Thursday, January 27, 2011

2 gündür canım sıkkın, tayin yerlerimiz belli oldu. o kadar düşük puanla bana da bir yer düştü hem de ilk tercihim. canım sıkkın ben nasıl yer değiştireceğim? nasıl ikimize birden çıktı? annemleri nasıl bıracağım? hastaneye çok alıştim son günlerim olması, oranın artık benim hastanem olması beni düşündürüyor. ama orası benim hastanemdi, ben orayı seviyorum. Allahım ağlamak istiyorum. ben hazır değilim.
mehmet o kadar rahat ki, canınbı sıkma diyor ama nasıl sıkmam? sabah kalkar kalkmaz aklıma geliyor. mehmet rahat ol diyor ama olamıyorum.
bugün ameliyatta başhekim tayinin çıktı da bana neden söylemiyorsun diyor. a. rıza iyi iyi bol bol gezip alışveriş yaparsın diyor. çok para harcıyacağım kesin. mehmet eyüp'e ben bayrampaşa'ya gidiyorum, tabii gidersek.
mehmet nasıl bu kadar rahat? ben neden bu kadar gerginim?
1 haftadır akşamları taşikardim oluyor. rahat değilim. muhammedi düşünüyorum. 95 nabıza dayanamıyorum. canım benim Muhammedim 160 nabıza nasıl dayandın? 1 haftadır sürekli aklımda. güzelim benim, güzel yeğenim benim, tatlı yeğenim benim teyzesinin bir tanesi nasıl dayandın sen o nabza? ah canım benim aklıma geldikçe dayanamıyorum. seni ne kadar özlediğimi farkediyorum. ak muhammed emin ahhhh...... içimdeki yazamıyorum. teyzesinin bir tanesi......

Tuesday, January 18, 2011

pazar günü mehmetin arkadaşlarıyla buluştuk yemekte. ama önce onun hastaneye gidip usg yaptırdık. herbir yerime baktırdım. heryerim temiz çıktı. acayip mutlu oldum. yemekte zehralar akupunktura başladıkları için ızgara yiyeceklerini söylediler. ben de diyetimi söyledim. ismail bissürü laf söyledi vazgeçirmek için. mantar sote yedim karnım çok güzel doydu. işe giderken götürmek için akşam yemek yapıyorum. işte kahvaltılığımı da evden götürdüğüm için karnım dah tok oluyor, eskisi gibi acıkmıyorum. şimdilik çok iyi gidiyorum.
pazartesi işe gidince nurayla oturup kritik yaparız diye düşünüyordum ki kızlar babasının perşembe akşamı arrest olduğunu bu yzden apartopar giresuna gittiğini ve ben onu zaten ararım diye bana haber vermediklerini söylediler. çok kötü oldum, gözlerim doldu. hemen aradım. kötüymüş. Allah yardımcıları olsun, bekliyorlar.
bu hafta icapçıyım ve 2 gündür eve geç geliyorum. tam mesai bitiminde iş çıkıyor. İnşallah bundan sonra rahat geçer.

Saturday, January 15, 2011

4 günü evde geçirdim ve hala hastayım. artık salondan yastık-yorganı kaldırdım, ayaktayım ama ağrım hala devam ediyor. sanırım yarın gidip muhtelif yerlerime usg ile baktıracağız.
istanbula gittiğimizde sinan bey aracılığı ile ilginç bir adamla tanıştık. vegan diyetin faydalarından bahsetti(hayvansal gıdasız beslenme, yumurta, süt, yoğurt, et, tavuk, balık). nette biraz gezinip baktım ve gece aniden uygulamaya karar verdim. aslında karar aşaması biraz sıkıntılıydı, acaba aç kalır mıyım? acayip iştahlı birisiyim nasıl irademe sahip çıkacağım? her öğünde yoğurt yerken şimdi yoğurtsuz nasıl duracağım? vs vs. mehmetin derdi de dolaptaki hamsi ve sütçüden alınmış yoğurt ve süt bittikten sonra başlamamdı.
gece çok düşündüm ve rüyalarım da onunla ilgiliydi. sabah mehmet ne kadar başlama diye ısrar etse de 'sen bana hiç destek olmuyorsun, zaten zor karar verdim. bana destek ol' dedim. dedim ama ne yiyecektim. başlangıcı şehriye çorbası ile yaptım. gün boyunca kendimi aç hissettim. sanki başım dönüyordu. sürekli birşeyler yeme isteği oluyordu ama yediklerim beni tatmin etmiyordu. sonunda mehmete 'konuşalım, beni meşgul et de karnımı düşünmeyeyim' dedim. şimdi fena değilim. mehmet kestane pişiriyor ve de kestane şekeri yapıyoruz. ilk günü bitirdim inşallah. bakalım hastaneye her gün yemeği nasıl götüreceğim? 6 ay uygulamayı düşünüyorum. bu süreç nasıl geçecek? dışarda yemek? misafirlikte yemek? ........

Thursday, January 13, 2011

3 günlük rapor aldım. bugün 2. gün. geçen haftadan beri her iki yanımda ağrı var. sanki batar gibi, sanki dayak yemişim de her tarafım ezilmiş gibi. grafi çektirdim, tetkik yaptırdım bişey çıkmadı. geçen hafta öksürüğüm hala geçmemişti ve ağrı yüzünden öksüremiyordum. hele bir de hapşırmak var ki, ona engel olamadığım için ağrıdan aklım gidiyordu. hasta olmayı, dr vs işlerini hiç sevmiyorum. salı günü ilaç çekmek için eğildiğimde sanki kramp girdi ve bir müddet hareket edemedim ve o zaman rapor almaya karar verdim. dün bütün günü yatarak ve uyuyarak geçirdim. evde temizlik de vardı ve sağolsun kadın yemeği de yapıp öyle gitti. bakalım 5 gün evde olmak nasılmış?
geçen hafta perşembe Muhammedin senesi dolması sebebiyle erkenden çıkıp eve geldim. hazırlanıp yürüyerek aşağı yola indim. 10-15 dk sonra otobüs geldi ve bindim. yolda biraz kitap okudum, biraz uyudum. otogardan hidayet aldı. evde hemen üstümü değiştirdim ve millet gelmeye başladı. bayağı kalabalıktı. babam ablama 'birşey söyleyeceğim kızım ama darılma' demiş. lafın devamını da bu seneki tevhide geçen yıllardaki gibi çok insanı beklememesi gerektiğini söylemiş ama babamın dediği gibi olmadı. bayağı kalabalıktı, 3 ev doldu. rahatsızdım ve holde oturduğum için biraz üşüdüm, biraz ağladım. onu düşündüm acaba şimdi burada olduğumuzu hissediyormudur diye. daha sonra konuşurken ümmühan da acaba şimdi aramızda geziniyor mudur dedi. sanırım hepimiz aynı şey düşündük. tevhid sonrası mutfakta tabakların doldurulmasına yardım ettim. servis tamamen bitmeden bir kısım yiyip ayrılmaya başlamıştı bile. saat 21 civarı ev ahalisi kalmıştık ve nuriye abla evi temizlemey başlamıştı. evi süpürdü, sildi sağolsun. ablamların eski kiracısı, çocukların meryem halasına da sen de tozları al deyip bez vermiş. meryem de insanlar daha oturuyor nasıl toz alayım demiş ama bakmış nuriye abla ısrar ediyor, banyonun kapısından başlamış, bayağı güldük.
akşam annemler ve çoğu insan gitti. eski kiracıları pamuk nene, kızları saliha hala (çocukların deyişiyle), meryem hala ve fatoş halaları kaldı. bayağı sohbet ettik. hepsi de çok komikler, yaşları bayağı ilerlemiş ama hiç biri evlenmemiş. muhammedin küçüklüğünden bahsettik, daha doğrusu onlar bahsettiler. muhammed onların da elinde büyüdü. muhammed boğazına çok düşkün bir çocuktu ve apartmanda (4 daireden oluşuyor) beğendiği bir yemek kokusu olduğunda gidip kapıları koklarmış, kaynağı bulmak için. sonra da o eve girip yemeği orda yermiş. ablamdan bir gün patates kızartması istemiş, ablam da yapmamış. çatalını da eline alıp aşağı inmiş ve meryem hala bana patates kızart demiş. orada patatesini yemiş. bir de çiğ köfte yaptıklarında nasıl ouyorsa her seferinde anlayıp ayşenurla birlikte aşağı gelirlerdi diyorlar. ve yöntemleri şuymuş; kapıyı açıp hiç konuşmadan sofraya oturuyorlarmış, çiğ köfteyi yiyorlarmış ve sonra da hiç konuşmadan evden çıkıyorlarmış. millet onları ellerini yıkamaya lavaboya gitti zannedip bekliyorlarmış ama sonra bakıyorlarmış ki çoktan gitmişler. muhammedin hastalığı döneminde çiğ köfte istemiş ama hiç bir şeyi çiğ yiyemediği için bulguru pişirmek istiyorlamış o yüzden de sen sonra gel biz yapalım seni çağırırız demişler. diyorlar ki meğer o sofra bezini yere serip yapılma şamasını seyretmesini seviyormuş, benim canım. o akşam bizi hem duygulandırdılar hem de çok güldürdüler. komik, eğlenceli bir aile. ak'nın muhammedin konuşmasını aliye dizisindeki ardaya benzetmesi gibi onlar da beyazıtı öyle bir geçer zamanki dizisindeki çocuğa benzetiyorlamış. diziyi pek seyretmediğim için bir yorumda bulunamıyorum. meryem, ablamlara bir taraftan gelmek istediğini bir taraftan da gelmek istemediğini söylüyormuş. sanki gelmeyince muhammed yaşıyor gibi hissediyorum, gelince yokluğunu hissedince garip oluyorum diyormuş. canım benim yokluğu öyle hissediliyor ki.
gece beyzıtla karşılıklı yattık. üstünü o kadar çok açtı ki her iki yanım ağrırken yataktan zorla kalkmama rağmen her seferinde kalktım ve üstünü örttüm. sonra baktım ki başedemiyorum bıraktım. onun yüzünden gece doğru düzgün uyuyamadım.
cuma sabah ablam da ben de geç kalktık ve kahvaltı ettik. hazırlanıp çarşıya çıktık. hava bayağı soğuktu. ablama çizme, ayakkabı baktık. bana kahverengi bir ayakkabı aldık. pentide indirim olduğundan bayağı bir çorap aldım, rengarenk.
sonra hüseyin abiye gidip ablamların beğendiği halılara baktık. hüseyin abi bize çay, kahve ikram etti ve biz oradan çıktığımızda hava bayağı kararmıştı. desaya gittik. istediğim ayakkabıyı denedim ve ayağıma olmadı. ablam da kendine uygun bir şey bulamadı. çok zorladık ama birşey alamadık. aslında desadan almak istediğim 4-5 parça var.
eve gidince ablamlar başka bir tevhide gittiler ve sonrasında annemlere gittik. mutfakta sohbet ettik eve arabaşının hamurunu yaptım.
ertesi gün kahvaltı sonrası yine mutfakta geçti. sarma sardık, annem tirit yaptı ben arabaşının çorbasını yaptım. tirit ve çorba hindiden yapıldı. aslında ben hindinin doldurulmasını istiyordum ama babam sağolsun hindi çok büyük diye (10 kg) parçalatmış. arifeleri çağırdık. akşam yemekte teyzemler, arife, ümmühan vardı. hamuru pek sevmediler, yiyemediler. ayşenur, annem ve ablam yediler. onların da midesine oturdu. ben de bunun çok normal olduğunu söyledim. annemin pilavı harikaydı, hindili, üzümlü, fıstıklı ve safranlı. akşam sohbetle geçti. bu arada berat ve hidayet cuma izmire gitmişler, hayvancılıkla ilgili bilgi almak için. ama sonra işin ne zor olduğunu anlamışlar sanırım.
pazar sabah annem gözleme, daha doğrusu pancarlı yaptı ve kahvaltıyı onunla yaptık. öğleden sonra babam beni otobüse binidirdi ve evimize döndüm.
aslında uzun zamandır istanbul tatilinin devamını yazmak istiyordum ama sanırım fotoğraf makinesini evin bir yerlerine saklayıp da bulamadığım için yazmak da içimden gelmiyor. belki de bu evde istirahat bahnesiyle bugün, yarın yazarım.

Monday, January 03, 2011

geçen hafta doğum evinde çalıştım. başka bir yerde çalışmak hiç de güzel olmuyor. olaya tam hakim olamıyorsun. enjektörleri bile garip geldi. hergün 45 kilometre gidip gelmek benim için pek de kolay değildi (kendi hastanem evden 2 kilometre uzaklıkta), git git bitmiyordu. arada yol bilgisayarına bakıyordum ne kadar kaldı diye.
hastanenin planı o kadar kötüydü ki odaların yarısı hastaların numara aldıkları yere bakıyordu. maalesef dr odası da aynı durumdaydı. camı açarsın içeri acayip bir uğultu gelir, kapatırsın oda havasız kalır. hele de loş ışıklar yüzünden sürekli yağmur yağmış da kapalı bir hava var zannediyorsun. tv'de fazla kanal yok. nuray bol bol dinlenirsin dedi ama bu tip dinlenme bana göre değil. günde 3-4 c/s ile gün geçer mi?
sevmedim hiç orayı. yemek çeşidi fazlaydı, sanırım 6 çeşit falan vardı. kimsenin günü yok, gelelim mi diye soruyorlar ben de herkese gelin diyorum. ne saçma birşey bu.
ilk gün öznur 15:30'da çıkarsın dediği için heveslendim ama son anda çıkan 2 vaka yüzünden saat 16:30'da ancak çıkabildim ve karanlık havada eve gitmek zorunda kaldım.
oranın inasnı rahatsız eden yanı icaplarıydı. kalkıp evden gidecek halim yok. hiç bir sorunu olmayan her vaka için telefon edip (ve başhekimin emri ile kayıt altına alınması için hastane telefonundan arıyorlar, biz sorumlu olalım diye) vaka alıyoruz diye söylüyorlar. bir seferinde gece 4 de aradılar. Allahtan acil vakaları fazla değildi. dün akşam halil aradı, naptın diye sordu. bu ay o gidiyor. anlattım, icapları sordu, bu konuda endişeleri var. bir de erkek ve bekar olduğu için onu getirtirler diye korkuyor.
cuma günü hava bayağı soğuktu ve benim hastalığım hala geçmemişti ve üstüne bir de her iki tarafımda şiddetli yan ağrım vardı. öksürmem bu yüzden kontrollü olmak zorunda, hala da öyle. eğer kendi hastanemde olsam işe gitmezdim ama mecburen gittim. eve gelince tüm akşamı yatarak geçirdim. yani yeni yıla salondaki üçlü koltukta pijamalarımla uzanmış vaziyette girdim. tüm akşam uyuduğum için gece çok geç yattım. ertesi gün de yatarak geçti. salondaki hasta yatağımı toparlamam pazar sabahı oldu. hala iyileşmedim ama artık o moddan kurtulmak istedim. mehmetle kahvaltı sonrası araba ile gezintiye çıktık. uzun saçlıya gidip çay içelim dedim. babamlarla çocukken köyden dönerken uğrayıp çay içmiştik diye hatırlıyorum. çay kaşıklarının jumbo olması dikkatimi çekmişti. teknisyenler 'arabası kötü olana servis yapmaz, beğenmediğine servis yapmaz, taze çayın var mı diye sorana çayım yok der' diye söyledikleri için biraz tedirgin gittim. mehmete de sakın çay taze mi falan diye sorma dedim. medreseönünde, yokuşu çıkarken hemen solda kalıyor. 4-5 tane araba vardı. boş bir masaya oturacaktık ki, üşürseniz içeride soba yanıyor içeri gelin dedi. sonra da 'kaç bardak içersniz , 2'şer bardak yeter mi?' diye sordu. yeter deyince 'siz aşağılarda biraz gezinin, ooralar da benim. çayın hazırlanması biraz vakit alır' dedi. aşağıda da insanlar denize karşı çay içiyorlardı. güzel, sevimli bir yer. adam emek vermiş ve işini severek yapıyor belli.
içeri girdik. bir aile daha vardı. o ailenin 4-5 yaşlarında bir çocuğu vardı. çocuklara çay vermeyi sevmem dedi. çocuklar genelde çaı döküyorlar dedi. ama çocuğun annesi 'sizin çayınızın tadına o da baksın istiyoruz' dedi ve bir paşa çayı aldılar. masada avcılıkla ilgili 4 dergi vardı. mehmetle onları inceledik. bu ara mehmet tv'de sürekli belgesel seyrediyor, aslan geyik yakalıyor, timsah zebrayı boğazından ısırıyor.
duvarlarda bir kaç ünlüyle ve avlanırken resimleri var. 2 tane doldurulmuş kuş var ve bir de sanırım zıpkınla balık avlıyor, kıyafetleri ortalarda.
çaylarımız pırıl pırıl bardaklarda geldi. mehmete 'bizim bardaklar bu kadar parlamıyor' dedim. kaşıklar yine jumbo, çay tabakları klasik kırmızılı olanlardan. şeker kıtlama tipi. ikinci bardakları başka bardaklarda getirdi. zaten adam sürekli küçük bir alanda sürekli bardak yıkıyor ve bardakları da bayağı gayretli yıkıyor. çayı gayet güzeldi, anladığım kadarıyla herkese ayrı çay demliyor. çünkü her gelene kaç kişisiniz ve kaç bardak içersiniz diye soruyor.
çıkşta daha ileri gidip saklı bahçeye baktık. masaları içeri almışlar millet yemek yiyordu ve biz henüz acıkmamıştık. hamsileri ızgarada pişiriyorladı ve doğrusu biraz gözüm kaldı ama tok olunca istediğin kadar gözün kalsın..
evde akşam arabaşı yaptım.

şükür bugün yurda döndüm ve bissürü yazı işlemi vs'yi beni bekler buldum. nuray babası yüzünden izne ayrılmış, 3 günlüğüne. kala kala 3 kişi kaldık. başhkm yazı göndermiş, 6. salonun hazır hale getirilmesi diye. kızlar dediler, Allah allah niye yazı yollmış, seni aramamış ki? başka yazılar da yollamış, herhalde artık yazılarla anlaşacağız deyip gülüştük.

gün içinde nette portakal ağacına bakarken yeni mutfağı ile ilgili yorumlar dikkatimi çekti. insanlar ne kadar tuhaf düşüncelere sahip, insanlar ne kadar kıskanç, çekemez. zenginliğinizi gözümüze sokmayın demişler. halbuki kız ne güzel sunumlar yapıyor ve biz de ağzımız açık bakıyoruz, örnek alıyoruz. umreye, hacca gidiyormuş ve insanların yiyemediği şeyleri yapıp gösteriyorsunuz diyorlar. garipsedim, Allah Allah benim de çok okuyanım olsa bana da böyle garip yorumlar yaparlar mı diye düşünüyorum. haticenin mutfağını çok beğendim. duvarları benim istediğim gibi, hayırlı uğurlu olsun.

daha listeyi görmedim ama sanırım yarın nöbetçiyim. muhammedin perşembe günü senesi doluyor ve cuma günü izin kullanmak için bu nöbete ihtiyacım vardı. vakit ne çabuk geçiyor. muhammedimizi kaybedeli 1 sene doluyor. bugünler bizim için çok sıkıntılı günlerdi.