Monday, February 25, 2008

samsundayız

Samsundayız. Cuma günü mehmetin raporunun süresi dolduğu için ve hastaneye başlaması gerektiği için Perşembe günü 06:50 de anneme ve babam el sallayarak yola çıktık. Sabah kahvaltımızı sapancada yaptık. Daha önce yazmış mydım bilmiyorum ama sapanca adı ne zaman geçse mehmetle aklımıza d.bakırdan dönerken yaptığımız konuşma geliyor. Tartışır gibi olmuştuk. Ben ona beni balayına sapancaya götürmediği için kızmıştım. İlk günlerde gitmeyelim sonra gideriz demiştik ama sonra mehmetin tezi, sınavı, sonra da askerlik derken o gün hiç gelmedi. Bu çağda maddi durumu en kötü olan insan bile gidiyor. İçimde bir ukde. Sadece mehmetle elele tutuşup göl kenarında gezinmek istiyordum.

Neyse sapancada bercestede kahvaltı ettik, hediye götürmek üzere bir şeyler aldık (hünnap, gün kurusu). Yollar gayet güzeldi. Yol üstündeki aytaç tesislerinde durup resimler çektik, Mehmet babasına senin fabrikanın önünden geçtik dedi (yimpaşzede). Bayağı büyük tesis. Tosya ve osmancıkda manzara çok güzeldi. Tosyada yemek yedik, osmancıkda çay içtik. Tosyanın pirinci ünlüymüş, durup pirinç aldık. Osmancıkta ulusoyun tesisinde durduk. Ordan da leblebi aldık. Samsun il sınırına geldiğimizde yolda oyalandığımız için biraz geç olmuştu. En çok kar buraya yağmış. Doğruyu söylemek gerekirse biraz korktum. Mehmete yavaş gittiği halde sürekli yavaş git deyip durdum. Eve geldiğimizde annemler evde yoktu, geçen hafta vefat eden ismet amcanın (azizin babası) mevlüdüne gitmişler. Eşyaları yukarı taşıdık. Annemler bayağı geç geldiler.

Cuma günü gidip hastanede mehmetin başlangıcını yaptık. Diğer doktor iyi birine benziyor, Bulgar göçmeni. Yalnız orada kötü bir süprizle karşılaştık. Bir hafta önce ankaraya bakanlığa gittiğimizde kesinlikle ordu ili dahilinde doktor fazlalığı var derken bugün her iki ilçeye birden kadro açmışlar. Şok olduk, diğer doktor ve başhekim de dahil. İsmaili gördük (taksim nrş’den) bizimle bayağı ilgilendi. İşlerimizi çok kolay hallettik. Tüm günümüz çay içmekle geçti. 4 te çıktık ve ulusoyun termedeki tesisinde pide yedik. Çok güzel bir tesis ve pidesi de harikaydı.

Ertesi gün akşam ablamlar geldiler. Muhammedi nasıl göreceğimi merak ediyordum. Canım benim aynı küçüklüğündeki gibi çok şekerdi. saçları pırıl pırıl, ipek gibiydi. sanki hiç hasta değil gibi. gülüyor, eğleniyor. hasta olduğu için her istediğini yapıyorlar. cep telefonunun biri gidiyor biri geliyor. kıyafetleri hep adidastan. okula gidemediği için çok üzülüyormuş. ablam canı sıkılmasın diye beyazıtı da göndermiyor, zaten beyaztın kendisinin de canına minnet. muhammedin bu hafta tetkikleri çıkacak, bekliyorlar. İnşallah iyi sonuçlar alırlar da artık kemik iliğine gidebilir.

Onlara aldığım her şeyi çıkarıp gösterdim. Muhaamed ona fazla bir şey almadığım için çok bozuldu. Bu sefer en fazla kıyafet beyazıta oldu.

Pazar akşamı evde miskin miskin otururken ve ümmühanı beklerken ablamlar hidayetlerle birlikte yemeğe gitmişler, illa siz de gelin dediler. Yemeğe gittik, ordan da güzel bir kafeye tatlı yemeğe. Çok güzel geçti. beyazıtın yaramazlıkları dışında.

Sonra son sürat eve geldik çünkü amcamlar gelmişler bizi bekliyorlarmış. Bir deümmühanlar. Ümmühan onu da çağırmadığımıza çok bozulmuş ama ben napayım biz de gittiğimizde millet yemeğini bitirmiş, çay içiyordu.

istanbul'da uzun bir tatil

Perşembe günü sabah erkenden samsuna doğru yola çıkmamız lazım. Mehmetle içimize hüzün çöküyor. Ama geçen hafta ki kadar çökemez herhalde. Geçen hafta sevgililer gününde mehmetle adsl’i kapattırmaya gittik (evimiz ve geleceğimiz hala belli olmadığı için kapattırmaya karar verdik). O gün annemle Muhammed hakkında konuştuğumuz ve annem de hiç iyi haberler vermediği için onun da bende oluşturduğu moral bozukluğuyla kötü bir ruh hali içindeydim. Mehmetin de son günleri olduğu için canı sıkkında. Evimize dönerken kafamızdan neler geçti neler. Mehmet’in bugünlere canı evimiz olmamasına çok sıkılıyor. O gün bütün günü boş boş geçirdik. Ertesi gün ise Mehmet ani bir kararla il sağlık müdürlüğüne gidip bütün günü rapor almaya uğraşarak geçirdi.
Buradaki günlerimiz bitti. Buraya yoğunluktan fazla yazamadım ama her günüm dolu dolu ve güzel geçti. Kalabalık evde yaşamanın zorluklarını bayağı bir hissetsem de ileri de güzel birer hatıra olarak kalacaklar.
Sanırım 23 ocaktı, gül böceğinin bir kız kardeşi oldu, güldane. Sabah Mehmet, Sinan bey, verda ve ben erkenden kalktık. Mehmet markete gidip loğusa şekeri için alınması gereken ama benim unuttuğum şekeri ve kahvaltı için ekmek aldı. Bizim odamızda kahvaltı ettik. Verda da gül böceğine bir şeyler yedirdi. Ben kahvaltıyı yarım yamalak yaparak loğusa şerbetini hazırlamaya başladım. Erkekler annemi almaya gidince verda ile ben de hazırlanmaya başladık. Kendimi kurbanlık koyun gibi hissediyorum dedi. Çıkmadan biraz ibadet edeyim ne olur ne olmaz dedi. Annem yenge hanıma akşam termosun yerini sormadığı için okula telefon açıp termosun yerini öğrenmiş. Sinan bey her ne kadar yapmasan olmaz mı şu şerbeti dese de ben yaptım. Annemi alıp geldiklerinde verda aşağı indi. Mehmetin yukarı getirdiği termosa şerbeti koyup hızlıca evden çıktık. Hastane kavşağına geldiğimizde Sinan bey kavşağı kaçırdı ve hastaneyi bulmak için bayağı dolaştık. Hastane (verdanın doktoru sürekli orada çalışıyor diye, ona kolaylık olsun diye) 3. sınıf bir hastaneydi (JFK). Evimizin yakınındaki hastaneler oradan bin kat daha iyiydi. Odaya yerleşmemiz biraz zaman aldı, hazır değilmiş. Odaya yerleştikten kısa süre sonra verdayı almaya geldiler. Biz ameliyatına girmedik. Giderken onu öptük ve anesteziste söylemesi gereken şeyleri söyledik. Sonra önce bebek geldi. hemşire gözümüzün önünde bir odada (camlı bir oda) çeşmede ilk banyosunu yaptırdı. Öyle rahat yıkıyordu ki mehmetle yeni doğan bebeklerini yıkamakta güçlük çeken çiftleri hatırlayıp (arife-bayram gibi) güldük. bebek gül böceğinden daha güzeldi ve bize de bayağı uğurlu geldi. gül böceği mehmeti hiç sevmediği için mehmet 'güldane in, gül böceği out' sloganını sık sık kullandı. uzun zamandır tamirde olan arabamız nihayet tamirden çıktı ve bir de mehmetin özelden almayı ummadığı para hesabımıza yatmış. Bizimle beraber katta bulunan herkes de bebeği seyretti. Daha sonra mehmetle birlikte aşağıdaki çiçekçiye indik. Çiçekler bayağı kötüydü ve biz de arayarak bir çiçekçi bulduk. Bir tane Sinan bey için bir tane de bizim için çiçek siparişi verdik. Verda geldiğinde gördük ki sadece epidural yada spinal yapılmamıştı. Hem de uyumuştu. Epidural yapılmış, damara girilmiş ve ilacın bir kısmı yanlışlıkla oraya verilmiş. Sonra spinal yapılmış, sonra da nedense uyutmuşlar. Anestezi uzmanı ben böyle hasta görmedim, bir daha da doktor uyutmayacağım demiş. Verdaya hastanedeki arkadaşları ‘aaaaa bu devirde hala genel anetezi mi?’ dedikleri için genel anestezi istememiş ama sonrasında çok pişman oldu. Çünkü bir hafta süreyle şiddetli başağrısı çekti. O gün odamıza gelen herkese şerbetimizden ikram ettik.
Bir de çikolatalarımızdan. Akşam biz Sinan beyle hastaneden ayrıldık, annem verda ile kaldı. Akşam yenge hanımlar, kuzucuklar da ziyarete gitmişler. O akşam eve vardığımızda evimizin içi tarçın ve karanfil kokuyordu (şerbeti yaptığım tencereyi yıkamadığım için). O akşam Sinan bey gül böceğini de alıp geldi ve akşam gül böceği babası ile yattı. Ertesi sabah Mehmet Sinan beye erken kalkıp hastaneye git demesine rağmen Sinan bey bizimle birlikte kahvaltı yaptı ve iki taksi tutarak onlar hastaneye biz de derindereye (zeytinburnu) gittik.

