Monday, December 31, 2007

ablam, beyazıt, annem ve ayşenur tv seyrediyoruz. tarkanı seyrediyoruz. muhammed yukarda uyuyor. berat eve gelince ablamları hastaneye geri bırakacak. yeni yıla oturma odamızda ben kucağımda laptop, ablam ayağında beyazıtı sallayarak, beyazıt yaramazlık yaparak, annem ablamla konuşarak, ayşenur tv seyrederek gireceğiz. bugün hepimizde bir gariplik var. herkes birbirine darılıyor.
bugün annemle çariıya gittik. myhammede yorgan ve pembe panterli nevresim takımı aldık (hastanedekilere benzesin diye pembe almamız gerekiyordu). çarşıda işimiz bitince önce ayşenur ve beyazıtı sonra da hastaneden ablamları alıp eve geldik. bugün samsunda acayip trafik vardı. ona buna bağıra çağıra eve kadar geldik. annem eve gelince geçen hafta babamın çarşambadan sipariş verdiği ve perşembeye beklerken dün gelen ördeği pişirmeye başladı ama o pişene kadar hepimiz acıktık. ıspanak ve pilavla karnımızı doyurduk ve ördek kaldı.
ümmühan beyazıt için hocaya gidip muska yazdırmış. muska portmantoda duruyor ama çocuk bugünlere o kadar uslu ki (bugün hariç), herkes hocanın nefesi çok kuvvetliymiş, muskayı takmadan bu kadar uslu acaba taksa ne olur diyor. bir de çocuk süreli uyuyor. uyusun diye mi muska yaptırdın diye herkse soruyor. bugünlere en çok konuştuğumuz konu beyazıtın muskası ve yaramazlıkları.

Friday, December 28, 2007

cumartesi akşam istanbula vardık. pazartesi mehmet geri döndü. perşembe gününe kadar yalnızdım. pazartesi nişantaşına gitmek üzere çıktım. taksimde otobüsten inip nişantaşına kadar yürüdüm. m&s'a baktım. anneme sabahlık, muhammede pijama ve sabahlık almayı düşünüyordum ama birşey bulamadım. yürümeye devam ettim ve cevahire kadar yürüdüm. yolda önce bone chine'ya girdim. vitrindeki yemek takımının fiyatını sordum. harika birşeydi, 6000 ytl kadarcık. sonra daha önce görmediğim (sanırım yeni açılmış) english home diye bir mağazaya girdim. içerde bissürü kadın vardı. adı english, mallar türk malıydı. havlular, battaniyeler vs. ondan önce de çin malları satan bir mağazaya girdim. sonra alevliye girdim. eminönünde beğendiğim yemek takımı, fincanlarıyla birlikte 3500 ytl idi. aslında yürüme nedenim kurtuluşta gale diye bir porselen mağazası varmış (portakal ağacında forumda yazıyordu) onu aramaktı. ama bulamadım. evden hiç çıkmayan biri olarak o kadar mesafeyi yürümek pek akıl karı değildi. cevahirde debenhams'da muhammede sabahlık, pijama, tişört vs aldım. ama muhammedin boyu bayağı uzamış ve hepsi küçük geldi, değiştirmem gerekecek. kendime sadece linensten bir sarımsak döveceği aldım, beyaz seramik gibi birşeyden.
eve döndüğümde kayınvalidem ve kayınpederim yemek yiyorlardı ben de onlara katıldım. o akşam kuzucuğa gittiler ve ben sonraki gecelerde yalnız kaldım.
daha fazla yazacaktım ama berat yukardan telefonumu çaldırdı, bilgisayarını istiyor. şuan samsundayım

Friday, December 14, 2007

cebeliye, kutnu


Posted by Picasa
Daha önce nette bu taraftaki şehirleri araştırırken kutnu dokumacılığı hakkında bir şeyler okumuştum. Urfada bedestanda alışveriş yaparken bunu hatırladım ve o yüzden aldım. Ama adı aklıma gelmemişti. Urfada bu kumaşa cebeliye deniyormuş. Benim aldığım kutnuyu suriyeden getirmişler. Ama asıl kutnu kumaşı gaziantepte ünlü. Gaziantep'te yaşları 70'in üzerinde olan birkaç kutnu kumaş ustası kalmış. 16. yüzyıldan itibaren Gaziantep'te dokunan kutnu kumaş, halbuki eskiden Anadolu'da alımlı giyinmek isteyen pek çok insanın hayallerini süslermiş. Kutnulara en çok itibar eden kişilerin başında padişahlar gelirmiş. Bu kumaştan yapılan padişah kaftanları hem zarafet, hem de onların görkemlerinin sembolü olarak görülüyormuş. Padişahlara hediye edilen eşyaların envanterinin tutulduğu 'hediye defterleri'nde sıklıkla adına rastlanan kutnuların ünü Osmanlı coğrafyasını aşarak, Avrupa'nın birçok yerine hatta Amerika'ya kadar ulaşmış. Osmanlı ile ABD arasında yapılan 'ticaret antlaşmaları'nda da adı geçen kutnulara itibar eden diğer bir millet de İngilizlermiş. Öyle ki, İngilizler bir dönem istedikleri miktarda sipariş gönderilmeyince bu kumaşın taklidini dokumak için kendi ülkelerinde bir kutnu kumaş atölyesi bile kurmayı denemişler ama başaramamışlar. Parlak ve mat çizgilerin yan yana gelmesiyle oluşan kutnuların üzerinde başta çiçek olmak üzere çeşitli motifler var. Başta 'Sultan', 'Mecidiye', 'Hindiye', 'Kemha', 'Darıca', 'Zincirli', 'Sedefli' ve 'Çiçekli' olmak üzere birçok çeşidi var.kutnularda hakim renk olarak sarı tercih ediliyor. Sarının yanında kırmızı, mor, yeşil, bordo, pembe, mavi ve siyah renkleri kullanılıyor. Eskisi kadar olmasa da, başta Gaziantep olmak üzere Anadolu'nun birçok yerinde hâlâ özel günlerde kutnu kumaştan üretilen elbiseler tercih ediliyormuş. Bana satış yapan adam neden bu kadar az alıyorsunuz bundan gömlek çıkmaz ki demişti. Daha çok kadınlar elbise ve gömlek için alıyorlarmış ve düğüne giderken giyiyorlarmış. Biz daha çok foklorik giysilerde kutnu kumaşını görüyoruz. Ben koltuğa silindir şeklinde kırlent yapmak için aldım. Bakalım evimize taşınabilirsek, kırlenti de dikmeyi deneyeceğim. Kutnu Anadolu Selçukluları'ndan beri Anadolu'da kullanılıyormuş ve tarihte en şaşalı dönemini 19. yüzyılın sonlarına doğru yaşamış. 1960'larda ise Gaziantep'in merkezinde ve köylerinde üçbine yakın tezgâh varmış.
ben resimde görülenlerden üstten 5. sinden aldım. zaten benim aldığım yerde tek çeşit vardı.
sanırım bundan sonra yazamam. çünkü hem bilgisayarın kablosunda sorun var hem de evi toparlamam lazım. diyarevimizde sadece üç gecemiz kaldı. aslında yazmam gereken daha doğrusu buraya geçirmem gereken bir yzım daha var. taa ramazanda 27 şehit sahabe camiini ziyaret ettik ve o dönemde yazmıştım, resimleri de güzel ama o dönemde bilgisayar çöktü ve ben de bir türlü o yazıyı yayınlayamadım.
bugün mehmet ben uyurken aradı ve güzel bir haber verdi, İnşallah o da ocağın 4'ünde buradan ayrılacak.
şimdiden herkesin bayramı kutlu olsun. Allah herkesin kurbanını kabul etsin. en kısa zamanda görüşmek üzere.

Wednesday, December 12, 2007

deyrul zaferan-urfa

Uzun bir aradan sonra nihayet mardin-urfa gezisini geri kalanını yazabildim.
Deyrul zaferan yolu üstünde kasımıye medresesi vardı ama vakit kalmadığından oraya gidemedik. Orada Peygamber Efendimiz(s.a.v)’in ayak izi varmış.

Yol üstünde bir de seyir tepesi (gerdanlık)’nde meşhur Mardin manzarası ile resim çekinmek için durduk.
yukardaki resim midyattaki kuyumcunun bize ilk önerdiği, çok güzel dediği otel. müdürüne ulaşamadığı için oraya gitmedik. çünkü sakın kendiniz gitmeyin, çünkü bazı odaları çok iyi diğerleri kokuyor dedi.
Deyr Ul Zaferan Manastırı Mardin'in 5 km doğusunda, IV. yüzyılda yapılan bir manastırdır. Manastırın 1 km kuzeyinde kayalara oyulmuş Meryem Ana Kilisesi (Theodoros Tapınağı) ve Mar Yakup Manastırı ile Deyr ul Zaferan bir üçlü oluşturmaktadır.

Manastırın içinde tarihi bir İncil ve kutsal taş bulunmakta, ilk tıp fakültesinin burada kurulduğu söylenmektedir.

Deyr ul Zaferan, Yukarı Mezopotamya'nın tarihi yapıtlarından en tanınmış olanlarından biri ve Süryani Kadim Cemaatinin dini merkezidir.
Manastır IV. yy. da kurulmuş olup o dönemden kalma mozaikler bugün de durmaktadır.
Canlı bir tarih görünümünde olan manastırın en büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani patriğinin mezarlarının bulunmasıdır."http://tr.wikipedia.org/wiki/Deyrulza_zaferan"'dan alındı.

Manastır daha önce güneş tapınağıymış (pagan) (yukarıda güneşin doğuşunun beklendiği pencere görülüyor), burada güneşe kurban verilirmiş.
yukarıda kurban kesilen yer görülmekte. Ayrıyeten bir zamanlar burası tüm dünyaya bitkisel ilaçlar üretilip dağıtılan bir yermiş. Hatta duvarda tıp sembollerinden biri vardı. Daha önceleri duvarlarda altın işlemeler varmış ama Moğol istilası sırasında tahrip edilmişler.

Manastırın etrafı tamamen boş, alt kısmına 70 bin ağaç dikilecekmiş (kiraz vs), henüz sadece 3000 zeytin ağacı dikilmiş.
Rehberimiz İlker burada yakında ralli yapılacak diye söylemişti. Gerçekten bizim gitmemizden 1-2 hafta sonra tv’de haberlerde gördük. Hatta Mehmet tv’de deyrulzaferanı yarışçılara ilkerin gezdirdiğini görmüş.
Biz manastırı gezerken cnn türkteki 50 yerin yapımcısı fatih Türkmenoğlu da oradaydı. Çekimi yapmış oturuyordu ama biz daha sonra tv’de seyrettiğimizde bizi de uzaktan çektiğini farkettik. Bahçesinde çok güzel fesleğenler vardı, kocaman kocaman.
İlker bize onların tohumlarından verdi. Ben de eve gelince çok güzel paketleyip kaldırdım. Evimize taşındığımızda İnşallah deyrulzaferan hatırası olarak dikeceğim. Manastırın hediyelik eşya dükkanından bol bol bıttım sabunu aldım. Prens Charles da saçı için buradan getirtiyormuş. Sabunlar yuvarlak şekilli ve turuncu renkteler, fiyatları ise 2 ytl. Mardinle ilgili Süryani metropolitinin yazdığı kitabı aldık. Bir de buzdolabım için mıknatıs aldım. Mağazadaki en hoşuma giden şey sabunlardı, zeytinyağ, badem ve bıttım sabunları. Sepette öyle hoş görünüyorlardı ki, bana kalsa tüm sepeti boşaltırdım. maalesef sabunların resmini çekmeyi unutmuşum. evdekilerin resmini ise çekmeye üşendim.

Sanırım ağabeylere ve kardeşlere alınanlar dışında Mehmet için 6 tane aldım. Saçları yanlardan açılmaya başladı da. Kafteryasında oturup çay içtik, sohbet ettik. Merallerle burada vedalaştık.

Yola çıkmışken aklıma buradan hiç taş almadığım geldi (gittiğim yerlerden taş veya deniz kabuğu alıyorum)(en eski taşlarım, fazilette bir hafta sonu pendiğe indiğimizde denize karşı haykırdığımız gün deniz kenarından aldığım taşlar), Mehmet arabayı durdurdu ve ben de deyrulzaferanın hemen aşağı kısmından hatıra birkaç taş aldım. İlkeri cumhuriyet meydanında bırakıp mardine son kez bakıp hava kararmadan urfaya doğru yola çıktık. Mardinden sonra Kızıltepe ilçesi geliyordu.
Havaalanı kızıltepeye mardinden daha yakındı. Kuralarda olduğunda biz hep korkardık halbuki gayet güzel bir yermiş. Bayağı geniş düzlük bir alana yayılmış, düzgün yolları, ve tahmin dildiğinin aksine büyük apartmanlar olan bir yer. Yani bingölden vs daha iyidir.

Zamanında meral neclaya kaç kez söylemiş Bingöl yerine kızıltepeyi yaz diye ama laf dinlememiş Necla. Şimdi bingölde. Orada havaalanı dahi yok. İstanbula geçmek için ya buraya gelece yada elazığa geçecek. Oradan geçerken aklımıza buraya 2-3 aylık geçici görev çıkınca ağlayıp sızlayan teknisyenimiz suat geldi ve aradım. Mehmet ‘suat boşuna ağlamış, ne güzel yermiş burası’ diyor dediğimde sizi bırakıp gitsin bakalım ağlıyor mu ağlamıyor mu dedi. Urfaya varana kadar yolda bir kez durdurulduk. Arabamız kontrol edildi. Hava karardı. Savaş tam arkamızda bizi takip ederken ve ben ablamla telefonda konuşurken birden önümüze 2 tane eşek çıktı. Mehmet dikkat eşekkk diye bağırdım. Ama eşekler diye bağırmam gerekirmiş. Mehmet karşıdan gelen araç uzunları yakmış olduğu için ikinci eşeği görmemiş. Durmak yerine yavaşladı ve birinci eşekten sonra arabayı soldan sürmeye devam edince ikinci eşeğe boyun kısmından çarptı. Hayvana nasıl olduysa iki kez çarptık. Bizden sonra da savaşların arabasının aynasına çarpmış. Bir müddet sonra durduk. Arabanın farı gitmiş, camımız da çatladı. Kaportada da sorun vardı. Eşek en son gördüğümüzde hareket halindeydi, İnşallah ölmemiştir. Daha sonra öğrendik ki, burada çok fazla eşek varmış (geri dönüş yolunda biz de gördük) ve bazı insanlar sahipsiz eşekleri yola salıp araba çarpınca eşeğimi öldürdün diye para istiyorlarmış. Belki de bizimki de öyle bir şeydi ama biz hemen durmadığımız için kimseyi görmedik. Eğer ben görüp de mehmete bağırmasaydım kesin o hızla hayvan ön camdan içeri girerdi. Urfaya gittiğimizde birkaç yerde sadaka verdik. Yolda Mehmet urfada çalışan bir arkadaşını aradı ve kalabileceğimiz yer önermesini istedi. Pek işe yarar bir şey söylememiş.
urfadaki çok lüks bir otele gitmeyi düşünürken, bu otelin çok yakınında yol kenarında gördüğüm

bir reklam afişi çok tanıdık geldi (cevahir konuk evi)( yaz başında belki urfaya gideriz diye araştırma yapmıştım, oradan aklımda kalmış). el ruha yeni bir yapıydı, cevahir ise eski bir konak.
Balıklıgöle yürüme mesafesinde, eski bir konak. Fiyatı 130 ytl idi 100 ytl ye indirdik. Ama daha sonra balıklıgölde bulduğumuz daha doğrusu bizi bulan minik rehberimiz daha önce bir grubu buraya getirdiğini ve onların pazarlıkla 80 ytl’ye kaldıklarını söyledi.

Otele yerleştikten 30 dakika sonra otelde sıra gecesine katıldık. Abdullah uyanık ve ekibi söyledi, biz dinledik.
bu çocuk sayesinde sıra gecesi daha güzel geçti. gerçekten güzel oynuyordu. Fatih Türkmenoğlu da bizden sonra orada kaldı ve sıra gecesini gösterdi.

Bir taraftan gelen çorba, kebap vs’yi yedik, bir taraftan da Abdullah uyanık ve ekibini dinleyip, alkışladık. güzel bir akşamdı ama benim için sonrası hiç iyi olmadı.

hiç kimseye birşey olmuyor da bana neden oluyor anlamadım (kahirede enterit olmuştum. gerçi orada bir tek ben et yemiştim ama neyse). ertesi iki gün boyunca yediklerimi hazmedemedim. eve dönüş yolunda ben perişan bir haldeydim. mehmete o akşam garson poşu bağladı, ben de nasıl bağlandığını öğrenmiş oldum. akşam bir de 29 ekim için yapılan havai fişek gösterisini izledik.
sabah kahvaltıda savaş ve eşi yoktu. onların urfada tanıdığı arkadaşları varmış, kahvaltıya onlara gittiler. biz üçümüz kahvaltı yapıp, otelden ayrıldık. kahvaltıyı alttaki resimde görülen köşede yaptık. bizden başka kimse yoktu.

eğer kalabalık bir grup olarak gittiyseniz ayrı bir odada da hep birlikte yemek yiyebiliyorsunuz (yukarki resimde görülüyor. akşam o oda doluydu)
alttaki karyola esmenin yattığı yatak. sabah henüz yatak yapılmadığı için sadece başını çektim. zamanında bu odada bir rahip kalmış ve pencere pervazına süryanice bir yazı yazmış (gidiyoruz ama yine döneceğiz gibi anlamı olan bir yazı). bize bunu akşam odaları gezerken otel görevlisi göstermişti. ben de sabah hem karyola başının hem de yazınn resmini çektim.

urfada haca giden insanların kapılarına alttaki resimde görüldüğü gibi Kabe resmi asılıyormuş. bu ev tam otelin kapısının karşısındaydı. daha sonra gezerken başka bissürü evde de aynı resimden gördük.

erzurumda da ayyıldız resmi yapılıyordu diye hatırlıyorum. erzuruma gittiğimizde mehmet göstermişti de bayağı şaşırmıştım. onun da resmini çekmiştim ama istanbulda depoda.
arabayı otelin aşağısına bırakıp yürüyerek balıklıgöle gittik. sabah erken saatler olduğu için çok fazla insan yoktu.
yem satan çocuktan yem alıp balıkları besledik. o kadar fazlalar ki ve yemleri yemek için acayip ağızlarını açıyorlardı. balıkları seyretmek bayağı eğlenceliydi.
burada şifalı su olduğu söyleniyor. isterseniz çeşmelerden içiyorsunuz. yada satılan bidonlardan alıp yanınızda götürebiliyorsunuz. yukardaki kadının üstündeki gibi kıyafetler kiralanabiliyor ve onlarla resim çektirebiliyorsunuz. tabii yukardakilerin kendi kıyafetleriydi.
urfada kadın erkek herkesin başında eflatun tülbent vardı. ben erkeklerde poşu olacağını sanıyordum ama poşu çok az gördüm. çarşıda da satılıyordu zaten. yukardaki genç kızın başında da görülüyor.
yukarıdaki resimdeki çeşme erkekler bölümünde. bayanlar tarafında sadece su içmek için yr var. ben suyun ne olduğunu anlamadığım için içmemiştim.
söylentiye göre nemrutun kızı zeliha da Hz İbrahime inandığından kendisini onun peşinden ateşe atmıştır. zelihanın ateşe düştüğü yerde de ayn zeliha gölü oluşmuştur. bu iki göl birbirine çok yakın (arkalı-önlü gibi bişey). ayn zeliha gölünde de aynı Halil-ül Rahman gölündeki gibi balıklar var.
üstteki resimde Hz İbrahimin mancınıkla ateşe atıldığı urfa kalesi görülmekte. balıklıgölde peşimize takılan çocuklardan birisini yardımcı olsun diye yanımıza aldık. esme çocukla çok iyi anlaştı. bana kalsa kesinlikle yanıma çoluk çocuk almazdım. sanırım adı ömerdi. ömer bizi istediğimiz her yere götürdü. ayn zelihadan sonra adresimiz alışveriş yerleriydi.
balıklı gölden biraz ilerde rehberimizin bize söylediğine göre Saidi Nursi Hazretlerinin ilk defnedildiği yer var (kapının sağ yan tarafındaki demir parmaklıklı yerde).

yürüyerek bedestan çarşısına gittik. oradan kırmızı ve siyah olmak üzere iki tane poşu, kadınların düğüne giderken mutlaka başlarına taktığı ipekli bir örtü (satıcı öyle söyledi)(masaörtüsü falan yapacağım), kayınvalideme bir örtü (masaörtüsü ), ve cebeliye aldım.

cebeliye için çocukla bayağı pazarlık ettim. 5 ytl'den 3.5 ytl'ye indirmeye çalıştım ama sonra sahibi amca geldi ve fiyatın aslında 6 ytl olduğunu söyledi. (yukardaki resimde ben pazarlık yaparken bana destek olan rehberimiz ömer de görülüyor. resimdeki poşetler de bana aitler.)
bedestana giderken kuyumcular vardı. vitrinlerinde ilginç yöresel takılar vardı. her şehirde kadınlar için farklı bir bilezik türü oluyor, burada da her vitrinde gördüğüm değişik bir bilezik tipi vardı. bedestandan sonra balıklıgölün karşısındaki bizim otelin tarafındaki iso evine gittik.

çarşıda bissürü baharatçı gördük ama ömer daha temiz ve kapalı satılan yer var sizi oraya götüreceğim dedi. ömerin dediğine göre vali de baharatlarını buradan alıyormuş. fiyatları biraz pahalı gibi geldi, pazarlığa da pek izin vermiyorlar ama gerçekten herşey kapalıydı ve temizdi. biber salçası, bol isot (fethinin tüm ailesine, benim tüm aileme hediye olarak aldık. zaten ben aileme başka birşey almadım), ev yapımı nar ekşisi, kuru patlıcan (1 dizi (50 adet) 6 ytl idi) ve dolmalık kuru kırmızı biberlerden aldım. buraya bayağı bir para bıraktık. esmenin otobüs saati geldiği için arabaya atladık, ömeri de yanımıza aldık. esmeyi otobüse bindirdik ve ömer bizi Hz Eyüp'ün 7 yıl çile çektiği, hastalığı için sabrettiği yere gittik. ömer yolları gayet iyi biliyordu. yolda konuşurken bir grup turisti daha önce tek başına nemruta götürdüğünü söyledi.

Hz Eyüp'ün çile çektiği mağara yerin altında dar bir yer. kadınlar ve erkekler sıra ile giriyorlar. burada bir de güzel bir cami yapılmış. bir de Hz Eyüp'e allah tarafından şifa bulması için gönderilen şifalı suyun çıktığı çıktığı kuyu var.
(resimdeki kadın, resim çekinenler kenara çekildiğinde gidip böyle kafasını oraya (kuyu) koydu, sanki ağlar gibiydi) burada da çeşmeler yapılmış ve istersen içiyorsun, istersen satılan bidonlardan alıp yanında götürüyorsun. bir de aşağıda tuvaletlerin yanında bu su ile duş almak için banyolar var. sanırım fiyatı 3 ytl idi. bana çok fazla garip gelmedi. çünkü Umreye gittiğimizde yoldaki tuvaletlerde mevcut olan duşlarda duş almak zorunda kalmıştım. eminim annem olsa şifa için beni burada zorla duşa sokardı.
'Allah'ım bana zarar dokundu ve sen merhametlilerin en merhametlisisin' diye Hz Eyüp dua etmiş ve Allah-u Teala (c.c.) duasına şöyle karşılık vermiş: 'Ayağını yere vur, işte yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su, dedik' (Sad 42) suyu içince iyileşmiş ve gücünü ve sağlığına kavuşmuş. iyileştikten sonra 160 yıl yaşamış. Hz Eyüp'ün sağlığına ve eski servetine kavuşmadan önce bu mağarada 7 yıl uzlete çekildiği rivayet olunuyormuş.
buradan çıkmadan savaşlarla karşılaştık. yemeğe gideceklermiş bizi de çağırdılar ama kabul etmedik. çünkü bende hiçbir şey yiyecek hal yoktu. balıklıgöle geri döndük. ömeri bıraktık (esme otogarda ona bayağı yüklüce bir harçlık verdi, daha sonra onu gördüğümüzde çalışmayı bırakmış, arkadaşlarıyla top oynuyordu). çarşılarda biraz gezindik. bir caminin bahçesinde biraz oturduk, dinlendik. çarşıda, gümrük hanın yakınında bir caminin avlusu gözüme çok güzel göründü ve içeri girmek istedim. hemen bir adam yaklaşıp, oraya bayanların giremediğini, namaz kılmak için karşıdaki camiye gidebileceğimizi söyledi. adamın yardım severliği bayağı hoşumuza gitti. çünkü yaşadığımız bu şehirde insanlar çok da yardım sever değil, hatta biz de ilk geldiğimizde şahit olmuştuk. ben bunu fransada, fransızların ingilizce konuşanlara, ingilizce bilseler bile yardım etmemelerine benzetmiştim.
savaşın eşi uçakla geri döneceği için öğle saatlerinde urfadan ayrılmamız gerekiyordu. bu sebeple harrana gidemedik. savaşlarla buluştuk ve ben normalde yolda mehmet'in de uykusu gelir diye hiç uyumadığım halde, bu sfer kendimi çok kötü hissettiğim için biraz uyudum. yolda bol miktarda eşek gördük. aklımıza kazamız geldi. şehir girişinde durup baharla vedalaştık. evimize geldiğimizde hava yeni kararıyordu.