu da beni mutlu ediyor. Bol poşet kullanıyorum bari geri dönüşüme böyle bir katkım olsun.
Market alışverişi sonrası çiçekçiyi aradık ve (yerini bilmediğimiz için) bizi gelip aldı. Masaya koymak için bir buket yaptırdım. Burada çiçekçi sayısı az ve çiçekler de pek güzel değil ama aldıklarım fena değildi.
Neyse market sonrası, akşam yemeği dışında bütün akşam boyunca çalıştım. Karışık kızartma hazırladım, browni yaptım. Ertesi gün için gerekli her şeyi gözden geçirdim. Daha bissürü şey hazırladım. Fazla stresli gözükmemeye çalıştım, çünkü Mehmet kızıyor. Gece 2 de yattık. Gece rüyamda bel fıtığım varmış ve ameliyat olacakmışım. Acaba ismailin (beyin cerrahı, taksimden arkadaşımız) de kahvaltıya gelecek olmasından etkilenmiş olabilir miyim?
Sabah her zamanki gibi kurduğum saatten yarım saat sonra kalktım. Çok vakit var diye biraz yavaş hareket ettim ve onlar geldiklerinde henüz yumurtalar soyulmamış (halbuki ben mayonezli yumurta yapacaktım), son kirli tava yıkanmamış, pastırma tabağa konmamıştı. Onlar geldikten sonra bunlardan başka su böreğini fırından çıkarıp dilimledim, fritözü çalıştırıp patates kızarttım (onlar kahvaltıya başladıktan sonra), sucuk kızarttım. İkinci ve sonra da üçüncü çayı demledim. Doğru düzgün bir şey yiyemedim. Çocuklar için hazırladığım harika masadan çocuklar pek bir şey yemediler. Yemekteyiz programından sonra her şeyi eleştirirler diye çok korkuyordum ama her şeyi çok beğendiler.
Eşyalarımızı da çok beğendiler. Louis ghost sandalyelerime kristalden mi falan demişler. Her şeye pek bir ilgiyle baktılar. Benim yemek takımımı gördükten sonra onların getirdiği kahvaltı takımını (krc’den,laleli takım) beğenmiyeceğimden endişelendiler. Hediyelerini açtık maalesef ki iki parçası kırılmış. Normal bir misafirimiz, ailelerimiz geldiğinde kullanırız diye düşündük. Çetinin küçük kızı tüm gün boyunca benim mavi seramik güvercin, uğur böceği, kuş…. Süs eşyalarımın başından kalkmadı. Hepsini tek tek eline alıp oynadı. Onun her eline alışında yüreğim hop etti, çünkü onları üniversite 1 de almaya başladım ve bir tanesini ilk tus sınavımda ankaradan ve bir tanesini de istiklalden asistanlığımın başında almıştım. Neyseki kazasız belasız bu günü atlattık. Onlar gidince bir şeyler yedik ve ben tv karşısında uyudum. Sonra da bunları yazdım. Şimdi mutfağa gidip bulaşık makinesini boşaltıp tekrar doldurmam gerekiyor.

Monday, November 17, 2008

sümela

trabzonda pazar günü yani son günümüzde öğretmenevinde kahvaltı sonrası maçkaya doğru yola çıktık, sümelaya. maçka merkezden sümelaya harika bir manzara eşliğinde çıktık. hareket halindeyken sürekli resim çekmeye çalıştım.

her bir virajda 'harika, harika, harika...' deyip duruyordum.

yol kenarında coşandere bize eşlik ediyordu.

yukarı çıkarken, dönüşte nerede yemek yiyeceğimize karar vermek üzere tesisleri de inceliyorduk.

sümela manastırı, altındere milli parkı içinde. parkın girişinde arabalardan 6 ytl (sanırım) alıyorlar. mehmet de ben de daha önce sümelaya gelmiştik (üniversite yıllarımızda), yaya olarak yukarı çıkılan yere geldiğimizde sorduk ve araba yolu için daha yukarı gitmemiz gerektiğini öğrendik.

bu yol bazı yerlerde tek arabanın geçeceği genişlikteydi. bu yüzden mehmet karşıdan araç gelmeden çıkmak için biraz hızlı çıkmaya başlayınca nemrutta da aynı şeyi yapmıştın deyip biraz kızdım. yolda biraz çıkınca arabalarını park etmiş 2 adam gördük, spor yapıyorlardı. yukarı çıkmışlar, yol tamamen çamurmuş, gitmemizi tavsiye etmediler. ama mehmetle yukarı çıkma kararı aldık. arabayı diğer arabalar gibi yokuşa park edip çamurlu yolda yürümeye başladık.

ilk başta 'amann buna mı çamur demişler' dedik ama sonra gördük ki gerçekten yürüme yolu çamur ve dozerle yol yapım çalışması var. bu kadar çamura rağmen bence aşağıdan çıkmaktan daha kolay. geçen sefer genç olmama rağmen zorla çıkmıştım.
bizimle birlikte bir turist grup da vardı. ama millet çamurda öyle bir yürüyor ki, üstleri başları umurlarında değil.
çamurdan çıktığımızda mehmet gayet dikkatli yürüdüğü için, ayakkabıları tertemizdi. benimkiler ise onunkine göre biraz daha kötü durumdaydılar.

çamurlu yol sonrası resimde görülen ağacın köklerine basıp, aşağı doğru yolumuza devam ettik.

ağaç sonrası yol düzeldi.
evet görüldüğü üzere sümela görülmeye başladı.

aşağıda ise yukarı çıkmayı başaran insanlar görülüyor. içeri giriş 8 ytl. biz müze kart sayesinde parasız girdik ama bizden sonra gelen bazı gruplar, aileler 8 ytl'yi duyunca o kadar yukarı çıktıklarına mı yansınlar, verecekleri paraya mı yansınlar bilemediler. gelen öğrenci grubundan pazarlık edenler dahi vardı.

ve burası da manastırın içi.
ben seneler önce geldiğimde restorasyon devam ediyordu, hala da devam ediyor.

manastırın bazı yerleri hala açılmamış durumda. her yerde olduğu gibi burada da duvarlara yazılar yazılmış hatta yukarı da olan freskler dahi sanırım taş atılarak tahrip edilmeye çalışılmış.

aşağıdan bakılınca görülen pencerelerinden dışarı baktık ama sisten başka bir şey görmedik.

küçücük odalarda aşağıdaki derenin sesinde ibadet eden rahipleri düşündük. tam bir dünyadan kopuş yeri.
manastır sonrası arabaya yürüken mehmet oradaki tek seyyar satıcıdan kestane aldı.
mehmetin bu huyunu çok seviyorum. yolda yürürken sık sık kestane alır ve biri çöp olmak üzere iki kese kağıdı ile kestane yiyerek yürürüz. babam hiç dışardan bir şey almazdı. diğer resimler de geri dönüş yolundan.
bu arada mehmet manastırı gezerken montunun kapşonunu başın çekti ve çoook çok hafif çiseleyen yağmurdan etkilenmezken ben bayağı ıslandım (ne yağmuru deyip çantamda taşıdığım şemsiyeyi açmama izin vermedi sonra da çok üzüldü.) o yüzden de aşağıda pek resim çekinmedim.
yürüme yolu bu tesisin olduğu yerden başlıyor. son resimler de aşağıdan çekildi.

evimize dönüş yoluna geçmeden karnımızı doyurmamız gerekiyordu ve yukarı çıkarken beğendiğimiz coşandere tesislerinde durduk.

restaurant dışında yan tarafında bir de oteli var. mehmetle boş olan şömüne başında oturduk diğer herkes cam kenarında (manzara seyretmek için) oturuyordu.

bizden sonra bayağı taliplisi oldu masamızın. dışarısı soğuktu ve şömine ısınmak için harikaydı.

ikimize birer alabalık istedik ben bir de kuymak istedim. balıklarımız ufacıktı. mehmet benim zorlamamla kuymağın tadına baktı. dışarı çıktığımızda mehmet sahibi ile tanışmış. bu tesis bayağı hoşumuza gitti. tekrar sümelaya çıkarsak tekrar burada yiyeceğiz.

bunlar da market bölümünde hoşuma gidenler.