Arabamız nihayet tamirden çıktı. Arabayı alınca bakırköydeki alışveriş merkezine gittik. Biraz alışveriş yapıp akşam karşısında açılan yenisine de girdik. Güya o gün Sinan bey de bize katılacaktı ama hastanede annemden ve verdadan fırça yemiş. İkisi de hastanede bayağı sıkılmışlar. Bir de verda biraz kötüleşmiş, annem bayağı korkmuş. Mehmetle biz şikayetlerini dinleyince bize konversif gibi geldi gerçi (psikolojik). Akşam hastaneye gidip Sinan beyi ve gül böceğini alıp taksime gittik ve çılgın dürümcüden dürüm aldık. Akşam yemeğimiz bu dürümlerdi.
Cuma günü verda hastaneden çıktı. Yeni bebek, güldane benim ceviz sandığımın üstündeki yatakların üstüne yatırıldı (gül böceği de ona yetişemesin ve zarar vermesin diye. Çünkü bebek için çirkin, yaramaz kelimelerini kullanıyordu).
O hafta bizim için hiç kolay olmadı. Kalabalık bir ev ve sürekli baş ağrısından şikayet eden bir loğusa. Sezeryan ağrılarını hiç hissedemedi bile. Birkaç gün ona serum taktık, şikayetlerini dinledik. O günlerde bizimle birlikte Sinan bey de gezdi ve işi daha ileri boyuta taşıyıp abd’ye kongreye gitti. Onun yokluğunda gül böceği bize bayağı alıştı, Babasının yokluğuna da tabii. Babasının gelmesine birkaç gün kala ona ‘baba amerikada’ demeyi öğrettik. Peti amcası ile her sabah yavaş yavaş ekmek almaya gidiyordu ve kendine de yumurta (çikolata) alıyordu. Artık peti amcaya çok fazla ‘sen yaramazzssın’ diye bağırmıyordu. Benim evde giydiğim yeni ayakkabılarıma kafayı takmış, illa kendisi giymek istiyordu. babası abd den dönünce ona aldığı ayakkabılardan birini giyip mutfağa (ben bulaşık yıkarken) geldi ve bir kendi ayakkabısına bir benimkine bakıyor ve 'baak' diyordu.

Bol bol çantamı karıştırıyordu. Geceleri odamıza gelip sadece bana iyi geceler öpücüğü veriyor, kapımız kapalı ise ‘sen napıyorsun orda’ diye bağırıyordu. Bu kadar ayrıntılı yazıyorum çünkü ileride belki de bu yazıyı gül böceği ve güldaneye gösteririm.
Sömestir tatili başlayınca ayşe abla geldi. ama gelişi biraz olaylı oldu. Metro otobüs şirketiyle gelirken bolu dağında kaza yapmışlar ve ayşe abla yüzünü öndeki koltuğa çarptığı için gözü ve burnu morarmıştı, sanki dayak yemiş gibi. Çubuk kraker de de morluk vardı. ertesi gün amcaları sapancadan otobüse bindirip istanbula yolladı. Onlarla bir gün arnavutköye gittik, hava bayağı soğuktu. Götürdüğüm termos sayesinde kahve içtik ve bir şeyler yedik. Ama dönüş benim için hiç kolay olmadı. Çünkü gül böceğini araba tutuyor ve yediği her şeyi eteğime ve çizmeme kustu. Oradan kumkapıya gidip balık aldık ve akşam balık yedik. Ayşe abla akşam bizde kaldı. Çubuk kraker de bizim odada yerde yattı.
Bir kez de çubuk krakerle birlikte nişantaşına city’s e gittik. Bayağı pahalıydı. Sadece bir ayakkabıcıda yazlık ayakkabı beğendim. Orada yemek yedik ama yediğimiz sandviçler bayağı pahalıya geldi. aslında ben o gün kurtuluşta galeye gidecektim ama Mehmet nerede olduğunu bilmediğimi öğrenince porselen aldık ne işin var porselencide deyip beni nişantaşına yönlendirdi. Çubuk kraker ve kardeşi ile bir gün de bize yatak odası (sayfada sağ üst köşedeki) takımı bakmaya gittik, beğendiğim takım 16000 ytl idi. Hepimiz bayıldık. Suadiyede başka bir mağazaya daha gittik, orada yatak odası takımı beğenmedim ama yemek odaları harikaydı ama fiyatları almış başını gitmiş. O günlerde balık ‘amcalarım çubuk krakeri daha çok gezdiriyor, beni gezdirmiyorlar ‘dediği için Mehmet ona bayağı kızdı. Ama bu işten daha çok ebeveynini sorumlu tuttu.
Ondan önceki gün mehmetle eski hastanemize gittik. Oraya gitmeye o kadar hevesleniyordum. Hiç zevk almadım. Eskisi gibi olmuyormuş, orada misafir oluyorsun ve misafir olmak hiç de eğlenceli değil. Birkaç gün sonra Mehmet tekrar gitmek zorunda kaldı ama ben gitmedim.

Kariyeye bir kez daha gittik ama içeri girişin 10 ytl olduğunu öğrenince (annem, ben, Mehmet ve gül böceği) biraz pahalıya mal olacak diye girmedik.

Onun yerine Edirnekapı mezarlığına gidip Mehmet akif ersoy’un kabrini ziyaret ettik.
O gün fatih sultan mehmetin istanbula ilk girdiği surlardan geçip çocuk bahçesinde gül böceğini biraz kaydıraktan kaydırdık. Defalarca kaydı ve bir kez ‘zaki abla da kaysın’ dedi.
Sinan bey abd’de iken tv’de izlediğimiz belgeselde ünlü aileden bir bayan isminin neden betül olmadığını (ismi ‘ü’ yerine ‘u’ harfli) anlattı. Sinan bey geldiğinde sabah erkenden kalkıp güldanenin nüfus kağıdını çıkartmaya gidiyordu ki Mehmet ona kadının anlattığını söyledi. O da hiç araştırmadan gidip güldanenin ikinci adını betül yerine ‘u’ harfli yazdırdı. O akşam bayram beylerde otururken Mehmet ve Sinan bey bir taraf kuzucuk ve babam bir taraf oldular ve isim konusunda tartıştılar. Güldane ise hiçbir şeyden habersiz o odada masanın üstünde uyuyordu. O akşamdan hatıra kalması için mehmetle babamı tartışırken ve güldaneyi uyurken resimlerini çektim. Sonunda Sinan bey yanlış da olsa ben değiştirmeyeceğim, öyle kalacak dedi. Bu işten mehmeti sorumlu tuttular. Verda ise zaten bu işe razı değildi.
Daha bissürü şey yaptık, bunlar sadece hatırladıklarım.

karda uzun bir gezinti

Annem, mehmet ve ben yürüyerek kuzucuklara gittik. Orada annemi bırakıp kuzucuğu alarak eminönüne gitmek üzere yürümeye başladık. Fatihte mahalle arasında sanki yedim camii’ni gördük. Daha önce kitaplarda okumuştum.
Görünce çok mutlu oldum. Camii zamanında fatihteki büyük yangında yanmış ve 1960’lı yıllarda ahşap olan eski caminin yerine halk para toplayıp yerine betonarme şimdiki camiyi yaptırmış. Sonra kadınlar pazarına vardık. Belediye ortadaki dükkanları yıkmış. İki sıra kocaman kocaman çınar ağaçları uzanıyor. Sanırım belediye kadınlar pazarını eski haline getirecekmiş.
Şebsefa hatun camiine kadar yürüyüp oradan sağa dönüp eminönüne yöneldik. Ara yollardan gitmek de güzeldi. Yol üstünde ilginç ilginç dükkanlar gördüm (sarı sarımsak dövecekleri, kahve değirmenleri satılan dükkanlar. Eminönünde rüstem paşa camii’ni ziyaret ettik.
Avlusunda karlar altında resim çekindik. Mehmet kuzucukla rüstem paşanın parasını meşru yolla kazanıp kazanmadığı konusunu tartışırken Mehmetin karda ayağı kayıp düştü (sanırım şevkat tokatıydı dedi).
(resimdeki ilk iki saksı arasında düştü) Mehmet senelerce erzurumda okuduğu ve soğuğa, kara alışık olduğu konusunda konuşup duruyordu ama onun bizden çok düşme tehlikesi geçirdi ve hatta bir sefer de düştü. Ben elimi uzatıp mehmeti kaldırırken kuzucuk ‘resmini çek, resmini çek’ diyordu.
Camiden çıkınca yol sütündeki mağazalardan birinden Mehmet ahmad tea aldı. Ben de muffin kabı aldım. sonrasında kahve dünyası ve asıl hedefim fermoyu aramaya başladım.
Fermoyu pastacı burcudan duymuştum. Her eminönüne gitmemde de arayıp bulamıyordum. Bu sefer aslında tek başıma gidip orayı bulup, mağaza içerisinde gezinecektim ama Mehmet illa birlikte gidelim dedi. Mağazayı ararken yolda gördüğüm iki bayandan birini pastacı burcuya benzettim ama Mehmet ve kuzucuk yanımda olduğu için yanına gidip o olup olmadığını, eğer oysa fermonun nerede olduğunu soramadım. Fazla aramadan fermoyu buldum ama maalesef ki kapalıydı. Yeri de o kadar zor değilmiş. Bir dahaki istanbula gelmeye İnşallah (kalpli ve adamlı kurabiye kalıbı almak istiyordum. Bir de şeker hamuru).
Daha sonra Yeni camiyi arkamıza alıp resimler çekindik ve doğubanka gittik. Abd’den Sinan beye ısmarladığımız (boşuna ısmarlamışız, burada aynı fiyata hem de kılıfı da içinde) 12.1 megapixelli fotoğraf makinemize kılıf ve hafiza kartı baktık. Fazla aramadan uygun fiyata bulduk.
Taksiye atlayıp eve dönmeyi planlarken kuzucuk isterseniz sultan ahmete yürüyelim dedi. Sirkeciden sultanahmete doğru yürüdük. Onlar önde ben sürekli (hediyelik eşya mağazalarına bakındığım için) arkada yürüdüm (çocuk mahkemesine kadar).
Sultan ahmete çıktığımızda caminin ve ayasofyanın resimlerini çektik. İkisinin arasında bulunan havuz buz tutmuştu.
İspanyol olduğunu sandığım turistler bağıra bağıra şarkı söylüyorlardı.
Yol üstünde gördüğüm birkaç kardan adamın da resmini çektim. Biri yere batan sarnıcının önünde gravida
(kafası olmayan, göğüsleri ve kocaman bir karnı olan (gebe) kardan kadın),
diğeri sultan Ahmet camii’ne tramvay durağının yan tarafından bakılan havuzlu kısımda olan karın kasları belli kocaman erkek kardan adam
ve şehzade başındaki elinde meşrubat kutusu ve ağzında pipet olan kardan adam.
Fatihte kuzucuklara giderken yol üstündeki bütün mağazaların önünde de kardan adamlar vardı ama benim favorim bir elinde rakı şişesi, diğer elinde içinde rakı olan bardağıyla beyoğlunda balık pazarındaki kardan adam gayet güzeldi.
Beyazıt meydanında taksiye binmeyi düşünüyorduk ama ben İstanbul üniversitesi kapısı önünde resim çekinmek istiyorum (berat orada öğrenciyken elinde kitaplarıyla orada çekindiği resimden özendim) deyince taksiden vazgeçtik.
Yalnız Sultanahmet meydanından itibaren ayaklarım üşümeye başladı ve veznecilere vardığımızda çizmelerim su almaya başladı. Veznecilerden itibaren taksinin bizi almayacağını düşünerek ve kuzucuğun da yürüme taraftarı olması üzerine eve kadar yürüdük. Malta çarşısına gittik ve oradan balık aldık. Annem balık istiyor diye aldık ama annem bayram beylere çıkmış. Bu yüzden kuzucuklara biraz utana çekine gittik. Yenge hanıma da verdiğimiz zahmetten dolayı özür dileyerek balıkları pişirmesi için verdik. Bu arada yenge hanımdan çorap istedim ve benim ıslak çoraplarımı çıkardım. Bu benim geçen yıl aldığım yani en son alınan çizmelerimdi. Mehmetin eski ayakkabılarının içine hiç su girmezken benim çoraplarımın bayağı ıslanması beni seni sinir etti. Akşam yemeği balık ve yenge hanımın yaptığı ciğerle çok güzeldi. Yemek sonrası gün içinde çektiğimiz fotoğraflara baktık. Çay faslında yukardan annemler ve bayram beyler geldiler. Bayram abi çiğ köfte yaptı ve hazmedemediğim halde yine de bu sene son yeyişim olur diye yedim. Allah’tan gece sorun oluşturmadı. Çayımızı içince fazla geç olmadan yürüyerek evimize döndük. Evde de biraz oturup ada çayı içtik. Sonra da meyvemizi yeyip yattık.

istiklal karlar altında

Mehmetle cumartesi sabah raporun verdiği rahatlıkla geç kalktık. Kahvaltı sonrası annem ve babam geldiler. Bir müddet oturduktan sonra hazırlanıp mehmetle dışarı çıktık.

Fevzi paşada yürüdük. Hava bayağı soğuk olduğu için zaman zaman elimle yüzümü kapattım. Evden çıkmadan önce karar verdiğimiz gibi önce özsüte uğrayıp salep içtik. Sonra da geçenlerde cadde üstünde arayıp da kapandığını sandığımız aydınlı mağazasına yöneldik. Mehmete kadife pantolon baktık. İki tane birden aldık. Uzun zamandır bakındığımız ama bir türlü hoşumuza giden bir kaban bulamazken burada çok da güzel bir palto bulduk. Bir de kemer aldık. Paçalarının yapılması için bıraktığımız pantolonları ne zaman alacağız bilemiyorum.
Pazar günü güya erken kalkacaktık ama kalkamadık. Kahvaltı sonrası babam her zamanki gibi evden çıkma bahanesi bularak dışarı çıktı. Biz bayağı oturduktan sonra Mehmet nihayet dışarı çıkma kararı verdi ve hazırlandık. Ayağıma iki ince bir tane de kalın çorap giyindim. Sonrasında geçende arnavutköye gittiğimizde gül böceğinin kustuğu (araba tutuyor) en sevdiğim ve en rahat çizmelerimi giydim. Ama daha bir basamak inmeden fermuarı daha fazla basınca dayanamayıp patladı. Zorla Mehmet fermuarı açtı ve ayağımı çizmeden çıkardım. Son giydiğim kalın çorabı çıkardım ve dışarı çıktık. Hava öyle soğuktu ve öyle rüzgar vardı ki bu sefer atkımla yüzümün yarısını eylem yapan insanlar gibi kapattım. Marketin önüne gelmiştik ki birden fermuar tam da topuk hizasından yeniden açılıverdi. Mehmetle geri döndük ve aynı çizmenin siyahını giyip çıktım. Kapıda karşılaştığımız babam ‘aman çocuklar dışarı çok soğuk çıkmayın eve girin’ demesine rağmen (tabii o gezdi geldi diyerek, tabii ki bendeniz) eve girmedik. Otobüse binip oldukça yavaş bir şekilde istiklale vardık. Benetton hizasından caddeye girdik. Öyle güzel görünüyordu ki, mehmetle birkaç resim çekindik.
Işıklar yanıyordu ve tramvay da işliyordu. Benim için önemli olan bütün yerlere tek tek baktım. Benim için önemlerini mehmete söyledim (esme ile alışveriş yaptığımız benetton, şimdi yerine koska açılan ünlü bir zincirin halkasında yediğimiz sandviçler,cheesekekler ve içtiğimiz filtre kahveler, ümmühan ve pelini götürdüğüm Barselona kafe, esme ile son dönemlerde gittiğimiz kafe ist, sık sık gittiğimiz dilekpera, en sevdiğim mağazalardan biri olan istiklal vakko, Muhammedi götürdüğüm st. Antuan kilisesi).
Biz ayrılalı öyle değişmiş ki insan inanamıyor. İstanbul yerinde durmuyor. Zaten en korktuğum şeylerden biri ben dönene kadar çok değişikliklerin olması ve benim bunları kaçırmam. Mesela istiklal vakkonun önünde resim çekinmediğime öyle pişmanım ki, çay molalarında gazetede indirimi görüp öğle arasında yemek yemeyip bir koşu gidip alışverişimi yapardım. Oraya az mı para bıraktım. Mehmet balık pazarına hiç girmemiş, onu oraya soktum. Biraz içeride yürüdük. Kokoreçin kokusunu duyunca mehmete yalvardım n’olur yiyeyim diye ama izin vermedi. Ben yerken o gözleyecek miymiş? Ve barsak yemesem daha iyiymiş. Bir yerim şişerse ne olacak? Benim burnuma çok fena koktu ve kokoreçi çok seviyorum (yarın tekrar gideriz ve yerim diye düşünüyordum ama sonra o plandan vazgeçtim ben daha ne zaman buralara gelirim de kokoreç yerim? Ama ahdım olsun bugün çeyrek yiyecektim. Bir daha ki gelişte yarım ekmek yiyeceğim).
Mehmetle el ele karın ve caddenin keyfini çıkararak paşabahçeye kadar yürüdük. Üst kata çıkıp bir hediye beğendik. Mesela buraya giderken yolda benimle her zaman üst katta çalışan biraz yaşlıca beyefendinin ilgileneceğini düşünmüştüm (oradan alışveriş yapa yapa adamcağız tanımıştı) ama o yoktu. Acaba ayrıldı mı diye düşündüm. Çok kibar bir beyefendiydi. Paşabahçeden çıkınca geri döndük. Kar durmuştu ve mağazadan çıkınca tekrar başladı. Ben az ilerideki kültür aş’nin kitapçısına girelim dedim. Mehmet kar yağarken yürüyelim dedi. Sonunda kitapçıya girdik. Yarım saat kadar oyalandıktan sonra çıktık. Kar falan yağmıyordu. Mehmet keşke kitapçıya girmeseydik, karı kaçırdık deyip durdu. Sonra afm’ye gittik. Orası bayağı değişmiş. Girişe restaurant açılmış. Girişteki kasetçi kalkmış. İçeri girip filmlere baktık. Yarın gideriz diye düşünüyorduk ama sonra yolda geri dönerken zaten günümüz az neden sinemada geçirelim diye düşündüm. Mehmetle 1.5 yıldır evliyiz ve hala 2. filmimize gidemedik. Sürekli erteliyoruz. Belki de hb’nin dediği gibi bari bir anlamı olsun deyip bir daha hiç gitmeyiz ve hayatımızda birlikte gittiğimiz tek film olarak babil kalır.

Thursday, February 14, 2008

Posted by Picasabu resim toroslarda taaa buralarda kar yokken çekildi (kurban bayramında). 1600 km'lik diyarbakır-istanbul seyahatimizin adana ayağına kadar olan kısmını yazdım ve yayınladım. ama biraz aşağılarda (4 başlık önce) 1600 km başlığı altında. gerisi inşallah samsuna varınca

Wednesday, February 13, 2008

13 şubat,zugudul-zozdemir,dilekçe

Mehmetle 1 aydır istanbuldayız. Günlerimiz öyle yoğun ve çabuk geçti ki, yeterince iyi değerlendirmediğimiz için hayıflanıp duruyoruz (saat 11:30 da kalkılırsa gün ne yapsın?). mehmetin pazartesi göreve başlaması lazım. Onu sıkıntı sardı. Hem tatil bitti, erken kalkmak zorunda hem de her gün samsun-ünye arasında nasıl gidip gelecek? Cumartesi sabah erkenden yola çıkma planları yapıyorduk ama kar yüzünden ne yapacağız bilmiyoruz. Bugün ünyedeki diğer doktor beyi de arayıp konuştu. Dün biz yoldayken aramıştı ve Mehmet onunla görüşememişti. Mehmetin göreve başlayıp başlamayacağını merak ediyorlarmış. Mehmet ünyeyi arayıp idari izin almayı düşünüyor, bu da bize birkaç gün daha kazandırır. Bugün benim için önemli bir gün çünkü bugün sabah erken kalkıp (09:00), kahvaltı sonrası muhtara, oradan da nüfus müdürlüğüne gidip benim nüfus kağıdımı değiştirdik. Toy resimli (17 yaşımda çekilmiş) ve sevdiğim ama milletin anlamakta güçlük çektiği soyadım olan nüfus kağıdım yerine mehmetle aynı olan öz be öz demir olan soyadımlı nüfus kağıdımı aldım. öyle garip geldi ki, dışarı çıktığımızda yağmur-kar altında yürürken Mehmet zugudul gitti yerine zozdemir geldi deyip durdu. Zaten bana arada zugudul derdi. Eve doğru yürürken ben günün planını yapmaya çalışırken Mehmet canının dışarı çıkmak istemediğini, evde kalmak istediğini söylüyordu. O arada merdiven silen bir çingene kadın ‘siz de tam bulmuşsunuz gezecek havayı’dedi. Mehmet güldü ve ‘kadın senin niyetini anladı’ dedi.
Günü onun dediği gibi evde geçirdik. Depoda ne kadar ulaşabildiğim kıyafetim varsa salona getirip bir kısmını bavula yerleştirdim. Ortalık birbirine girdi. Bir taraftan da evin tüllerini yıkadım. Bugün ev çok soğuktu muhtemelen kurutmak için kalorifer peteklerine serdiğim çamaşırlar yüzünden. Tüm günü hırkayla geçirdim.
Hayatımdaki diğer önemli olay da 11 şubat günü saat 15:30 civarında sağlık bakanlığında göreve geri dönmek için dilekçe verdim. Hayırlı uğurlu olur İnşallah. Annemlerden önce ak’nın haberi oldu. Çünkü Mehmet dilekçeyi götürdüğünde ak aradı ve konuştuk. Hiç böyle bir şeyi beklemiyordum. O kadar heyecanlandım ki ilk başta ne yazacağımı bile düşünemedim. Sonrasında ne yazacağımı akıl ettim ama bu seferde heyecandan o kadar kötü yazdım ki sonunda Mehmet alıp yazdı, bana da sadece dilekçe altına imza atmak kaldı. Sonrası arabada giderken yoğun düşüncelerle geçti. Ne olacak bizim halimiz? Daha ne kadar sürecek Yörükler gibi bu göçebelik? Sonrasında biraz kendimi teskin ettim. Çünkü bu benim imtihanlarımdan biri. Üniversite 2-3. sınıftan beri dekorasyon dergisi alıyorum. Her zaman güzel bir evim olmasını istedim. Evlenince her şeyin tastamam olması gerektiğine inanıyordum ama her şey insanın istediği gibi olmuyormuş. Hayatın insanın karşısına neler çıkaracağını tahmin edemiyoruz. Şu an bir evimiz yok, belki de yaza kadar mehmetle annemlerde kalacağız, belki de eş tayini işi olmayacak ve mehmetle bir müddet ayrı kalacağız ama ben yine de Allah’a şükrediyorum. Çünkü Mehmet yanımda, sağlıklıyız ve birbirimize destek oluyoruz ve bir de ümitlerim var.
Sevgililer gününe gelince geçen hafta mehmete ne hediye alacağım diye bayağı düşünmekten vazgeçip, herkesin sürü halinde yaptığı şeylerden hoşlanmadığım gerçeğini mehmetle paylaştım ve bütün sevgililerin birbirine hediye verdiği bir günde hediye almak istemediğimi, bunun sadece bir para tuzağı olduğunu söyledim. Güldü ve birkaç kez emin olup olmadığımı sordu. Emin olduğumu söyleyince ben de senden böyle beklerdim dedi. Tabii doğum gününe ve evlilik yıl dönümümüze gereken önemi göstereceğine dair ondan söz aldım.