Thursday, January 13, 2011

3 günlük rapor aldım. bugün 2. gün. geçen haftadan beri her iki yanımda ağrı var. sanki batar gibi, sanki dayak yemişim de her tarafım ezilmiş gibi. grafi çektirdim, tetkik yaptırdım bişey çıkmadı. geçen hafta öksürüğüm hala geçmemişti ve ağrı yüzünden öksüremiyordum. hele bir de hapşırmak var ki, ona engel olamadığım için ağrıdan aklım gidiyordu. hasta olmayı, dr vs işlerini hiç sevmiyorum. salı günü ilaç çekmek için eğildiğimde sanki kramp girdi ve bir müddet hareket edemedim ve o zaman rapor almaya karar verdim. dün bütün günü yatarak ve uyuyarak geçirdim. evde temizlik de vardı ve sağolsun kadın yemeği de yapıp öyle gitti. bakalım 5 gün evde olmak nasılmış?
geçen hafta perşembe Muhammedin senesi dolması sebebiyle erkenden çıkıp eve geldim. hazırlanıp yürüyerek aşağı yola indim. 10-15 dk sonra otobüs geldi ve bindim. yolda biraz kitap okudum, biraz uyudum. otogardan hidayet aldı. evde hemen üstümü değiştirdim ve millet gelmeye başladı. bayağı kalabalıktı. babam ablama 'birşey söyleyeceğim kızım ama darılma' demiş. lafın devamını da bu seneki tevhide geçen yıllardaki gibi çok insanı beklememesi gerektiğini söylemiş ama babamın dediği gibi olmadı. bayağı kalabalıktı, 3 ev doldu. rahatsızdım ve holde oturduğum için biraz üşüdüm, biraz ağladım. onu düşündüm acaba şimdi burada olduğumuzu hissediyormudur diye. daha sonra konuşurken ümmühan da acaba şimdi aramızda geziniyor mudur dedi. sanırım hepimiz aynı şey düşündük. tevhid sonrası mutfakta tabakların doldurulmasına yardım ettim. servis tamamen bitmeden bir kısım yiyip ayrılmaya başlamıştı bile. saat 21 civarı ev ahalisi kalmıştık ve nuriye abla evi temizlemey başlamıştı. evi süpürdü, sildi sağolsun. ablamların eski kiracısı, çocukların meryem halasına da sen de tozları al deyip bez vermiş. meryem de insanlar daha oturuyor nasıl toz alayım demiş ama bakmış nuriye abla ısrar ediyor, banyonun kapısından başlamış, bayağı güldük.
akşam annemler ve çoğu insan gitti. eski kiracıları pamuk nene, kızları saliha hala (çocukların deyişiyle), meryem hala ve fatoş halaları kaldı. bayağı sohbet ettik. hepsi de çok komikler, yaşları bayağı ilerlemiş ama hiç biri evlenmemiş. muhammedin küçüklüğünden bahsettik, daha doğrusu onlar bahsettiler. muhammed onların da elinde büyüdü. muhammed boğazına çok düşkün bir çocuktu ve apartmanda (4 daireden oluşuyor) beğendiği bir yemek kokusu olduğunda gidip kapıları koklarmış, kaynağı bulmak için. sonra da o eve girip yemeği orda yermiş. ablamdan bir gün patates kızartması istemiş, ablam da yapmamış. çatalını da eline alıp aşağı inmiş ve meryem hala bana patates kızart demiş. orada patatesini yemiş. bir de çiğ köfte yaptıklarında nasıl ouyorsa her seferinde anlayıp ayşenurla birlikte aşağı gelirlerdi diyorlar. ve yöntemleri şuymuş; kapıyı açıp hiç konuşmadan sofraya oturuyorlarmış, çiğ köfteyi yiyorlarmış ve sonra da hiç konuşmadan evden çıkıyorlarmış. millet onları ellerini yıkamaya lavaboya gitti zannedip bekliyorlarmış ama sonra bakıyorlarmış ki çoktan gitmişler. muhammedin hastalığı döneminde çiğ köfte istemiş ama hiç bir şeyi çiğ yiyemediği için bulguru pişirmek istiyorlamış o yüzden de sen sonra gel biz yapalım seni çağırırız demişler. diyorlar ki meğer o sofra bezini yere serip yapılma şamasını seyretmesini seviyormuş, benim canım. o akşam bizi hem duygulandırdılar hem de çok güldürdüler. komik, eğlenceli bir aile. ak'nın muhammedin konuşmasını aliye dizisindeki ardaya benzetmesi gibi onlar da beyazıtı öyle bir geçer zamanki dizisindeki çocuğa benzetiyorlamış. diziyi pek seyretmediğim için bir yorumda bulunamıyorum. meryem, ablamlara bir taraftan gelmek istediğini bir taraftan da gelmek istemediğini söylüyormuş. sanki gelmeyince muhammed yaşıyor gibi hissediyorum, gelince yokluğunu hissedince garip oluyorum diyormuş. canım benim yokluğu öyle hissediliyor ki.
gece beyzıtla karşılıklı yattık. üstünü o kadar çok açtı ki her iki yanım ağrırken yataktan zorla kalkmama rağmen her seferinde kalktım ve üstünü örttüm. sonra baktım ki başedemiyorum bıraktım. onun yüzünden gece doğru düzgün uyuyamadım.
cuma sabah ablam da ben de geç kalktık ve kahvaltı ettik. hazırlanıp çarşıya çıktık. hava bayağı soğuktu. ablama çizme, ayakkabı baktık. bana kahverengi bir ayakkabı aldık. pentide indirim olduğundan bayağı bir çorap aldım, rengarenk.
sonra hüseyin abiye gidip ablamların beğendiği halılara baktık. hüseyin abi bize çay, kahve ikram etti ve biz oradan çıktığımızda hava bayağı kararmıştı. desaya gittik. istediğim ayakkabıyı denedim ve ayağıma olmadı. ablam da kendine uygun bir şey bulamadı. çok zorladık ama birşey alamadık. aslında desadan almak istediğim 4-5 parça var.
eve gidince ablamlar başka bir tevhide gittiler ve sonrasında annemlere gittik. mutfakta sohbet ettik eve arabaşının hamurunu yaptım.
ertesi gün kahvaltı sonrası yine mutfakta geçti. sarma sardık, annem tirit yaptı ben arabaşının çorbasını yaptım. tirit ve çorba hindiden yapıldı. aslında ben hindinin doldurulmasını istiyordum ama babam sağolsun hindi çok büyük diye (10 kg) parçalatmış. arifeleri çağırdık. akşam yemekte teyzemler, arife, ümmühan vardı. hamuru pek sevmediler, yiyemediler. ayşenur, annem ve ablam yediler. onların da midesine oturdu. ben de bunun çok normal olduğunu söyledim. annemin pilavı harikaydı, hindili, üzümlü, fıstıklı ve safranlı. akşam sohbetle geçti. bu arada berat ve hidayet cuma izmire gitmişler, hayvancılıkla ilgili bilgi almak için. ama sonra işin ne zor olduğunu anlamışlar sanırım.
pazar sabah annem gözleme, daha doğrusu pancarlı yaptı ve kahvaltıyı onunla yaptık. öğleden sonra babam beni otobüse binidirdi ve evimize döndüm.
aslında uzun zamandır istanbul tatilinin devamını yazmak istiyordum ama sanırım fotoğraf makinesini evin bir yerlerine saklayıp da bulamadığım için yazmak da içimden gelmiyor. belki de bu evde istirahat bahnesiyle bugün, yarın yazarım.

No comments: