Wednesday, October 29, 2008

trabzon,gülbahar hatun camii, çardak pidecisi

mehmetle gülbahar hatun camii'ne giderken hemen aşağısındaki kuğulu parka uğrayıp havuzdaki kuğulara baktık.
Bu cami Yavuz Sultan Selim zamanında annesi Gülbahar Hatun adına 1514 tarihinde yaptırılmıştır. Zamanla, etrafındaki Medrese, İmaret, Mektep, Darü'l-Kurra ve Türbe ile bir Külliye oluşturmaktaydı. Bugün diğerleri yıkılarak sadece doğusundaki Türbe ayakta kalmıştır.


yukarda trabzon kalesinin surlarından biri görülüyor.
mehmetle camiden çıktık ve bedestene nasıl gideceğimizi düşünmeye başladık. önce genç bir adama sorduk, açık öğretim bürosunu arıyormuş, o da yabancıymış. sonra yanında karısı olan bir adama sorduk. adam tipik karadenizliydi. bize kendilerini takip etmemizi söyledi, eşi de o tarafa gidecekmiş. onlar önde biz arkada bayağı yürüdük. sonra adam hiç bir şey demeden karısından ayrıldı ve ağaşı doğru gitmeye başladı. bir ona bir ona baktık. sonra adam arkasını dönüp, karısını takip etmemizi işaret etti. sonra kadınla daha samimi bir şekilde gitmeye başladık. fakülteye hasta ziyaretine gidecekmiş, minibüse binecekmiş. bizi kalabalık çarşının içinden geçirip, bedestenin önüne kadar götürdü.


bedesten; trabzonun bilinen en eski ticaret yapısı olduğu kabul ediliyor. 2001 yılında valilikçe restore edilerek yeniden açılmış. içerde sadece bir tane bakırcı vardı ve onda da bakırlar pahalıydı. ya da benim sorduğum pahalıydı. bir tane de telkarı satan bir dükkan. bedesteni pek de sevmedim.
çarşı bayağı kalabalıktı, istanbul mahmutpaşa gibi. çarşıdan çıkıp çarşı camiini gezdik.

Bu camii, kendi ismi ile anılan çarşı mahallesinde, Barok-Ampir tarzında olan camiinin kuzey kapısı üzerinde bulunan kitabesinde H.1255(1839) tarihinde Trabzon valisi Hazinedar Zade Osman paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmiş.
camiden çıkıp çarşıdan geçerken kalaycı dükkanları gördük. benim bakırlarımı de babam kalaylatmış ve samsundan alıp eve getirdik. içlerinde babaannemin ayran tası ile babamların 45-50 yıllık, çarşambadaki lokantalarından kalan su sürahisi olarak kullanılan kulplu tas da var. mehmet kesinlikle kullanmam dese de ben kullanacağım.

çarşıda bir de bu kapaklar dikkatimi çekti. bloglardan birinde okumuştum. kapakların karadeniz dışında başka yerde satılmadığından bahsediyordu.

sanırım gerçekten de öyle. bu kapaklar hamsi tava yada tavada börek yapınca kolayca çevirmek için kullanılıyor.
çarşıda gezinirken sırf trabzon spor forması satılan bir mağaza gördüm ama adam öyle kötü bakıyordu ki resmini çekemedim. bu şehirde her yerde (fabrikalar ve evlerin dış cephesi dahil) bordo-mavi renkleri kullanılmış.
mehmetle trabzona gelmemizin asıl nedeni bana araba bakmaktı. önceki akşam forum'a giderken araba galerisini görmüştük ama şu aradan bu aradan inelim derken bayağı yol yürüdük.

belediyenin önünden geçtik, karnımız çok açtı ama netten okuduğum yerlerden hiç birini göremediğim için yemek yemek istemedim. aşağı inerken girdiğimiz ara sokaklarda nataşalar için kullanılan küçük moteller gördük.

galeriye vardık ama istediğimiz araba yoktu, 1 hafta sonra gelecekmiş. keşke telefon etseydik dedik. burada halledemediğimize göre istanbula gitmemiz gerekecek.
galeri sonrası çardak pidecisini bulmak üzere uzun sokağa gittik. sokağın belediye tarafındaki ucu. pideci ise hemen sağda.

uzun sokak istanbuldaki istiklal caddesi gibi birşey. acayip kalabalık. forumdaki mağazaların çoğu burada da var. yürürken çok güzel bir bina gördük ve gidip ona baktık, trabzon müzesiymiş. maalesef ki vakit olmadığı için gezemedik.

çardak pidecisini bulduk. uzun sokağın sonundaymış. aslında bu sokağın sonu dediğim yer belediyenin olduğu meydanın hemen üstünde. boşuna bissürü yol yürümüşüz.

pideci bayağı kalabalıktı. biz bahçede oturduk. yaprak pide istedik, muhteşemdi. kaç yıldır samsunda pide yerim bunun kadar iyisini yemedim.

burada çaylar genelde süzülmeden geliyor. çay şekeri de kocaman kesme şeker. pideci de hamsiköy sütlacını (hamsiköye gidemeyeceğimiz için) yiyebileceğimiz üstad lokantasının yerini sordum. meğer belediye binasının yan tarafındaymış.


sütlacı yedik ama bence o kadar da muhteşem bir şey değildi (belki hamsiköyde daha güzeldir). rizede liman lokantasında yediğim sütlaç (üniversite yıllarında) çok daha güzeldi.
uzun sokakta öğretmenevine gitmek üzere geri yürürken beton helvacıyı gördük. mehmet kendine kakaolu, bana da minicik poşetlenmişlerden aldı. küçükken babam bir yerden getirmişti, çok sevmiştim. eve gelince çayla büyük bir zevkle yedim.

Tuesday, October 28, 2008

sophie kinsella

Posted by Picasa
trabzonda d&r'da sophie kinsella'nın bu kitabını görünce bayağı heyecanlandım. içeri girip fiyatına ve yazarın başka hangi kitapları olduğuna baktım. sanırım 1 yıl önce mağazada bu yazarın hiç bir kitabı yoktu. fiaytı biraz yüksek geldi ve ingilizcesi var mı diye sordum. orada yoktu, istanbulda bazı mağazalarda vardı. madem bu kadar para vereceğim bari ingilizcesini alayım dedim ve bir de bana sophie kinsella'nın 2 güzel kitabını yollayan sevgili jujubeyi hatırladım. buradan tekrar teşekkür ederim. maalesef ki gelen paketi yanlışlıkla çöpe attığımız için adresini kaybettim ve ben kendisine bir şey gönderemedim.

Monday, October 27, 2008

neden yasak?

neden sayfama giremiyorum? artık nereye yazacağım?

neyseki kısa sürdü:))

Tuesday, October 21, 2008

oy trabzon, trabzon

3 ekim sabahı nöbet iznimizi kullandık ve mesaiye göre geç ama tatil günlerine göre erken kalkıp kahvaltı yaptık. valizmizi hazırladım ve evden öğlene doğru çıktık. kahvaltı öncesi hastaneden aradılar, bizim teknisyen yasemin vefat etmiş. çok üzüldüm. keşapta bir kaç yere sorup vlerini bulduk. yaseminin annesi ve babası daha önce vefat etmişler, yaseminin de içinde olduğu bir araba kazasında. daha doğrusu sele gitmişler 2 yıl kadar önce.
yere koymuşlar. üzerine çarşaf örtmüşler. yüzünde bir tülbent, incecik kaşları belli oluyor. başının her iki tarafına 2 kırmızı karanfil koymuşlar. vücudunda sıralı bir kaç tane kırmızı, beyaz karanfiller. güzel, alımlı 22 yaşında manken gibi kızdı, kırmızı karanfillerle böyle bile güzel görünüyor. o kadar zayıf ki sanki yerle bir. zaten zayıftı daha da zayıflamış. başında babaannesi ağlıyor. yaseminden ziyade halil'ine. arada yaseminim diyor. insanın annesi, bacısı olmayınca cenazesi de böyle mahzun oluyor. cenazesi ertesi gün kalktı. tabutunun da mezarının üstü de tamamen çiçekle kaplıymış. bu hafta sonu tokideki evindeki eşyaları boşaltılmış. bizim teknisyenler gidip hatıra eşyalarından almışlar. (hiç fotojenik değilmiş, öldükten sonra öğrendim. gerçekten de öyle.)

öyle garip ki sanki hala hayatta gibi geliyor. onunla çok az çalıştık. genelde nöbete geldğinde odada üstünü değiştirmesini hatırlıyorum. kısa elbisesini yada dar pantolonunu. bir de çamlıkta ilk defa çıktığı avukat çocuğun ona ağzı açık bakarak yürümesini, onun ise gülerek yürümesini hatırlıyorum.
giresundan sonra ilk molayı akçabatta verdik. bizim teknisyenin tavsiyesiyle (ailesi trabzonda yaşıyor) yemeği daha doğrusu akçabat köftesini körfez'de yemeğe karar verdik. aslında dışardan gelenler nihat usta ve cemil ustada yermiş. sanırım ben de üniversite yıllarımda geldiğimde bunlardan birinde yemiştim. körfeze, akçabatın girişinde, sahilde 4 minareli (mehmetin süleymaniye diye dalga geçtiği) büyük camiden sonraki kavşaktan dönülerek ulaşılıyor. önüne vardığımızda sağda ve solda olmak üzere 2 tane körfez vardı. soldakinde bahçe var diye biz ona gittik ama kafamızda acaba diğerine mi gitseydik diye bissürü soru işareti oluştu. soldakinde bahçe vardı ama sağdakinde yemek yerken kayıkhaneleri görebiliyorsun.

köfte güzeldi. resmini çektim sanıyordum ama çekmemişim. köfte ile kupkuru kızarmış patates geldi. biz hiç dokunmadık, eminim bizden sonra da başka bir müşteriye gitmiştir. köfteyi 2 kişi için 500 gr getirdiler. halbuki nette birinin tavsiye ettiği gibi kişi başı 200 gr kafiymiş. piyaz söylemiştik. kocaman bir tabakta geldi ama sultanahmet köftecisindekiler (selim usta) kadar lezzetli değildi. sonrasında tatlı geldi, baklava. sanki ev yapımı gibiydi. çayla çok iyi gitti. en son meyve geldi.
trabzona vardığımızda hava karardı veyağmur yağmaya başladı. öğretmenevinin yerini sorduk ama adamın tarifinden fazla da birşey anlamadık ama girdiğimiz yol bizi öğretmenevinin önüne çıkardı. park yeri dolu olduğu için o sokakta bulunan katlı otoparka parkettik ve öğretmenevine gidip kaydımızı yaptırdık.
o akşam forum alışveriş merkezine gittik. gayet güzeldi, tabii istanbuldakilerle fazla karşılaştırmıyorum. samsunda da bu büyüklükte alışveriş merkezi olsa ne harika olurdu. o gün sadece mağazalara baktık, birşey almadık. o akşam hava yağışlı olduğu için uzungöle gitmeme kararı aldık. geri dönerken kaybolduk. ara sokaklara girdik ve biraz gezindikten sonra öğretmenevini bulabildik.
ertesi gün kahvaltı sonrası ilk öğretmenevini ararken geçtiğimiz sokaklarda yürüdük, köprülerden geçtik. arada yağmur yağıyordu.

ilk geçtiğimiz köprünün altında kocaman bir manolya ağacı vardı, öyle muhteşem görünüyordu ki. orası fide yetiştirilen bir yerdi. sonra mehmetle önceki akşam kaybolduğumuzda o mahalleye girdiğimizi anladık.
Kanuni Sultan Süleyman, Trabzon valisi Yavuz Sultan Selim’in oğlu olarak trabzonun Ortahisar mahallesinde doğmuş ve 15 yaşına kadar Trabzon’da yaşayarak eğitiminin büyük bölümünü burada tamamlamış.
Ortahisar’da Kanuni Parkı isminde bir park var. burada trabzon fatihi Fatih sultan mehmetin adını taşıyan fatih camii, Kanuni Evi olarak adlandırılan ve kanuni vakfına ait bir ev ve önünde Kanuni Heykeli var.
aynı meydanda tömer olarak kullanılan başka bir tarihi ev ve bir heykel daha (kimin heykeli olduğunu hatırlamıyorum) var.

evlerin arasındaki meydanda çocuklar top oynuyor.


Trabzon Belediyesi-TOKİ işbirliği sonucu yürütülen Zağnos vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkılan binaların yerine çok güzel bir park yapılmış.

parkın içinde 2 adet Kafeterya 1 adet çok amaçlı birim, 1 adet amfi tiyatro ve çeşitli su elemanları varmış.
projenin adı Zağanos Paşa dan geliyor.

netten bulduğum kısa bilgiye göre, zağanos paşa Rum asıllı devşirme Türk. Fatih Sultan Mehmet devrinde önemli rol oynamış, Gelibolu sancak beyliği ve kaptan-ı deryalık görevlerinde bulunmuş, 1467-1469 yılları arasında ise Trabzon Sancak Beyliği yapmış bir Osmanlı paşasıdır.
köprünün yukarı kısmı böyleyken, aşağı kısmı ise böyle yapılmayı bekliyor.


trabzon gerçekten güzel bir şehirmiş. ben çok beğendim. buradan sonra yakındaki gülbahar hatun camiine gittik ama yazmaya şu an için vakit yok. yani şimdilik bu kadar.