Monday, February 25, 2008

karda uzun bir gezinti

Annem, mehmet ve ben yürüyerek kuzucuklara gittik. Orada annemi bırakıp kuzucuğu alarak eminönüne gitmek üzere yürümeye başladık. Fatihte mahalle arasında sanki yedim camii’ni gördük. Daha önce kitaplarda okumuştum.
Görünce çok mutlu oldum. Camii zamanında fatihteki büyük yangında yanmış ve 1960’lı yıllarda ahşap olan eski caminin yerine halk para toplayıp yerine betonarme şimdiki camiyi yaptırmış. Sonra kadınlar pazarına vardık. Belediye ortadaki dükkanları yıkmış. İki sıra kocaman kocaman çınar ağaçları uzanıyor. Sanırım belediye kadınlar pazarını eski haline getirecekmiş.
Şebsefa hatun camiine kadar yürüyüp oradan sağa dönüp eminönüne yöneldik. Ara yollardan gitmek de güzeldi. Yol üstünde ilginç ilginç dükkanlar gördüm (sarı sarımsak dövecekleri, kahve değirmenleri satılan dükkanlar. Eminönünde rüstem paşa camii’ni ziyaret ettik.
Avlusunda karlar altında resim çekindik. Mehmet kuzucukla rüstem paşanın parasını meşru yolla kazanıp kazanmadığı konusunu tartışırken Mehmetin karda ayağı kayıp düştü (sanırım şevkat tokatıydı dedi).
(resimdeki ilk iki saksı arasında düştü) Mehmet senelerce erzurumda okuduğu ve soğuğa, kara alışık olduğu konusunda konuşup duruyordu ama onun bizden çok düşme tehlikesi geçirdi ve hatta bir sefer de düştü. Ben elimi uzatıp mehmeti kaldırırken kuzucuk ‘resmini çek, resmini çek’ diyordu.
Camiden çıkınca yol sütündeki mağazalardan birinden Mehmet ahmad tea aldı. Ben de muffin kabı aldım. sonrasında kahve dünyası ve asıl hedefim fermoyu aramaya başladım.
Fermoyu pastacı burcudan duymuştum. Her eminönüne gitmemde de arayıp bulamıyordum. Bu sefer aslında tek başıma gidip orayı bulup, mağaza içerisinde gezinecektim ama Mehmet illa birlikte gidelim dedi. Mağazayı ararken yolda gördüğüm iki bayandan birini pastacı burcuya benzettim ama Mehmet ve kuzucuk yanımda olduğu için yanına gidip o olup olmadığını, eğer oysa fermonun nerede olduğunu soramadım. Fazla aramadan fermoyu buldum ama maalesef ki kapalıydı. Yeri de o kadar zor değilmiş. Bir dahaki istanbula gelmeye İnşallah (kalpli ve adamlı kurabiye kalıbı almak istiyordum. Bir de şeker hamuru).
Daha sonra Yeni camiyi arkamıza alıp resimler çekindik ve doğubanka gittik. Abd’den Sinan beye ısmarladığımız (boşuna ısmarlamışız, burada aynı fiyata hem de kılıfı da içinde) 12.1 megapixelli fotoğraf makinemize kılıf ve hafiza kartı baktık. Fazla aramadan uygun fiyata bulduk.
Taksiye atlayıp eve dönmeyi planlarken kuzucuk isterseniz sultan ahmete yürüyelim dedi. Sirkeciden sultanahmete doğru yürüdük. Onlar önde ben sürekli (hediyelik eşya mağazalarına bakındığım için) arkada yürüdüm (çocuk mahkemesine kadar).
Sultan ahmete çıktığımızda caminin ve ayasofyanın resimlerini çektik. İkisinin arasında bulunan havuz buz tutmuştu.
İspanyol olduğunu sandığım turistler bağıra bağıra şarkı söylüyorlardı.
Yol üstünde gördüğüm birkaç kardan adamın da resmini çektim. Biri yere batan sarnıcının önünde gravida
(kafası olmayan, göğüsleri ve kocaman bir karnı olan (gebe) kardan kadın),
diğeri sultan Ahmet camii’ne tramvay durağının yan tarafından bakılan havuzlu kısımda olan karın kasları belli kocaman erkek kardan adam
ve şehzade başındaki elinde meşrubat kutusu ve ağzında pipet olan kardan adam.
Fatihte kuzucuklara giderken yol üstündeki bütün mağazaların önünde de kardan adamlar vardı ama benim favorim bir elinde rakı şişesi, diğer elinde içinde rakı olan bardağıyla beyoğlunda balık pazarındaki kardan adam gayet güzeldi.
Beyazıt meydanında taksiye binmeyi düşünüyorduk ama ben İstanbul üniversitesi kapısı önünde resim çekinmek istiyorum (berat orada öğrenciyken elinde kitaplarıyla orada çekindiği resimden özendim) deyince taksiden vazgeçtik.
Yalnız Sultanahmet meydanından itibaren ayaklarım üşümeye başladı ve veznecilere vardığımızda çizmelerim su almaya başladı. Veznecilerden itibaren taksinin bizi almayacağını düşünerek ve kuzucuğun da yürüme taraftarı olması üzerine eve kadar yürüdük. Malta çarşısına gittik ve oradan balık aldık. Annem balık istiyor diye aldık ama annem bayram beylere çıkmış. Bu yüzden kuzucuklara biraz utana çekine gittik. Yenge hanıma da verdiğimiz zahmetten dolayı özür dileyerek balıkları pişirmesi için verdik. Bu arada yenge hanımdan çorap istedim ve benim ıslak çoraplarımı çıkardım. Bu benim geçen yıl aldığım yani en son alınan çizmelerimdi. Mehmetin eski ayakkabılarının içine hiç su girmezken benim çoraplarımın bayağı ıslanması beni seni sinir etti. Akşam yemeği balık ve yenge hanımın yaptığı ciğerle çok güzeldi. Yemek sonrası gün içinde çektiğimiz fotoğraflara baktık. Çay faslında yukardan annemler ve bayram beyler geldiler. Bayram abi çiğ köfte yaptı ve hazmedemediğim halde yine de bu sene son yeyişim olur diye yedim. Allah’tan gece sorun oluşturmadı. Çayımızı içince fazla geç olmadan yürüyerek evimize döndük. Evde de biraz oturup ada çayı içtik. Sonra da meyvemizi yeyip yattık.

No comments: