Monday, January 03, 2011

geçen hafta doğum evinde çalıştım. başka bir yerde çalışmak hiç de güzel olmuyor. olaya tam hakim olamıyorsun. enjektörleri bile garip geldi. hergün 45 kilometre gidip gelmek benim için pek de kolay değildi (kendi hastanem evden 2 kilometre uzaklıkta), git git bitmiyordu. arada yol bilgisayarına bakıyordum ne kadar kaldı diye.
hastanenin planı o kadar kötüydü ki odaların yarısı hastaların numara aldıkları yere bakıyordu. maalesef dr odası da aynı durumdaydı. camı açarsın içeri acayip bir uğultu gelir, kapatırsın oda havasız kalır. hele de loş ışıklar yüzünden sürekli yağmur yağmış da kapalı bir hava var zannediyorsun. tv'de fazla kanal yok. nuray bol bol dinlenirsin dedi ama bu tip dinlenme bana göre değil. günde 3-4 c/s ile gün geçer mi?
sevmedim hiç orayı. yemek çeşidi fazlaydı, sanırım 6 çeşit falan vardı. kimsenin günü yok, gelelim mi diye soruyorlar ben de herkese gelin diyorum. ne saçma birşey bu.
ilk gün öznur 15:30'da çıkarsın dediği için heveslendim ama son anda çıkan 2 vaka yüzünden saat 16:30'da ancak çıkabildim ve karanlık havada eve gitmek zorunda kaldım.
oranın inasnı rahatsız eden yanı icaplarıydı. kalkıp evden gidecek halim yok. hiç bir sorunu olmayan her vaka için telefon edip (ve başhekimin emri ile kayıt altına alınması için hastane telefonundan arıyorlar, biz sorumlu olalım diye) vaka alıyoruz diye söylüyorlar. bir seferinde gece 4 de aradılar. Allahtan acil vakaları fazla değildi. dün akşam halil aradı, naptın diye sordu. bu ay o gidiyor. anlattım, icapları sordu, bu konuda endişeleri var. bir de erkek ve bekar olduğu için onu getirtirler diye korkuyor.
cuma günü hava bayağı soğuktu ve benim hastalığım hala geçmemişti ve üstüne bir de her iki tarafımda şiddetli yan ağrım vardı. öksürmem bu yüzden kontrollü olmak zorunda, hala da öyle. eğer kendi hastanemde olsam işe gitmezdim ama mecburen gittim. eve gelince tüm akşamı yatarak geçirdim. yani yeni yıla salondaki üçlü koltukta pijamalarımla uzanmış vaziyette girdim. tüm akşam uyuduğum için gece çok geç yattım. ertesi gün de yatarak geçti. salondaki hasta yatağımı toparlamam pazar sabahı oldu. hala iyileşmedim ama artık o moddan kurtulmak istedim. mehmetle kahvaltı sonrası araba ile gezintiye çıktık. uzun saçlıya gidip çay içelim dedim. babamlarla çocukken köyden dönerken uğrayıp çay içmiştik diye hatırlıyorum. çay kaşıklarının jumbo olması dikkatimi çekmişti. teknisyenler 'arabası kötü olana servis yapmaz, beğenmediğine servis yapmaz, taze çayın var mı diye sorana çayım yok der' diye söyledikleri için biraz tedirgin gittim. mehmete de sakın çay taze mi falan diye sorma dedim. medreseönünde, yokuşu çıkarken hemen solda kalıyor. 4-5 tane araba vardı. boş bir masaya oturacaktık ki, üşürseniz içeride soba yanıyor içeri gelin dedi. sonra da 'kaç bardak içersniz , 2'şer bardak yeter mi?' diye sordu. yeter deyince 'siz aşağılarda biraz gezinin, ooralar da benim. çayın hazırlanması biraz vakit alır' dedi. aşağıda da insanlar denize karşı çay içiyorlardı. güzel, sevimli bir yer. adam emek vermiş ve işini severek yapıyor belli.
içeri girdik. bir aile daha vardı. o ailenin 4-5 yaşlarında bir çocuğu vardı. çocuklara çay vermeyi sevmem dedi. çocuklar genelde çaı döküyorlar dedi. ama çocuğun annesi 'sizin çayınızın tadına o da baksın istiyoruz' dedi ve bir paşa çayı aldılar. masada avcılıkla ilgili 4 dergi vardı. mehmetle onları inceledik. bu ara mehmet tv'de sürekli belgesel seyrediyor, aslan geyik yakalıyor, timsah zebrayı boğazından ısırıyor.
duvarlarda bir kaç ünlüyle ve avlanırken resimleri var. 2 tane doldurulmuş kuş var ve bir de sanırım zıpkınla balık avlıyor, kıyafetleri ortalarda.
çaylarımız pırıl pırıl bardaklarda geldi. mehmete 'bizim bardaklar bu kadar parlamıyor' dedim. kaşıklar yine jumbo, çay tabakları klasik kırmızılı olanlardan. şeker kıtlama tipi. ikinci bardakları başka bardaklarda getirdi. zaten adam sürekli küçük bir alanda sürekli bardak yıkıyor ve bardakları da bayağı gayretli yıkıyor. çayı gayet güzeldi, anladığım kadarıyla herkese ayrı çay demliyor. çünkü her gelene kaç kişisiniz ve kaç bardak içersiniz diye soruyor.
çıkşta daha ileri gidip saklı bahçeye baktık. masaları içeri almışlar millet yemek yiyordu ve biz henüz acıkmamıştık. hamsileri ızgarada pişiriyorladı ve doğrusu biraz gözüm kaldı ama tok olunca istediğin kadar gözün kalsın..
evde akşam arabaşı yaptım.

şükür bugün yurda döndüm ve bissürü yazı işlemi vs'yi beni bekler buldum. nuray babası yüzünden izne ayrılmış, 3 günlüğüne. kala kala 3 kişi kaldık. başhkm yazı göndermiş, 6. salonun hazır hale getirilmesi diye. kızlar dediler, Allah allah niye yazı yollmış, seni aramamış ki? başka yazılar da yollamış, herhalde artık yazılarla anlaşacağız deyip gülüştük.

gün içinde nette portakal ağacına bakarken yeni mutfağı ile ilgili yorumlar dikkatimi çekti. insanlar ne kadar tuhaf düşüncelere sahip, insanlar ne kadar kıskanç, çekemez. zenginliğinizi gözümüze sokmayın demişler. halbuki kız ne güzel sunumlar yapıyor ve biz de ağzımız açık bakıyoruz, örnek alıyoruz. umreye, hacca gidiyormuş ve insanların yiyemediği şeyleri yapıp gösteriyorsunuz diyorlar. garipsedim, Allah Allah benim de çok okuyanım olsa bana da böyle garip yorumlar yaparlar mı diye düşünüyorum. haticenin mutfağını çok beğendim. duvarları benim istediğim gibi, hayırlı uğurlu olsun.

daha listeyi görmedim ama sanırım yarın nöbetçiyim. muhammedin perşembe günü senesi doluyor ve cuma günü izin kullanmak için bu nöbete ihtiyacım vardı. vakit ne çabuk geçiyor. muhammedimizi kaybedeli 1 sene doluyor. bugünler bizim için çok sıkıntılı günlerdi.

No comments: