Monday, February 25, 2008

istanbul'da uzun bir tatil

Perşembe günü sabah erkenden samsuna doğru yola çıkmamız lazım. Mehmetle içimize hüzün çöküyor. Ama geçen hafta ki kadar çökemez herhalde. Geçen hafta sevgililer gününde mehmetle adsl’i kapattırmaya gittik (evimiz ve geleceğimiz hala belli olmadığı için kapattırmaya karar verdik). O gün annemle Muhammed hakkında konuştuğumuz ve annem de hiç iyi haberler vermediği için onun da bende oluşturduğu moral bozukluğuyla kötü bir ruh hali içindeydim. Mehmetin de son günleri olduğu için canı sıkkında. Evimize dönerken kafamızdan neler geçti neler. Mehmet’in bugünlere canı evimiz olmamasına çok sıkılıyor. O gün bütün günü boş boş geçirdik. Ertesi gün ise Mehmet ani bir kararla il sağlık müdürlüğüne gidip bütün günü rapor almaya uğraşarak geçirdi.
Buradaki günlerimiz bitti. Buraya yoğunluktan fazla yazamadım ama her günüm dolu dolu ve güzel geçti. Kalabalık evde yaşamanın zorluklarını bayağı bir hissetsem de ileri de güzel birer hatıra olarak kalacaklar.
Sanırım 23 ocaktı, gül böceğinin bir kız kardeşi oldu, güldane. Sabah Mehmet, Sinan bey, verda ve ben erkenden kalktık. Mehmet markete gidip loğusa şekeri için alınması gereken ama benim unuttuğum şekeri ve kahvaltı için ekmek aldı. Bizim odamızda kahvaltı ettik. Verda da gül böceğine bir şeyler yedirdi. Ben kahvaltıyı yarım yamalak yaparak loğusa şerbetini hazırlamaya başladım. Erkekler annemi almaya gidince verda ile ben de hazırlanmaya başladık. Kendimi kurbanlık koyun gibi hissediyorum dedi. Çıkmadan biraz ibadet edeyim ne olur ne olmaz dedi. Annem yenge hanıma akşam termosun yerini sormadığı için okula telefon açıp termosun yerini öğrenmiş. Sinan bey her ne kadar yapmasan olmaz mı şu şerbeti dese de ben yaptım. Annemi alıp geldiklerinde verda aşağı indi. Mehmetin yukarı getirdiği termosa şerbeti koyup hızlıca evden çıktık. Hastane kavşağına geldiğimizde Sinan bey kavşağı kaçırdı ve hastaneyi bulmak için bayağı dolaştık. Hastane (verdanın doktoru sürekli orada çalışıyor diye, ona kolaylık olsun diye) 3. sınıf bir hastaneydi (JFK). Evimizin yakınındaki hastaneler oradan bin kat daha iyiydi. Odaya yerleşmemiz biraz zaman aldı, hazır değilmiş. Odaya yerleştikten kısa süre sonra verdayı almaya geldiler. Biz ameliyatına girmedik. Giderken onu öptük ve anesteziste söylemesi gereken şeyleri söyledik. Sonra önce bebek geldi. hemşire gözümüzün önünde bir odada (camlı bir oda) çeşmede ilk banyosunu yaptırdı. Öyle rahat yıkıyordu ki mehmetle yeni doğan bebeklerini yıkamakta güçlük çeken çiftleri hatırlayıp (arife-bayram gibi) güldük. bebek gül böceğinden daha güzeldi ve bize de bayağı uğurlu geldi. gül böceği mehmeti hiç sevmediği için mehmet 'güldane in, gül böceği out' sloganını sık sık kullandı. uzun zamandır tamirde olan arabamız nihayet tamirden çıktı ve bir de mehmetin özelden almayı ummadığı para hesabımıza yatmış. Bizimle beraber katta bulunan herkes de bebeği seyretti. Daha sonra mehmetle birlikte aşağıdaki çiçekçiye indik. Çiçekler bayağı kötüydü ve biz de arayarak bir çiçekçi bulduk. Bir tane Sinan bey için bir tane de bizim için çiçek siparişi verdik. Verda geldiğinde gördük ki sadece epidural yada spinal yapılmamıştı. Hem de uyumuştu. Epidural yapılmış, damara girilmiş ve ilacın bir kısmı yanlışlıkla oraya verilmiş. Sonra spinal yapılmış, sonra da nedense uyutmuşlar. Anestezi uzmanı ben böyle hasta görmedim, bir daha da doktor uyutmayacağım demiş. Verdaya hastanedeki arkadaşları ‘aaaaa bu devirde hala genel anetezi mi?’ dedikleri için genel anestezi istememiş ama sonrasında çok pişman oldu. Çünkü bir hafta süreyle şiddetli başağrısı çekti. O gün odamıza gelen herkese şerbetimizden ikram ettik.
Bir de çikolatalarımızdan. Akşam biz Sinan beyle hastaneden ayrıldık, annem verda ile kaldı. Akşam yenge hanımlar, kuzucuklar da ziyarete gitmişler. O akşam eve vardığımızda evimizin içi tarçın ve karanfil kokuyordu (şerbeti yaptığım tencereyi yıkamadığım için). O akşam Sinan bey gül böceğini de alıp geldi ve akşam gül böceği babası ile yattı. Ertesi sabah Mehmet Sinan beye erken kalkıp hastaneye git demesine rağmen Sinan bey bizimle birlikte kahvaltı yaptı ve iki taksi tutarak onlar hastaneye biz de derindereye (zeytinburnu) gittik.

Arabamız nihayet tamirden çıktı. Arabayı alınca bakırköydeki alışveriş merkezine gittik. Biraz alışveriş yapıp akşam karşısında açılan yenisine de girdik. Güya o gün Sinan bey de bize katılacaktı ama hastanede annemden ve verdadan fırça yemiş. İkisi de hastanede bayağı sıkılmışlar. Bir de verda biraz kötüleşmiş, annem bayağı korkmuş. Mehmetle biz şikayetlerini dinleyince bize konversif gibi geldi gerçi (psikolojik). Akşam hastaneye gidip Sinan beyi ve gül böceğini alıp taksime gittik ve çılgın dürümcüden dürüm aldık. Akşam yemeğimiz bu dürümlerdi.
Cuma günü verda hastaneden çıktı. Yeni bebek, güldane benim ceviz sandığımın üstündeki yatakların üstüne yatırıldı (gül böceği de ona yetişemesin ve zarar vermesin diye. Çünkü bebek için çirkin, yaramaz kelimelerini kullanıyordu).
O hafta bizim için hiç kolay olmadı. Kalabalık bir ev ve sürekli baş ağrısından şikayet eden bir loğusa. Sezeryan ağrılarını hiç hissedemedi bile. Birkaç gün ona serum taktık, şikayetlerini dinledik. O günlerde bizimle birlikte Sinan bey de gezdi ve işi daha ileri boyuta taşıyıp abd’ye kongreye gitti. Onun yokluğunda gül böceği bize bayağı alıştı, Babasının yokluğuna da tabii. Babasının gelmesine birkaç gün kala ona ‘baba amerikada’ demeyi öğrettik. Peti amcası ile her sabah yavaş yavaş ekmek almaya gidiyordu ve kendine de yumurta (çikolata) alıyordu. Artık peti amcaya çok fazla ‘sen yaramazzssın’ diye bağırmıyordu. Benim evde giydiğim yeni ayakkabılarıma kafayı takmış, illa kendisi giymek istiyordu. babası abd den dönünce ona aldığı ayakkabılardan birini giyip mutfağa (ben bulaşık yıkarken) geldi ve bir kendi ayakkabısına bir benimkine bakıyor ve 'baak' diyordu.

Bol bol çantamı karıştırıyordu. Geceleri odamıza gelip sadece bana iyi geceler öpücüğü veriyor, kapımız kapalı ise ‘sen napıyorsun orda’ diye bağırıyordu. Bu kadar ayrıntılı yazıyorum çünkü ileride belki de bu yazıyı gül böceği ve güldaneye gösteririm.
Sömestir tatili başlayınca ayşe abla geldi. ama gelişi biraz olaylı oldu. Metro otobüs şirketiyle gelirken bolu dağında kaza yapmışlar ve ayşe abla yüzünü öndeki koltuğa çarptığı için gözü ve burnu morarmıştı, sanki dayak yemiş gibi. Çubuk kraker de de morluk vardı. ertesi gün amcaları sapancadan otobüse bindirip istanbula yolladı. Onlarla bir gün arnavutköye gittik, hava bayağı soğuktu. Götürdüğüm termos sayesinde kahve içtik ve bir şeyler yedik. Ama dönüş benim için hiç kolay olmadı. Çünkü gül böceğini araba tutuyor ve yediği her şeyi eteğime ve çizmeme kustu. Oradan kumkapıya gidip balık aldık ve akşam balık yedik. Ayşe abla akşam bizde kaldı. Çubuk kraker de bizim odada yerde yattı.
Bir kez de çubuk krakerle birlikte nişantaşına city’s e gittik. Bayağı pahalıydı. Sadece bir ayakkabıcıda yazlık ayakkabı beğendim. Orada yemek yedik ama yediğimiz sandviçler bayağı pahalıya geldi. aslında ben o gün kurtuluşta galeye gidecektim ama Mehmet nerede olduğunu bilmediğimi öğrenince porselen aldık ne işin var porselencide deyip beni nişantaşına yönlendirdi. Çubuk kraker ve kardeşi ile bir gün de bize yatak odası (sayfada sağ üst köşedeki) takımı bakmaya gittik, beğendiğim takım 16000 ytl idi. Hepimiz bayıldık. Suadiyede başka bir mağazaya daha gittik, orada yatak odası takımı beğenmedim ama yemek odaları harikaydı ama fiyatları almış başını gitmiş. O günlerde balık ‘amcalarım çubuk krakeri daha çok gezdiriyor, beni gezdirmiyorlar ‘dediği için Mehmet ona bayağı kızdı. Ama bu işten daha çok ebeveynini sorumlu tuttu.
Ondan önceki gün mehmetle eski hastanemize gittik. Oraya gitmeye o kadar hevesleniyordum. Hiç zevk almadım. Eskisi gibi olmuyormuş, orada misafir oluyorsun ve misafir olmak hiç de eğlenceli değil. Birkaç gün sonra Mehmet tekrar gitmek zorunda kaldı ama ben gitmedim.

Kariyeye bir kez daha gittik ama içeri girişin 10 ytl olduğunu öğrenince (annem, ben, Mehmet ve gül böceği) biraz pahalıya mal olacak diye girmedik.

Onun yerine Edirnekapı mezarlığına gidip Mehmet akif ersoy’un kabrini ziyaret ettik.
O gün fatih sultan mehmetin istanbula ilk girdiği surlardan geçip çocuk bahçesinde gül böceğini biraz kaydıraktan kaydırdık. Defalarca kaydı ve bir kez ‘zaki abla da kaysın’ dedi.
Sinan bey abd’de iken tv’de izlediğimiz belgeselde ünlü aileden bir bayan isminin neden betül olmadığını (ismi ‘ü’ yerine ‘u’ harfli) anlattı. Sinan bey geldiğinde sabah erkenden kalkıp güldanenin nüfus kağıdını çıkartmaya gidiyordu ki Mehmet ona kadının anlattığını söyledi. O da hiç araştırmadan gidip güldanenin ikinci adını betül yerine ‘u’ harfli yazdırdı. O akşam bayram beylerde otururken Mehmet ve Sinan bey bir taraf kuzucuk ve babam bir taraf oldular ve isim konusunda tartıştılar. Güldane ise hiçbir şeyden habersiz o odada masanın üstünde uyuyordu. O akşamdan hatıra kalması için mehmetle babamı tartışırken ve güldaneyi uyurken resimlerini çektim. Sonunda Sinan bey yanlış da olsa ben değiştirmeyeceğim, öyle kalacak dedi. Bu işten mehmeti sorumlu tuttular. Verda ise zaten bu işe razı değildi.
Daha bissürü şey yaptık, bunlar sadece hatırladıklarım.

No comments: