Thursday, December 23, 2010

bu günlerde kafamız çok karaşık. mehmet hafta başından beri bakanlığın sayfasında tayin yerlerini takip ediyordu. sonunda gördük ki ist.da harika yerler var ama ben burayı terketmeye hazır değilim. içimde acayip bir can sıkıntısı var. annem 'canını sıkma', mehmet 'sen nasıl istersen' dese de canım sıkılıyor. bugün yemekte nuray aradı doğumevinden (geçici görevde) tam da ben yemekte başhekimle birlikte yemek yiyordum. mehmet ne düşünüyor dedi. ben de ailesi illa yaz diyor, şuraları düşünüyor dedim. yemeğini bitirdi ve beni bekledi. birlikte kalktık. tayin mi sitiyorsunuz dedi. mehmet istiyor dedim. 'o gidip sen kalacak değilsin herhalde' deyip arkasını döndü. keşke onun yanında konuşmasaydım diye düşündüm.
aliye ile konuştum, yazacağı yerleri söyledi. yarın birkaç yeri aramayı düşünüyorum. ikimizin aynı branştan olması hiç iyi değil. kesinlikle aynı yerde çalışamayız. farklı iki yer bulmak zorundayız. mehmet akşam yazıp bakalım bizim için uygun mu araştıralım belki gitmeyiz yada geç gideriz dedi. bilmiyorum ne yapacağız. ortam değiştrmeyi hiç sevmiyorum.
bugün hastanede eksiklere bakarken ve marka seçeneklerini değerlendirirken acaba bu işlere artık karışmamam mı gerekiyor diye düşünmeden edemedim. buraya çok alıştım ve burada çalışmayı seviyorum. ve okula yeni başlayacak çocuklar gibi farklı bir yerde işe başlamak karnımı ağrıtıyor.

Thursday, December 16, 2010

sabah elmas selam verdi. Allah allah günaydın dedim daha ne selamı veriyor diye düşünürken, bugün aşure günü dedi. 10 kişiye selam vermeye çalışıyormuş.
10 kişiye selam veremedim. hbg ve sonra da ak'yı arayıp onlara selam vereyim dedim, hbg benden önce aradı. uzunca konuştuk. tahıl alalım evimize bereket gelsin dedim ama sonra evde uykum geldi. mehmeti yolladım balık ve tahıl almaya. pek istekli gitmedi, bunlar senin alışkanlıkların dedi ama yine de kırmızı mercimek ve pirincimi aldı.
bugün çok yorucu bir gündü. çok çalıştık, çok yoruldum. 2 kombine, 1 subklavian katter taktım. hele rektum ca'yı kombine yapıp hep birlikte takip edişimiz bayağı eğlenceliydi. ekibimiz bayağı iyi .nazar değmesin iyi anlaşıyoruz.

Sunday, December 12, 2010

bayramın ikinci günü kahvaltıyı yaptıktan sonra salona tüm odayı kaplayacak şekilde poşet serildi, balkondan etleri salona getirdiler. poşetlerden çıkarınca baktıkki etlerin rengi hafif yeşilimsi olmuş ve kokmuş. hemen işe giriştik. daha doğrusu mehmetle sinan bey giriştiler. sonra bayram bey de geldi. kuzucuk geldiğinde iş bitmek üzereydi. saat 5 gibi iş bitmişti. paylaşıldı ve ortalık toparlanıp kavurma yedik. çok güzel olmuştu. çay içme faslında ayşe abla ve eşi, çocukları geldi. şunu söyliyeyim ki çocukları özel okulda ama daha büyükleri ile bayramlaşmayı bilmiyorlar. bu nasıl yetiştirme?
mehmet ve sinan bey alışveriş merkezine gidip derin dondurucu aldılar. aslında daha önce almaları gerekirdi ama sakalım yokki dinlesinler. ben eti nereye koyacağız diyorum, sinan bey ve verda konyadaki evlerindeki dolabın dondurucusunun ne kadar büyük olduğundan, iki ailenin etini alacağından bahsediyorlar. iyi de dedim sizin dolap burada değil, neden bahsediyorsunuz?
millet dolap gelince gitti ve biz tekrar etleri ortaya getirince etlerin bir kez daha koktuğunu gördük. meğer etleri poşete koymamak gerekiyormuş.
herkes kendi etini halletti ve dondurucuya yerleştirdik. ben gece yatmadan bir tencerede kavurma yaptım.
sabah sinan beyin fondü dediği şekilde hazırladığı eti yedik. gerçekten güzel olmuştu. daha sonra dondurucudan kan sızdığını ve etlerin donmadığını gördük. buzdolabındaki kıyma için ayırdığımız etler de yeşermiş. ben sinirlendim ve istemiyorum kıyma mıyma dedim. mehmete kızdım, ben demiştim sana benim hakkımı ilk gün alıp karşıdaki kursa ver diye, dedim. ama babm demişki bizim akrabalara veririz diye. ama ne kadar akrabaları var ki? ve bir de bizdeki gibi bir gün arabaya etler konup kapı kapı dolaşılıp etler dağıtılmıyor. babam geliyor anneme falancaya et vereceğim diyor. annem çıkarıp bir parça veriyor. kaç günde dağıtılır bu böyle. ben sinirlenince mehmet karşıdaki kursa gitti. görevli vatanda bir camideymiş. mehmet hazırlandı ikindi namazını adamın kıldırmasını bekleyip onu alıp geldi. eti verdi, bayağı fazlaydı. adam çok sevinmiş, ilk biz vermişiz. zaten kendileri dışında yabancı kimse vermiyormuş.
mehmet eti verirken biz de verda ile dondurucuyu tekrar temizledik. sonra hazırlanıp hep birlikte dışarı çıktık. sinan beylerin 2 aydır kiraladıkları eve gidip baktık. verda da daha görmemiş. konyadaki eve göre bayağı kötü tabii ki. altta 2araçlık otoparklarının olması güzel. işe yürüyerek gidebilme imkanı güzel. evin altında orta büyüklükte bir market ve bir pastane olması da güzel. mutfakta bol dolap var ve büyüklüğü de fena değil. evi gezdikten sonra onlar otoparka indiler. mehmetle markete gittik. mehmete 'mehmet eğer konyadaki ev bizim olsaydı ve biz bu eve taşınmak zorunda kaslaydık, evi görünce ben sana boynumu bükerek 'meehmeet, bu evde mi yaşayacağız?' derdim. sonra da sen bana 'ya o güzel ev yada istanbul, karar ver derdin' dedim. güldük.
sinan bey bize arabayla tur attırdı. bol bol gökdelen seyrettik, sıkıldık. kızı önde kustu. neymiş kızı istanbul konyaya göre küçük demiş de ona istanbulun ne kadar büyük olduğunu gösteriyormuş. gezi boyunca sürekli tarkan dinlemek zorunda kaldığı için annem. hava alamadığım için deniz kenarında bir yerlerde arabadan inmek için ben, geziden memnun olmadığı için verda sürekli söylenip durduk. 'bu geziden bir tek siz memnunsunuz, böyle gezi mi olur?' dedim.
gezinin sonunda bayram beylere gittik. bize çiğ köfte yaptı. onun dışında sofra hem göz hem de karın doyuruyordu. zaten arifenin sofraları ve yemekleri hep güzeldir. yemek sonrası annem, babam, mehmet ve ben eve güzel havada yürüyerek gittik.
bu arada bizim kurban etleri ile uğraşmamız bu kadar değil. bayram bey buz dolapları bayramda bozulduğu için sırt çantası ile etleri bize taşımak zorunda kaldı.
bayramın 4. günü yani cuma günü bayağı geç kahvaltı yaptık. sinan beyler konyaya doğru yola çıkacakları halde onda hiç telaşa yok. onlar gitmeyince de bizim de günümüz geçiyor ve biz dışarı çıkamamış oluyoruz. bunu ona tabii ki ifade ettim, kibar bir şekilde. nihayet vedalaşıp 14:20'de yola çıktılar.
onların peşinden biz de çıktık, annem, ben ve mehmet. yavuz selime gittik yürüyerek.
 
Posted by Picasa


çok güzel bir manzara var orada. biraz manzara seyrettik sonra aşağıdaki evlerden birinde olan kafeslerden bissürü güvercin çıktı.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

gökyüzünde hep birlikte daireler çizdiler. öyle güzel görünüyorlardı ki, hiç bir yere de gitmiyorlardı. sadece kafeslerin üzerinde geniz bir daire. o adam ve güvercinler senelerdir buradaymış. ve bu saatlerde (16 civarı) bu gösteriyi sürekli yapıyorlarmış.
 
Posted by Picasa

kafeslerin yan tarafında bir de küçük bir bahçe ve sadece çimenler vardı. fatihte evler bu kadar küçükken, birilerinin böyle kafeslerinin ve güvercinlerinin ve başka birinin de böyle bir bahçesinin olması ne güzel.
 
Posted by Picasa


sonra türbeleri ziyaret ettik, dışarıdan. zaten bir müddet sonra kapandığı için hepimizi bahçeden dışarı çıkardılar.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
yavuz sultan selimin türbesi, değişik bir kaç mezar ve hafsa sultanın (kanuninin annesi) (daha sonra onun da türbesi olduğunu ve duvarlarının yıkıldığını anladım, mehmet sayesinde) mezarını ziyaret ettik. nette gezinirken bir de bu yazıyı buldum ve çok hoşuma gitti. işte şöyle; Yavuz Sultan Selim’in türbesi Fatih’teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: “Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel.”

Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar, “Tamam” der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, “Hani kiraz, almadın mı?” diye sorar.

Boynunu büker, “Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım” der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. “Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?” der.

O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapını Sultanın sandukasına vurur. Der ki: “Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam.”

Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, ”Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek” diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?

Akşam hanım yine, “Hani kiraz?” deyince, boynunu büker, “Hanım, yarın mutlaka alacağım” der.

Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. “Efendi, türbedar sen misin?” der.

“Evet, benim” der.

“Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz”

Adam şaşırır. Abdülhamid’in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, “Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur” derken, “Türbedar sen değil misin?” diye emir subayı tekrar eder. “Benim” deyince de, “O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk” der.

Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarırlar.

Abdülhamid, “Türbedar sen misin?” diye sorar.

“Evet, efendim, bendenizim” der.

“Söyle bakayım, dedem Yavuz’un türbesinde dün neler oldu?”

Şaşırır, “Birşey olmadı efendim.”

“Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!”

Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: “Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim.”

Abdülhamid, “Anladım” der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. “Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. ‘Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?’ diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel” der.

Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: “Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır.” Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarır.

çukurbostandan yukarı doğru yürürken tam çukura bakan yeni yapılmış bir ev çok hoşuma gitti. o evde kirada oturma hayalleri kurarak (sahip olmak istediğim ev o değil. buraya taşınmadan önce yazmıştım, aşağı yukarı öyle birşey) sürekli dönüp dönüp ona bakarak yürüdüm. caddeye çıkmak yerine ara sokaklardan eve ulaşmaya çalıştık. önce ismailağa camiine vardık. orası çok farklı bir dünya insanların giyimleri, dükkanlarda satılanlar, kıyafetler herşey çok farklı. mağazalarda bol hacı malzemeleri ve hacı kokuları,esanslar vardı. ufak tefek pide salonları ve berber salonları.... sevdim burayı, ilginç geldi bana. camiyi merak ettiğimiz için hızlıca avlusuna girdik. bir kapıdan girip diğerinden çıktık.
 
Posted by Picasa
caminin içine girmedik ama sonra nette gezinirken şu yazıyı okuyunca (Öğle namazını ismailağa camiinde kıldıktan sonra caminin içerisini gezdik.Dışarıdan binaya bakarken; " buraya da tadilat gerek, restore edilmeli " demiştim.Fakat içeriye giripte ,içerinin o güzelliğini görünce , şu mısralar geldi hatırıma; " harabat ehline hor bakma zakir,definelere malik viraneler vardır." İşte bu söz ismailağa camisi için tam uyuyor.Zira içerisinin düzeni ve dizaynı o kadar güzel ki anlatmakta zorlanıyorum...1723 yılında Osmanlı'nın 56. Şeyhülislamı Ebuishak İsmail Efendi'nin yaptırdığı caminin ölçüleri, en, boy ve yükseklik olarak Kâbe'nin ebatları ile birebir örtüşüyor.) içeri de girsem iyi olurmuş diye düşündüm.
caminin haziresindekiler şeyhülislam olan ismailağa ve onun soyundan gelen ve hepsi de şehülislam olan zatlar vardı. ismailağa camiinin ismini hep duyuyordum da kendisinin şeyhülislam olduğunu bilmiyordum. bu ve soyundan 4-5 kişinin şeyhülislam olması beni bayağı şaşırttı.
sokaklarda yürümeye devam ettik, hava karar üzereydi. önce bir kapının yanından geçerken mehmet durdu ve bu da ne dedi.
 
Posted by Picasa

sonra anladığımızda güldük ve resmini çekelim dedik. (bisiklet tamircisi)
sonra gördüğümüz hamam ve caminin olduğu sokağa girip yolumuzu biraz uzattık. caminin yandaki camları kırıktı ve biz kullanılmıyor zannettik. ama sonra ön tarafa geçince az da olsa cemaatinin olduğunu farkettik. burası mehmet ağa camiiydi. mimarı davut ağa imiş. aslında burası külliye imiş ama külliyeden geriye sadece çiftehamam kalmış. hamam kullanılıyordu. kapısında bir adam oturuyordu.
eve doğru yürümeye devam ettik ve üçbaş camiine geldik. daha doğrusu yanından geçtik.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

mimar sinanın adını duymak beni çok heyecanlandırdı. bu arada önceki ayki nöbetimde nette gezinirken burayı buldum. hemen doldurup gönderdim ve birkaç gün içinde haritalarım geldi. acayip mutlu oldum. istanbula giderken onları da yanımda götürdüm. hatta istanbula gitmeden önce edirneye de giderzi diye plan yapıyordum ama herşey planlandığı gibi olmuyor, en azından aile ile birlikteyken olmuyor. eğer gitseydik harita orada da işime yarayacaktı.

o bölgedeki otopark olarak işgal edilen yerlerin boşaltılması mehmeti çok mutlu etti. eve vardığımızda bayağı yorulmuştum. aslında evden çıkarken mehmete bu gezinin beni kesmiyeceğini söylemiştim. biraz da o yüzden bizi o kadar dolandırdı. akşam beni dışarı çıkarmak zorunda kalmamak için. ama iyi ki de dolanmışız. güzel bir gezi oldu. camilerin içlerine de girseydik daha güzel olacaktı tabii. akşam yemek, çay ve tostos oturma diye yazmışım kağıda. evet mehmete kaç gündür beni başka yere götürmediği için biraz surat yaptım. ama o da surat asmaya bırakmıyor mi, hemen 'anne bak onu gezdirmediğim için hiç gülmüyor' diyor ve o iş orada bitiyor. başka şeyleri de söylüyor ve sonra 'anne odaya gittiğimizde sana bunları söylediğim için beni sıkıştıracak' diyor ve kayınvalidem gülüyor ve 'kızım sen bakma ona, mehmet hep böyle' diyor.
cumartesi mehmet nihayet arabayı kullanmaya karar verdi ve bizim akıllı tomtomla capacity'ye gittik. aslında başka tarafa gitsek olurmuş, çünkü kongre yüzünden hep o civardaydık. capacityde alışveriş yaptık ama neler aldık pek hatırlamıyorum.

Thursday, December 09, 2010

pazartesi günü sadece 3 teknisyenimiz vardı. bu sayıyı yeterli görmüşler. nasıl olduysa çok rahat bir gündü. akşam sorumlu teknisyen nöbete geldiğinde hep birlikte açtılar ağızlarını ve bütün içlerindekileri boşalttılar. şok olduk. bütün hastane bizi konuşuyormuş biz onlara çok kötü davranıyormuşuz. konuşmalarına göre biz yeterli çalışmıyormuşuz........
çıkışta nurayla konuşamadık. eve gidince aradı ve hep aynı şeylere kızdığımızı ve aynı kararları aldığımızı farkettik. gece sinirden uyuyamamış. ben de öyle ve benim tek sıkıntım bu da değil. bunu düşündüğüm için uykuya konsantre olamadığım için ve bir de öksürük olduğu için uzun müddet uyuyamadım.
ertesi gün nuray da ben de onların odasına hiç gitmedik. çayı kantinden söyledim. odamız olmadığı için bütün gün ameliyathanenin içinde kalmak zorunda kaldık.
akşam çıkarken başhekimliğe uğradım. ayaküstü konuştuk. oda için çok geç kaldınız, ipler koptu dedim.
akşam nuray aradı. bu ara sık sık telefonda konuşuruyoruz. polklnk.te üstünü değiştirriken kapıyı zorlamışlar. kapıyı açmış. müdür yardımcısı 'bu oda ile ameliyh.'nin yemekhanesini acil değiştireceğiz. bu odayı oraya taşıyacağız' demiş. nuray diyorki başhekim emir vermiş, adam bu akşam bu işi nasıl yapacağımın sıkıntısına düşmüştü diyor. nuray olmaz bu akşam yemekhane önce boyanacak demiş. o zaman kendiniz söyleyin demiş. aşağı inmiş ve biraz konuşmuşlar. akşam aradı anlatmak için. ben çıkarken uğradım ve bunları söyledim deyince nuray neden acil değişim yapılacağını anladı.
ertesi gün boya yapıldı ve akşam benim nöbette eşyalar taşındı. bu ara başhekim nöbet odasına geldi ve olayları biraz konuştuk. huzur istiyorum dedi. ben de öyle istiyorum dedim. içimizden biri emir verir tarzda konuşuyormuş. ben üstüme alındım, herhalde beni diyorlardır ama ben konuşurken şunu yaparmısın bunu yaparmısın diyemem ki, yani iş sırasında. ben şöyle yapalım böyle yapalım derim. bir taraftan iş yaparken teknsiyene de sen de şunu yap bunu yap dedim. ben de çalışırken bu emir mi oluyor?
birlikte yeni odamıza gidip baktık. mehmet de oraya geldi. onları tanıştırdım. mehmet pişti olduk dedi. ikisi de kadife ceketlerini giymişler, gerçi renkleri farklıydı. zaten başhekimi görünce ben de mehmetin bu sabah aynı ceketi giydiğini düşünmüştüm. mehmet beni uzun zamandır formalı görünce ilk başta beni tanıyamamış.
mehmetle odaya gittik ve ben yemek siparişi verdim. birlikte yemeğimizi yedik. mehmet köşe yazılarını netten okudu. çay ve kahve içtik. ben biraz uzandım. tam uyku moduna geçmiştim ki mehmet kalktı. onu geçirdim ve uykum açıldı. bütün akşamı nette gezinerek geçirdim. gece saat 1'de yattım ama saat 2'de hala uyuyamamıştım.
gelelim öksürüğüme; geçen hafta cuma günü boğazımda sanki gıcık vardı. sonra hafta sonu biraz daha ilerledi ve şimdi içim acayip dolu. öksürmeye başlayınca duramıyorum. adeta kriz gibi oluyor. su içmeden duramıyorum. birisiyle uzun müddet konuşunca elimde su yoksa adamı bırakıp su içmem lazım deyip suya doğru koşuyorum. hiç su içmezken şimdi sudan ayrılamıyorum. dün nöbette hele öyle öksürdüm ki içimden bir hırıltı çıkıyordu. koahlıları düşünmeden edemedim.
bugün gayet rahat bir gündü. genelde nöbetten sonra odayı kolay kolay terketmem ama bu sabah nuraylara anahtarı vermem gerektiği için erken kalktım. odada kahvemizi içtik. tatilden ddönen halile olayları anlattık. o kadar laftan sonra herşey o kadar iyi yürüyorki hasta glemeden herkes içeride, malzemeler tam. sosoyal ilişki sıfıra yakın ama iş gerçekten harika. başhekimle vaka öncesi konuştuk. yeni yemekhaneye birlilte gidip baktık. benim onlara kötü davranmam imkan yok çünkü hepsini insan olarak seviyorum, personeli de seviyorum, onlara da kötü davranamam dedim. eminim onlara sorsalar benim gayet kibar ama biraz otorite olduğumu söylerler. arı gibi çalıştık, acayip yoğunduk. bir de ihaleye girdim bugün. gün sonunda gayet rahat sadecefazlasıyla yorulmuştuk. bir de icapçı olduğum için uzayan vaka yüzünden geç çıkmak zorunda kaldım. nöbet iznimi sonraki haftalarda kullacağım. sanırım o günü kuaförde geçiririm, şimdilik planım bu.
bu akşam ümmühanla konuştuk. halit erenin resimlerini resim hocasına göstermiş. hoca bakınca direkt bu çocuk üstün yetenek demiş. yaptığı resimler 9-10 yaş resimleriymiş. çocuk gerçekten çok güzel ve çok hızlı resim yapıyor. dinazor resmi çiz diyorsun bir bakıyorsun elini hiç kaldırmadan bir çizgi ile üst kısmını çizmiş.

dün akşam beratla konuştuk. hasan amca öldü dedi. içim bir garip oldu. hasan amca babamın iş yerinde komşusu, aynı zamanda akrabamız aynı zamanda kızı çocukluk arkadaşımızdı. kc yet. nedeniyle acil izmire gitmişler. erhan, küçük oğlu kc'ini vermiş. ve ameliyattan sonra hasan amca uyanamamış. erhanın henüz haberi yokmuş. akşam kendimi o kadar kötü hissettim ki ağlayacaktım ama ağlamadım. bugün de aklıma geldikçe ağlayasım geldi. çocukluğumdan bir şahsiyet (hiç bir zaman samimi olmadık aslında ama o her zaman oralarda olan biriydi) şimdi yok. babam şimdi havaalanındaymış, cenazeyi almaya gitmişler. çok üzgünüm gerçekten çok üzüldüm. Allah tüm günahlarını affetsin İnşallah. Allah rahmet eylesin.

Saturday, December 04, 2010

bayram tatili

Kurban bayramı için aslında perşembeden samsuna gideriz diye düşünüyorduk ama sonra mehmetin kongreye gitme işi çıkınca cuma da çalışalım dedik. Cuma akşamı samsuna gittik. Ablamlar da geldiler ve akşam muhabbetle geçti. Gece geç yattık.
Sabah tahminimden biraz daha geç kalktık. Hemen hazırlanıp aşağı indik. Annem ve babamla vedalaştık. Yolda evin yakınındaki benzinciden sıcak poaça aldık. Yolda menemenle fazla vakit kaybederiz diye her zaman yolda yaptığımız gibi tost yeriz diye düşünüyorduk ama aradığımız tesis atıl durumdaydı. Yeni bir tesis bulmak için bayağı gittik ve merzfona yakın kadırga diye bir yerde durduk. Bayağı insan vardı. Açık büfe kahvaltı ve çorba varmış. Biz sadece çay aldık ve dışarda oturduk. Kendi poaçalarımızı yedik. Sanki çayın içinde kil vardıve soğuktu, netice olarak iğrenç bir çaydı. Durduğumuza çok pişman olduk. Aslında arabada kendi yaptığım termostaki çay vardı. Tesiste karadeniz müziği çalıyordu, sabah sabah. İçerisi de bayağı karanlıktı. Kısacası kötü bir tesisti. Para kazanmaya çalışıyorlar ama hakkıyla değil. Madem insanların parasını alacaksınız önce biraz para harcayın, tesisinizi güzelleştirin.
 
Posted by Picasa

Yolda bizim taraf çok yoğun değildi ama diğer taraf çok yoğundu. Bazı yerlerde yol çalışması vardı ve o bölgelerde diğer tarafta çok uzun kuyruklar oluşmuştu. Yol boyunca diğer taraftaki arabaları , yoldaki köyleri, yaprakları sararan kavak ağaçlarını seyrettik.
 
Posted by Picasa

Diğer molamızı boluda verdik, bercestede. Hızlı olmaya çalıştık ama yine de sanırım 1.5 saati orada geçirmişiz. Bercestede durup et yemeyi çok severdim ama bu sefer hiç hoşlanmadım. Pirzola istedik ve tabakta 3 tane pirzola, sanırım bir de domatesle biber vardı ve bir de bulgur değil de buğday pilavı gibi bir şey vardı. Ben oraya herhangi bir lokantada yediğim gibi et yemeye gitmedim. Gerçekten et yemek istiyordum. Tabağımda 5 tane pirozla görmeyi ve yanında olursa biber ve domates görmeyi diliyordum, pilav değil. Resmen tabağı doldurmak için o pilavı koymuşlardı. Tek kişilik salatamdaki domateslerin bir kısmı bozulmuştu ama seçerek yedim. Mehmet bir de yoğurt aldı. İçecek olarak sadece ikişer bardak çay içtik. 40 lira ödedik. Sinan beyler de 50 lira ödemişler. Bence yol için çok pahalı, bir de yediklerimize bakarsak.
İstanbula varmadan son molamızı sapancada şu yol üstünde olan mcdonald'sın sağındaki tesisiste verdik. Çok güzel bir tesisti. Mehmetle arkadaki çimenlik içindeki masalara geçip oturduk ve termostaki çayımızı içtik.
 
Posted by Picasa

İstanbulkda maalesef köprü trafiğine takıldık. Yolda gördüğümüz o kadar araba istanbuldan ayrılmıştı da bu arabalar neyin nesiydi? İstanbul hala boşalmamış mı? Edirnekapıya gelince arabalar bir ordan bir burdan öyle sıkıştırdılar ki mehmet trafikten tırstı. İstanbulda araba kullanmayı unutmuş. Saat 4'te evde olabilecekken saat 6'da evdeydik. Arabayı boşaltınca mehmet onu sinan beyin yeni evinin otoparkına götürdü.
Evde mehmetin annesi, babası, sinan bey, verda, gül böceği ve gülciş vardı. O akşam çocukların sesi, bağırışları, ağlamaları yüzünden bu tatil nasıl geçecek diye düşünmeye başladım.
Pazar günü kayınpederim illa kurbanlık bakmaya beni ve arkadaşlarımı bilmem nereye götürün dedi. Mehmet 'ben bu trafikte araba kullanamam, kimbilir orası ne sıkışıktır' dedi. Sinan bey zaten o işlere girmez. Kuzucuk söz vermiş, o gitsin dediler. Telefon görüşmeleri, birbirlerine kızma.... sonrasında kuzucuk götürecek dediler ama nasıl olduysa kimse gitmedi. Biz hep birlikte hazırlanıp sinan beyin arabası ile yeni kapıya gittik, balık alacaktık. Mehmetle balık ekmek yedik, sahilde biraz yürüdük. Sonra balık aldık.
 
Posted by Picasa
Nerde bizim yaşadığımız yerde böyle balık çeşidi. Samsunda bile yok, Herşey istanbulda. Sonrasında yeşilyurta röneparka gittik. Sokaklar bana çok tanıdık geldi. Acaba asistanlıkta geldiğimiz kongre yüzünden mi diye düşünürken zeyneple sanırım bir nöbet sonrası buraya geldiğimizi hatırladım. Madoda kahvaltı yapıp röneparkta çay içmiştik. Röneparkta deniz kenarında çocuklar toprakla oynadılar.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

Hep birlikte mısır yedik ve güneşin batışını seyrettik. Arkamızda kalan evlere bakıp ev alma hayalleri kurduk. Gerçekten çok güzel evler ve çok güzel bir yer.
 
Posted by Picasa

Hava kararınca Sinan beyin balığı evde yemeğe hiç niyeti yoktu. Hep birlikte yenge hanımlara gittik. Kuzucuğun gelmesi için bayağı bekledik. Mehmetle benim bile karnımız acıktı. Sinan bey biraz pişman oldu. Evde olsak çoktan yemiştik dedik. Kuzucuğun arabasını camını kırmışlar, biraz onunla uğraşmış. O gelince yemeğimizi yedik. Geç vakitte eve döndük.
Arefe günü sinan beyler çocukları bize bırakıp işlerini halletmeye gittiler ve saatlerce gelmediler. Sonunda evde sıkılıp çocukları alıp dışarı çıktık. Yolda karşılaştık ve parka gitmek isteyen çocuklar gerisin geri eve dömek zorunda kaldı. Biz de mehmetle cadde boyunca yürüyüp saray muhallebicisinin terasına çıktık. Tatlı yedik, sonrasında çay içtik. Çıktığımızda hava kararmıştı. Fatih camiine gittik. Ben bahçede oturdum. Bahçede bir meczup vardı, elinde atatürklü türk bayrağı ve sancak, Sürekli bağırıp duruyordu, şeriat polisi, ahlaksız israil vs vs... yanıma yaklaşınca biraz korktum. Sürekli oralardaymış herhalde.
bayram sabahı mehmet 5:30'da babası ve sinan beyle birlikte silivriye gitmek üzere yola çıktı. akşamdan onlara börek vs hazırladık, yolda yesinler diye.
bir gün önce telefon geldi ve lüleburgazda bir büyük baş bulabilecekmişiz. silivride diğer grupla sabah 9'da buluşulacağı için erkenden yola çıktılar. ayşe abla silivride kaynının evindeydi. kahvaltıya oraya davet etmişler. kahvaltı sonrası iki araba lüleburgazın bir köyüne gitmişler. sabah uykum olduğu halde kalktım, bayram sabahı geç kalkılmaz diye. kahvaltıyı hazırladım. annem ve verda kalktılar. bayramlaşıp kahvaltımızı yaptık. o gün mehmetler gece saat 11.30'da geldiler. o hayvan çok büyük gelince başka hayvan aramışlar. milletin evine gidip hayvan bakmışlar. hayvanı kestiklerinde hava kararmış. ışık çekip hayvanı parçalamışlar.
onlar evde yokken bizim bayağı canımız sıkıldı. biraz uyuduk, biraz kitap okudum. mehmet sürekli arayıp ne yaptıklarını haber veriyordu, beklemeyin, dışarı çıkıp gezin dedi. çıkacaktım ama annem sarmak için yaprak getirince mecburen oturup sardım. sonra köfte harcı getirdi, çorba yapmak için. bana kalsa ben sesimi çıkarmadan oturup onu da yapardım ama verda biz dışarı çıkacağız dedi. annem keşke hava kararmadan çıksaydınız dedi ama kalkıp hazırlanıp hemen çıktık. caddede çocuklarla birlikte yürüdük. simit sarayında oturup çay içtik. sonra yağmur altında geri yürüdük.
mehmetler etleri büyük poşetlerde balkona taşıdılar. ancak o saatte bayramlaşabildik. daha sonra aldığım çantanın parasını bana bayram harçlığı olarak verdi. geç vakitte yattık.

Friday, December 03, 2010

düne göre daha az sayıda vaka olan ama kafamın çok yorulduğu, sinir harbi yaşadığım bir gündü. nuray da ben de bugün neredeyse çıkdırıyorduk. bol tartışma, bağırış çağırış vardı bugün. sabah sorumlu hemşire geldi, günü olmayanları öğleden sonra alalım dedi ve gitti. rahattım, keyfim yerindeydi. ablamla telefonda konuşup istanbuldan aldıklarımı konuştuk. sonra öğlende salonlar ekstradan dolmaya başladı. her zamanki gibi salona geç gelen teknisyene ateş püskürdüm. kbb.cinin karşısında ağzıma geleni saydım. kadının ağzı açık kaldı. en son salondan çıkarken para için vs laflarını duyunca çıldırdım ve ağzıma geleni yanımdaki teknisyene saydım. zavallı kbb.ci ama benim muayanehanem yok ki diyor. sonrasında nuray hemşirelere bağırdı çağırdı. menapoza girdiğini düşünen ve mesai içinde bu karışıklıkta gidip biyopsi yaptıran sonra da eve giden teknisyene saydım. sonrasında geriye kalan 4 dr kulis yaptık. konuştukça kızdım. başka bissürü olay oldu. en son nuray dönr sermaye inceleme kuruluna çağırılıp da ben anlamam nermine sorun deyince aşağı indim ve bir postada aşağıdakilere kızdım. kim oluyorsunuz da benim aldığım 3-5 puanı inceliyorsunuz diye. neymiş ameliyat sayısı neden böyleymiş, neden böyle girilmiş. git cerrahlara sor bana ne...onlarla alakalı bu bzile alakalı değil diyorum, nasıl dikkat etmezmişim? milleti mi takip edeceğim ben? ya dedim 60 bin puan yapıyorum da onu mu inceliyorsunuz? yada bana 5 bin lira fazla verdiniz de ben aaaaaaa bu para da nereden çıktı diyeceğim? her zamanki aldığım parayı alıyorum. ne demek istiyorsunuz? bir de havuz olayını duyunca 'aaa o zaman daha iyi incelemek lazım' deyince ağzıma geleni saydım. incele bakalım ne bulacaksın? dedim. bazıları kendileri gibi bizi de hırsız zannediyorlar. gelin buyurun ameliyathaneye oradaki bilgisayara bakalım ne olduğunu anlayalım dedim. sakin ol, sakin ol diyerek hastaneden çıksam da otoparkta sigara içen dr ak'la karşılaşınca yine konuştum. eve geldiğimde hiç enerji kalmamıştı. mehmete yalvardım ne olur dışardan söyliyelim diye. sağolsun kabul etti ve karnımızı doyurduk. sonra rahatlamış tv seyrederken nuray aradı. onun siniri hala geçmemiş. konuştuk biraz. mehmet 'seni tam sakinleştrmiştim nuray sana yine hatırlattı' dedi. ama o kadar sinir yok artık. İnşallah iyi bir hafta sonu geçiririm ve iyice dinlenirim.

Thursday, December 02, 2010

ne gündü ama. günü 35 vaka ile geç vakitte hastaneden çıkarak bitirdim. iki kişi çalıştığımız dönemde dahi nadiren bu kadar yoruluyordum. bissürü santral blok, ameliyat sonrası için enjektörle bissürü ilaç hazırlama (bir de hastanede sadece 5'lik enjektör kaldığı için hazırlaması daha zahmetli), problemli hastalar.
2 gündür canımız geçici görev yüzünden sıkıntıda. bugün kabağın kimin başına patladığı belli oldu, 3 numara öznur. bayağı ağladı, eşi geldi. ben başhekim vakadayken başına gidip 'ne olacak böyle? kız ağlayıp duruyor' dedim. tel görüşmeleri sonrası hala belli değil ne olacağı. bir kaç ay başımız ağrıyabilir. öznur pazartesiye kadar rahat olmak için izin aldı ve icap bana kaldı. geç çıktım ve gelir gelmez geri dönmek zorunda kaldım. İnşallah rahat bir akşam geçirebilirim.
dün başhekimle toplantımızı yaptık. sıkıntısının ne olduğunu biliyorduk zaten, yoğun bakım. aldık bakalım ne olacak? odamız ise hala yok. ameliyathanenin yemekhanesinin taşınmasını ve o odanın bize verilmesini istiyoruz. eğer olursa bizi herkes topa tutacak. aslında ben 2.5 yıl önce bunu islam beye söylemiştim ama o kabul etmemişti. beni dinleselerdi şimdi hem odamız olurdu hem de teknisyenlerle bu kadar yüz göz olmazdık.
dün nuray asma yaprağı getirdi, zeytinyağlı sarma yapmayı öğrenmeye karar verdiğim için. akşam tv seyrederken sardım. gece mehmetle sıcak sıcak yedik. sabah alıp hastaneye götürdüm. herkes çok beğendi. ilk defa yaptığıma bayağı şaşırdılar. ben de pek bir mutlu oldum.
bugün islam bey ziyaretimize geldi. bayramda mısıra gitmişlerdi. biraz ondan konuştuk.
dün beratla konuştuk. 13 ocakta pakistana gidiyormuş, dr'larla birlikte. arabanın jantlarını neden değiştirmediniz dedi. mehmet audinin kendi jantlarını istiyor (tabii jant isteyen o değil, benim), onlar çok pahalı. berat gidip sanayiden alın diyor. mehmet diyor, o zaman garantiden çıkar. benim arabanın garantisi 4 yıllık.
bu arada arabam yakında 2 yaşında olacak.

Monday, November 29, 2010

mehmetle 2 haftadır istanbuldaydık. sonunda tatil bitti ve evimize döndük. hastaneye gider gitmez başhekim geçici görev riski olduğundan bahsetti. zaten 5. dr geldiğinden beri ne zaman böyle bir konu açılır diye bekliyordum. bugünün konusu buydu. 4. dr bekar oldıuğu için onu göndereceğiz zannedip bozuldu. yd bile uyutuyorlarmış. ben hiç yd uyutmadım ki dedim. hepimiz sıkıntılıyız yani.
geçen hafta 3 kişi kalacak diye düşünürken 5. dr'un kanaması olmuş (ikiz gebelik) ve o da raporluymuş. nurayın 1 haftada almış puanlar başını gitmiş. diğer üçümüz yerlerdeyiz. geriye kaldı sadece 1 gün. ne yapalım tatile gidince böyle riskler oluyor. ttail demişken, 2 gün gerçekten tatil gibiydi. çünkü kongre nedeniyle otelde kaldık ve geç kalkıp fazla bir toplantıya da katılmadık.
başka, bol alışveriş yaptım. arabamı 2. yılı dolmadan servise verdik. bayramda etle uğraştık. gerisi her zamanki gibi daha sonra

Thursday, November 11, 2010

sabah odada oturmuş kahvaltı yaparken, odaya 2 adam girdi ve personelden biri 'belediye başkanımız' dedi. ayağa kalkıp tokalaştık. bunlar da nerden çıktı diye düşünürken öğrendik ki kızı ameliyat olacakmış.
ben karşısında çayımı içip, poaçamı yemeye devam ettim. sonra aklıma geldi ve 'sizi bulmuşken, bizim siteye giden yol çok kötü. bi o yoldan gidiyorum, sonra orası bozuluyor ben de diğerinden gidiyorum. bu böyle daha ne kadar devam edecek? bu yolları yapacakmısınız?' diye sordum. bu arada diğer doktorlar odadan çıktı. teknisyenlerle kaldık. havalar iyi giderse yakın zamanda sıra bizim yollara da gelecekmiş. sonra başhekim geldi. o da kendi olunu sordu. başkan şaka yaptı ve biraz güldük. başhekim 'haklısın, sen nerminlerin yolunu yap' dedi.
birazdan aklıma seçim dönemi bilboardlarda asılı olan geri dönüşüm tesisleri geldi (bir gün önce de kendi aramızda bu konuyu konuşmuştuk). buna da cevap verdi. bu arada karısı da teknisyenmiş ve çalışmıyor. içeride başhekime teknisyenlrden biri 'teknisyene ihtiyacımız var. parası ile değil mi? başkanın karısını alalım' demiş.
bu arada ben konuşmazsam pek konuşan yok. teknisyenlerden biri başkanın da ortak olduğu 17 katlı bina hakkında sorular sordu. ben de bunun üzerine 'böyle bir ilçede bahçeli evde oturmak varken neden 17 katlı bina yapıyorsunuz?' diye sordum. tabii bunnla kalmadı. o birşeyler dedi, ben birşeyler dedim. adamın herşeye bir cevabı vardı. son olarak hastane kavşağının çok tehlikeli olduğundan bahsettim ve neden cep olmadığını sordum. buna da birşeyler anlattı. o anlatırken telefon geldi ve kızı ameliyattan çıktığı için kalktılar.
ameliyathaneye girdiğimde bizim 5 numaralı dr, gülerek 'bizden sonra da adamı sıkıştırmaya devam ettin mi?' diye sordu. ona anlatırken kbb.ci, ben de bizim siteye kavşak isteyeyim dedi.
bugün pek hasta yoktu. sanırım yarın iyice azalacak. öğleden sonra nurayla gidip ihaledeki numunelere baktık ve istediklerimizi söyledik. bir kısmı ucuzundan bir kısmı en pahalısından oldu. önümüzdeki aylarda çerçeve ihale var. inşallah onda görevli olmam. geçen yıl bu yüzden fazladan yıllık izin almak zorunda kalmıştım.

Wednesday, November 10, 2010

sanırım bizim yeni temizlikçiden bahsetmemiştim. ondan bahsetmeden yapamayacağım. sefa sağolsun pat diye beni bıraktı ve eve gelecek misafirler yüzünden evi kendim temizlemek zorunda kalmıştım. sonra sağolsun ben istanbuldayken nuray bana bir kadın bulmuş. kadın tam profesyonel, sen söylemeden her şeyi yapıyor. ilk gün eve geldim baktım ki çamaşır sepetinde ne kadar çamaşır varsa hepsini yıkamış. bunları yıkamana gerek yoktu dedim. ben bu hafta yıkarım sonraki hafta ütülerim dedi. bugün yazıyorum çünkü, sabah hepsini yıkamış. akşama kadar onları kurutmuş ve hepsini ütülemiş. bulaşık makinesindeki bulaşıkları bile muhakkak yaıkayıp yerlerine koyuyor. ne diyeyim Allah herkese bir atike nasip etsin.

dün akşam iş sonrası mehmetin yanına gittim. önce hastanenin karşısındaki pidecide çay içtik. sonra şehirde biraz gezindik. sahil şeridinde yürümek için parkur yapılmış. bayağı güzel olmuş. saat 6 gibi sofraya gittik. yemek yedik. yemekleri her zamanki gibi çok güzeldi. biraz oyalandık. mehmet ismaili aradı, o hala eve gitmemiş. ingilizce kursunan yeni çıkmış. biz ondan önce onları evine gittik. farahı bayağı özlemişim. bayağı sohbet ettik. mehmetle ismail her zamanki gibi bol bol hastaneden sonra da araba değiştirmekten bahsettiler. bakalım ne zaman karar verip de arabalarını yenileyecekler. ferah siparişlerimi gösterdi. bayağı birşey aldım. çoğunu annem ve ablama aldım. eni seyrettiğimiz diziye arada baktık. yakın zamanda tekrar görüşme planlarıyla ayrıldık. mehmet çıkışta o kadar plastiği görünce şaşırdı. asansörde merak etme çoğunluğu annem ve ablamın dedim. gece eve bayağı geç geldik.

ablamla istanbul gezisi

Pazar günü mehmetle havaalanına gittik. Ablamlar bizden sonra geldiler. Ablam her zamanki gibi (huylu huyundan vazgeçmez) bir valize yiyecek doldurmuş. Kilo sınırını tabiiki aştık ama onunkiler sayesinde değil benim valiz sayesinde. Onun yiyeceklerin bir kısmını da geri bıraktık. Tabii bu arada sürekli 'ben sana söylemedim mi herşeyi oradan alırız sonuçta eve gidiyoruz' vs vs söylenip durdum. İstanbulda hava gayet güzeldi. Evde biraz dinlendik ve ablamın getirdiği şeylerden yedik (boşuna söylenmişim. Tüm tatil boyunca kahvaltıları onlarla yaptık). Sonra ak ile buluştuk. Fatihteki dilek'e gittik, sohbet edip hasret giderdik. Ablamla ak, ak mısıra gitmeden önce tanışmışlardı. Muhammed ve ayşneur onu çok sevmişlerdi. Ak muhammedin konuşmasını aliye dizisindeki arda'nın konuşmasına benzetmişti. Ablam da ak'yı çok sevmişti. Hiç benim gibi değilmiş. O gelmeden önce ablam bayağı çekinmişti ama onu görünce rahatlamıştı. Sanırım 1-2 gün birlikte benim çamlıcadaki evde kalmıştık.
Pazartesi günü erkenden nişantaşına gittik. Ankarada sezonda beğendiğim mayoları indirimden aldım. Başka bir mağazadan da bayağı alışveriş yaptık. Sonra aklıma deri almak istediğim geldi ve daha önceden de derimi aldığım mağazaya gittik. Satıcı kadın bana bir tane yerine 2 parça sattı. almam gereken bu ve diğeri de bu. Bayağı para verdik. bence bu mağazadaki herşey harika. başka almak istediğim şeyler de var. ama bir taraftan da israf diye düşünüyorum. aslında ben fazla israf diye düşünmem, asıl düşündüğüm ileride almak istediğimiz evin parasından harcıyor olmak. Sohbet sırasında kadın 'biliyorsunuz hayrunnisa hanım da bizden alışveriş yapıyor' dedi. Ben hımm öyle mi dedim. Ablam bir müddet ' Allah Allah kim bu kadın acaba sosyeteden biri mi?' falan diye düşünmüş. Sonra konuştuğumuzda yani akşam ak ile, ablamın jeton nihayet düştü ve bayağı güldük. O gün başka neler yaptık pek hatırlamıyorum.
Aslında hangi gün ne yaptık pek hatırlamıyorum. Salı akşam bayram beylere yemeğe gittik. Yeni bebeklerini gördük. Diğerine göre daha uslu bir çocuk. Ablam yemek hazırlanma safhasında biraz bebekle ilgilendi. Yedik, içtik ve sonra eve gidip evde temizlik yaptık. Sanırım pazartesi gününden temizliğe başlamıştık ve son güne kadar da devam etti. Dip köşe her yeri temizledik. Sadece akşamları değil, sabah kahvaltı sonrası da temizlik yapıyorduk. Dışarı çıktığımızda ablama biraz hızlı yürüsene dediğimde, belim ağrıyor yürüyemiyorum diyordu. Ya da gece yattığımızda dizlerimin ağrısından uyuyamıyorum diyordu.
Fatihteki alışveriş merkezine akşam gittik, önemli bir şey de almadık. Ablam genelde her mağazada auyşenura uygun bir şey var mı diye baktı.
Çarşamba günü bayağı yağmurlu olduğu için çarşamba pazarı yerine önce ikeaya sonra foruma gittik. İkeada ablamın almak istediği bissürü şey vardı ve ben hepsini almasına engel oldum. Nasıl taşıyacaktık ki? Mağazadan çıktığımızda çok da mutlu değildi. Ben ikeadan kendime sadece top kek kağıdı ve 2 tane de kumaş aldım. Diğer aldığım herşey anneme veya ümmühan'a idi. Şimdiden kumaşın bir tanesi ile hem ayşenura hem de ablama çanta diktim, çok şeker oldu.
Forumda gezecek fazla vakit yoktu. Birkaç mağaza gezdik. Ayşenura birşeyler denedim ve bir gömlek aldık.
Forumdan dönerken takside ablam akvaryumun forumda olduğunu gecikmeli olarak anladı ve neden akvaryumu gezmedik diye sordu. Çok istiyormuş meğer. Ama iş işten geçti ama ben hemen ilerisi günler için plan yaptım tabii. O akşam ak ile yemeğe gittik, fatih'teki selam'a. Aslında kadınlar pazarında büryan yemek istiyorduk ama hava erken karardığı için gitmedik. Yediğimiz yemekler harika değildi. En son gittiğimde (mehmetle) bir daha buraya gelmiyelim dediğimi unutmuşum. Ben selamın lokmasını seviyorum. Mehmetle alıp evde yerdik: ama bu sefer hiç nasip olmadı. Yemek boyunca ak sürekli telefonda konuşup durdu. Yeğenleri, abileri ve öğrencileri sırayla telefonla arıyorlar. Hayırdır ak, neden bu millet seni arayıp duruyor dedim. Meğer ablamın aklından geçmiş de bana bir türlü söyliyememiş. Sevgili arkadaşımın doğum günüymüş ve ben günler öncesinden hatırladığım halde o gün hiç aklıma gelmedi.evdeki hazır hediyemi de aklıma gelmediği için getirmemiştim. Oflayıp pufladım tabii. Bir seferinde de ertesi gün (aslında biz onun doğum gününü 2 gün kutluyoruz. Çünkü bir gün doğmuş ve nüfusa ertesi gün yazdırmışlar) yani 2 gün sonra aklıma gelip aramıştım, üzgün bir vaziyette.nedense bende böyle oluyor. Günlerce o gün gelsin diye beklerken o gün geldiğinde unutuveriyorum.
Perşembe günü tekrar nişantaşı sonrası cevahire gittik. canım sıkkın olduğu için aç karna gezindim, canım hiçbir şey istemedi.
Ablamla uzun zamandır almak istediği antiallerjik yorgan için debenhams'a girdik. Zamanında muhammed emin küçükken ve sağlıklıyken ona ben alıp kargo ile yollamıştım. Şansımıza %30 indirim vardı.ama ablam bir türlü karar veremedi. Tek kişilik olan ayşenura küçük oluyormuş. Çift kişilik olan (200cm,200cm) büyük mü olur? Kendilerine de almak istiyordu. Onu da alsa mı?
Sonunda mağazadan çıktık. Ben canı sıkkın vaziyette, Birkaç mağazaya girdik çıktık. Zoraki kahve dünyasına girdik. Ablam muhammed eminle istanbula geldiklerinde girdikleri için illa girmek istiyordu. Sandviç yedik ve limonata içtik. Limonatası bayağı güzeldi. Bir daha gidersem mutlaka içeceğim. Sonra ablam kahve içti. Kasada bol çikolata aldık. Kredi kartımın limitinin dolduğunu orada öğrendik. Daha dönmemize çok varken sürekli nakit para mı taşıyacağım? Taşımak zorunda kaldım. Zoraki gezinirken mehmete hediye almam gerektiğini düşündüm ve Birkaç mağazaya baktık. Sonunda güzel bir süveter ve içine şık bir gömlek buldum. Gömlek meğer dar kesimmiş ve mehmete olmadı. Orduya baktık ama yoktu. Samsuna bakacağız. Mağazada satıcı adam sanırım eşinizde türk kası var dedi. 'Ne kası onda göbek var ' diyecektim ki göbeğe türk kası dendiğini anladım.
Debenhamsa tekrar girdik. Bol iç çamaşırı aldık. Ayşenurun yorganını aldık. Ben hediye 2 tane çocuk kıyafeti aldım. Milletin doğurup da benim de zorunlu olarak hediye almamdan nefret ediyorum. İçimden gelerek hediye almak istiyorum. Ve daha almam gereken kaç kişi var. bir de baharat takımı aldım ve ertesi gün gideceğimiz arkadaşın evine ev hediyesi. Ama sonra o da değişti, arkadaşın annesi ameliyat olacakmış, hediye bana kaldı.
yorganve 2 yastıkla metro ve sonra da taksimde kargoya kadar yürümek hiç de kolay değildi. Hafif olan eşyalarda ağırlığa değil, boyuta bakılıyormuş. Fazla para tutunca paketi yeniden açtırıp iyice vakumlamaya çalıştık. Fiyat yarı yarıya indi.
Cuma sabahı erkenden kalktık. Hava soğuk ve yağışlıydı. Milletin işe gittiği saatte biz kalkmış, kahvaltıya gidiyorduk. Ablam tıklım tıklım dolu otobüsü gösterip 'hepsi bizim gibi çaya gitmiyordur herhalde. Milleti işe gidiyor, biz çaya. Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım' dedi. Önce pastaneye uğrayıp poaça, simit aldık. Sonra biraz zor da olsa taksi bulduk. Taksi şoförü aynı ekmek teknesindeki şişman çocuğa benziyordu. Ak'yı güya alacaktık ama birbirimizi yanlış anladığımızı farkettik. İskelede buluşalım dedik. Meğer o bölgede bissürü iskele varmış. Çocuk 'abla n'apacaksınız buluşup da zaten size yanlış tarif vermiş,, sizi uğraştırdı, üsküdarda buluşun' dedi. Onun sözüne uymak zorunda kaldık, çünkü dönecek yer yoktu, üsküdara gittik ve buluşmadan taksiye atlayıp eski mahalleme çamlıcaya gittik. Yanlış sokakta inmişiz. Ablamla apartmanı ararken ablam 'bir yerlerden esranın sesi geliyor' dedi. Doğru duymuş, apartmanın arkasında inmişiz ve esra mutfakta pişi yapıyormuş.
Amcam bizi görünce çok mutlu oldu. Duygulanıp ağladı. Yanında sadece ablam ve ben vardık. Kulağına eğilip 'sadece senin için geldik, biliyorsun değil mi?' dedim. Kafasını salladı.
Masayı hazırladılar. Ben sadece bir bardak çay içtim. Yaptıkları pişilerden bana da bir paket hazırladılar. Ablam getirdiği oğlak etini kemiğinden sıyırıp parça parça amcamın tabağına koydu ve amcam da hepsini yedi. Zaten fazla kişiye yetecek bir şey değildi. Amcamın yemesini istiyordu ve hepsini o yediği için çok mutlu oldu. Kızlara çocuklarının hediyelerini verdim, pek beğendiler. Taksi çağırıp oradan ayrıldım. Aslında ben yürüyerek yokuş aşağı inerim, evimin önünden geçerim diye düşündüm ama taksi evin önünden bile geçmedi. Hb'ye gittiğimde ak çoktan gelmişti. Hb'ye diktiğim çantayı verdim. O da çok beğendi. Sonra ak şulenin geleceğini söyledi. Onun için diktiğim çantayı onu göremeyeceğim diye esraya vermiştim. Çok üzüldüm. Şule kahvaltımız bittiğinde gedli. Biz çay içerken o kahvaltı yaptı. Masada sohbet ettik. Bir ara berranın dağıttığı odayı kalkıp toparladı. Onun da sıkıntıları var. onunla en son arabayı aldığımızda ak ile birlikte eminönünde görüşmüştük. O zaman da sıkıntılıydı. Normalde ne hayat dolu bir kızdı. Onun böyle olması beni üzüyor biraz. Allah İnşallah sıkıntılarını giderir, yardımcısı olur. Ona ve tüm bekar arkadaşlarıma iyi eşler istiyorum (sıkıntısı koca değil ama eminim ki böyle bir şey olması hayatına renk getirir ve o da diğer sıkıntılarını unutur).
Bu arada ablam aradı, esra onu araba ile ikeaya götürmüş. İstediği ama benim aldırmadığım herşeyi almış. İskender abim samsuna araba ile gidecekmiş, o götürecek dedi ama akşam öğrendik ki bursaya gidecekmiş, götüremezmiş. Ablamın aldığı herşey orada kaldı. Bayrama İnşallah bir getiren olur.
İkea sonrası ablamı getirdiler ve şuleye maraton için sayı almak üzere capitole uğradık. Oradan sayı alınmıyormuş. Bu arada ablam ayşenura zeki'den birşeyler aldı. Şule ile ayrıldık. Ak ile eminönü vapuruna bindik. Yeni vapurlardandı. Yeni vapura ilk defa sabah bindim. Çok beğendim. Çok ferah, sıcak, camlar kocaman ve tüm manzarayı görebiliyorsun. Ak'ya hediyelerini verdik. Hava güzel olduğu için arka balkona çıktık. Harikaydı. Köprü ışıklandırılmıştı.
 
 
Posted by Picasa
Bol resim çektik. İnince hiçbirimiz eve gitmek istemedi. Yürümek istedik. 'Burada açık neresi var? Nereye gidebiliriz?' Dedim. Ablamın aklına cami geldi. Yeni camiye girdik.
 
Posted by Picasa
İçeride bissürü turist vardı.biz de gidip onlar gibi yere oturduk, sadece seyrettik. Sonra ezan okundu ve ablamla ak arka kısma gittiler. Ben de hep ne işe yarıyor şu bölüm diye düşündüğüm yerde kamet gitirildiğini gördüm. Hatta kamet getiren kişiyi 2 gün sonra fatihte caddede yanımdan geçerken görüp tanıdım ve ablamla, ak'ya söyledim, şaşırdılar. Namaz kılan erkekleri seyrettim.
 
Posted by Picasa
Ben namazda cemaatle kılınan bölümü seviyorum ama nedense farzı kıldıktan sonra erkeklerin caminin dört bir tarafına dağılmalarını da çok seviyorum. Bu manzara beni mutlu ediyor. Yüzüme bir gülümseme yayıldığını hisssediyorum.
Çıktığımızda hala eve gitmek istemiyorduk. Kahvaltıdan sonra yemek yememiş, sadece bir şeyler atıştırmıştık. Balık ekmeği ve turşu suyunu da üçümüz de çok seviyorduk. Oturup balık ekmek yedik. Eve otobüsle döndük.
 
Posted by Picasa

Cumartesi hava çok güzeldi. İkimiz de kalın giyinmiştik. Otobüsle veznecilere gidip yürümeye başladık, eminönüne kadar.
 
Posted by Picasa
İstanbul üniversitesinin kapısının önüne gittik. Ablam daha önce buradan sadece araçla geçmiş.
 
Posted by Picasa
Camiye girdik. Sahaflardan geçip kapalı çarşıya girdik. sahaflarda ablam ibrahim müteferrikanın büstünün resmini çekti. beyazıta ibrahim müteferrikayı anlatırım dedi. ablama kapalı çarşıda fazla vakit kaybetmeyeceğimizi çünkü eminönündeki mağazalar kapanmadan oraya da gitmemiz gerektiğini söyledim. Ablam kapalı çarşıya da daha önce gelmemiş. Çarşıya girince o ne tarafa bakacağını şaşırdı. Gitiğimiz her yöne dikkat ediyordum, tekrar aynı kapıdan çıkmak için. Kapalı çarşıda ben de şimdiye kadar doyasıya gezmedim. Sanırım onun için bir gün gerekli. Asistan iken tek başıma kapalı çarşıya gidip şöyle bir gezinmiştim ve o zaman kendime bir tane Peştamal almıştım. Kapılardan birinden hemen önceydi. Örücüler kapısı yazısını görünce tanıdık geldi ve o tarafa gittik. Mağazayı bulduk. Hepimize birer tane Peştamal aldık. Bizimkiler 25 liraydı sanırım. 40 lira olanlar da vardı. Yabancılar ona magic towel diyorlarmış, acayip su çekiyormuş ve başka yerde de satılmıyormuş. Güzel ve pahalı görünüyordu. Belki başka bir zaman alınabilir. İçeride çok güzel bir de van kedisi vardı. O mağazadan çıktık. Mağazaların dışından kumaşlara bakarken mağaza sahibi amca bana seslenip kızım gelsene içeri dedi. Amca ile bol bol sohbet ettik. Dizilerde oynamış, bize onları anlattı. Sanırım mağazanın adı sivas tokat pazarıydı. Kapalıçarşıdaki mescidin biraz ilerisinde. Metre işi çok güzel tülbentler (metresi 5 lira) ve çok güzel kumaşlar vardı. Ablam sanırım 10 tane kadar tülbent aldı. İkimiz çok güzel otantik kumaşlar aldık. Ben etek dükünmeyi düşünüyorum, biraz fazla parlak renkli (mavi olan benim, beyaz olanı ablam ayşenura aldı) ama çok sevdim. Evde giyerim diye düşünüyorum.
 
Posted by Picasa

Kapalıçarşıdan çıkıp divan yolunda yürüdük ve sultanahmetin önündeki banklarda oturup simit yedik, daha sonra da çay içtik.
 
Posted by Picasa
Orada bayağı oturduk.
Sultanahmet camiinin yan tarafına şöyle bir bakıp muhammed emini andık.
 
Posted by Picasa
Ahh benim güzelim.
Caminin içine girdik. Acayip kalabalıktı, içerisi turist kaynıyordu, hiç o kadar kalabalık olduğunu görmemiştim.
 
Posted by Picasa
Biraz da caminin içinde kaldık ve ayasofyanın önünden geçip eminönüne doğru yürümeye başladık. Yolda bir mağazada durup bol bol seramik nihale aldık.
 
Posted by Picasa

Eminönünde önce vakkonun mağazasına uğradık. Biraz orada alışveriş yaptık. Sonra kumaşçıya gittik sonra da iç çamaşırcıya. Erkek kardeşlerime bayağı bir çamaşır, çorap ve pijama aldım. Ablam da ayşenura pierre cardinin güzel bir pijamasını aldı. Mağazadan çıktığımızda ellerimizde kocaman kocaman poşetler vardı. Sonra sarılgana uğrayıp bıçak aldık. En son mısır çarşısındaki papatya aktara uğradık. Aromatik yağlardan ve bol miktarda baharat aldık. Taa mısırdan getirtmek istediğim sonra antepte bulduğum kahvaltılık zahteri burada buldum. Hem de paketi bile aynıydı.
Taksiye atlayıp evimize gittik.
Pazar günü ne yapmıştık acaba? Bu kadar süre geçince insan hatırlayamıyor. Millet koşuya gitti ona gitmedik, onu biliyorum da ne yaptığımızı pek hatırlayamıyorum.
Bayağı düşündükten sonra sanırım 1-2 gün sonra ne yaptığımızı hatırladım. O gün çok güzel bir gündü ve biz güne temizlikle başladık. Saat 3 gibi evden çıktık. Ablama kıyafet baktık. Önceki gün baktığımız ve almayı düşündüğümüz lacivert olan satılmış. Siyah olanı almak zorunda kaldık. Mağazada biraz sinir harbi yaşadık. Sonra başka mağazalara da uğradık. Başka şeyler de aldık. Ve ak ile buluşup hep birlikte saraya gittik. İlk defa terasına çıktım. Birkaç saat orada oturduk. Güzel bir akşamdı.

Ertesi gün pazartesi günü uçak biletini almak için acenta aradık ve biraz zorla da olsa bulduk. sonra ablamın kursuna gitmeden önce çikolata alabileceğimiz bir market aradık. onu da biraz zorla bulduk. kursa gittik.
 
Posted by Picasa
ablam hocasını sordu, orada değilmiş. büyük hocasını sordu. o da hastaymış, onu da göremedi. başka bir hoca ile görüştü. biraz ders dinledik. kursu gezdik. kurs çok değişmiş ve gelişmiş. ablam gelişmelerden mutlu oldu. benim için de farklı bir tecrübe oldu. aslında ayşenurun da bizimle birlikte olmasını, annesinin kursunu görmesini isterdim. belki sonra ablamla birlikte giderler. çıktığımızda ikimiz de halimizden memnun yürürken kursun yanındaki fırından ablam sivas bazlamalarından aldı. tadi bayağı güzeldi. karnımız da bayağı acıkmış, yürüyerek yedik ve sonra taksiye atlayıp panoramik müzeye gittik. Meğer metro ile gidiliyormuş, boşuna taksiye binmişiz. Ablam müzeyi çok beğendi. Fazla insan yoktu.
 
Posted by Picasa
İstediğimiz kadar içeride kaldık.
 
Posted by Picasa
Şu bulutlarda saklı fatih portresini oradaki görevli lazerle bize gösterdi. Ben küçük bir şey beklerken kocaman bir resim olduğunu gördüm. Sadece biraz ters yapmışlar. Ablam bol bol resim çekti.
 
Posted by Picasa
Çıkmaya pek niyeti yoktu ' hadi artık gecikmeyelim belki akvaryumun belirli bir saati vardır , gecikmeyelim' diyene kadar. Akvaryuma gitmek için önce tramvaya sonra da metroya bindik. Ama sanırım boşuna böyle yaptık. Topkapıda çünkü metro durağı da varmış. Akvaryuma gittiğimizde ayakkabılarım yüzünden biraz zor yürüyordum ve bayağı yorulmuştum. Benim ayakkabılarımın hepsi neden bu kadar rahatsız? Ablamın mantığına göre bir tane marka olmayan rahat ayakkabı alıp, onu uzun yürüyüşlerde giymem gerekirmiş. Belki de uygularım.
Akvaryuma yeni balıklar koymuşlar. Ablamla mersin balığına bayıldık. Bir tanesi sürekli kafasını yukarı kaldırıp duruyordu. Hatta ablam yarı beline kadar akvaryumdan çıkmış halde resmini çekmeyi başardı.
 
(bu benim kötü çektiğim resim) Kendi kendimize neden korkuyoruz? Akvaryumdan dışarı çıkacak hali yok ya, diye düşünürken görevli kız geldi ve bunların kendilerini havuzdan dışarı atabileceklerini anlattı. Bu balıklar ilk geldikleri hafta çalışanların bu özelliklerinden haberi yokmuş ve bir tanesi gece kendisini havuzdan dışarı atmış ve sabah ölü bulmuşlar. Şimdi sürekli bir görevli gündüzleri havuzun yanında duruyormuş, atlarlarsa içeri geri atmak için. Gece de havuzun üstüne çadır çekiyorlarmış. Çok uzun müddet havuzun başından ayrılamadık. Hatta ablam diğer balıklara baktıktan sonra geri dönüp tekrar baktı. Uzun müddet gözümüz o balıktaydı yani.
 
Posted by Picasa
Kapanış saati bayağı yaklaştığı için son kısmı hızlı bir şekilde gezdik. Akvaryum ablamın beklediği gibi çıkmadı. O her taraf tüneldeki gibi olacak zannetmiş. Herhalde dubaidekini görse onu daha çok beğenirdi. Kısacası akvaryumda onun tek hoşuna giden mersin balığıydı. Sonra forumu gezelim dedik ama ben çok yorgun ve keyifsizdim. Eve döndük. Eminim ablamın aklı kalmıştır mağazalarda (çünkü benim öyle oluyordu, istanbula asistanlık öncesi geldiğimde) ama ne yapayım ayaklarım işte...
ertesi gün evi toparlama devam etti (son saate kadar). Dışarı çıkıp alışveriş yaptık. Kendime kot etek aldım, çok şık oldu. Onun bedeni iyi de diğer aldığım eteklerimin bedenlerini büyük almışım belimden düşecekler neredeyse. Nasıl böyle bir hataya düştüysem. Ama çok güzel ciciler aldım. Sonra koşturarak eve geldik. Bavulları kapattık. Bayram bey taksi ile geldi. Taksi ile giderken taksici 'dışardan ülkemiz nasıl görünüyor?' dedi. Önce adam telefonda konuşuyor sandım. Meğer bize soruyormuş. Biz yurt dışından gelmedik , içerden iyi görünüyor dedik, gülerek. Ablam 'bu kadar yükle adamın bizi yurt dışına gidiyor sanması gayet normal' dedi. İnince zorlukla bilet işlmelerini yaptırmaya gittik. Ağır olan şeyleri el çantalarımıza almıştık. Ekstradan elimizde kol çantalarımız ve tam 3 tane gamboç (üçünü birden tek kişinin taşıyamayacağı kadar ağır). Ben bu durumlarda erkek olan görevlilere giderim. Bence onlar her zaman daha anlayışlı oluyorlar. Birkaç kilo fazlamız çıktı ama hafif boynumuzu bükmemiz yetti. Ablam bavulun kendisi ağır, darasını düşünce bu fazlalık ortadan kalkar dedi. Çocuk güldü. Bu şekilde korktuğumuz kısımlardan birini halletmiş olduk. Diğer kısma geçtiğimizde uçağın kalkmasına tam 2 saat vardı. Ona buna bakarken vakit geçti. İçeri girmek için hemen sıraya girdik (3. bizdik). Ne kadar erken girersek eşyaları yerleştirmek o kadar kolay olur düşüncesindeydik. Gerçekten de öyle oldu. Her şeyi yerleştirince derin bir nefes aldık ve gülmeye başladık.
Yolculuk sırasında thy sayesinde karnımız doydu. Her zamanki gibi sallanıp durdu uçak. Sanırım zonguldak üstündeyiz dedim, orada hep böyle sallanırmış. Dualar okudum. Ablam beni rahatlatmaya çalıştı. Uçak yolculuğundan Birkaç yıldır korkuyorum.
Yolculuk bittiğinde birbirimizi öptük ve ablamı şuayip abi beni de mehmet aldı ve evlerimize yollandık. Böylece istanbul yazımda nihayet bitmiş oldu.