Sunday, December 12, 2010

bayramın ikinci günü kahvaltıyı yaptıktan sonra salona tüm odayı kaplayacak şekilde poşet serildi, balkondan etleri salona getirdiler. poşetlerden çıkarınca baktıkki etlerin rengi hafif yeşilimsi olmuş ve kokmuş. hemen işe giriştik. daha doğrusu mehmetle sinan bey giriştiler. sonra bayram bey de geldi. kuzucuk geldiğinde iş bitmek üzereydi. saat 5 gibi iş bitmişti. paylaşıldı ve ortalık toparlanıp kavurma yedik. çok güzel olmuştu. çay içme faslında ayşe abla ve eşi, çocukları geldi. şunu söyliyeyim ki çocukları özel okulda ama daha büyükleri ile bayramlaşmayı bilmiyorlar. bu nasıl yetiştirme?
mehmet ve sinan bey alışveriş merkezine gidip derin dondurucu aldılar. aslında daha önce almaları gerekirdi ama sakalım yokki dinlesinler. ben eti nereye koyacağız diyorum, sinan bey ve verda konyadaki evlerindeki dolabın dondurucusunun ne kadar büyük olduğundan, iki ailenin etini alacağından bahsediyorlar. iyi de dedim sizin dolap burada değil, neden bahsediyorsunuz?
millet dolap gelince gitti ve biz tekrar etleri ortaya getirince etlerin bir kez daha koktuğunu gördük. meğer etleri poşete koymamak gerekiyormuş.
herkes kendi etini halletti ve dondurucuya yerleştirdik. ben gece yatmadan bir tencerede kavurma yaptım.
sabah sinan beyin fondü dediği şekilde hazırladığı eti yedik. gerçekten güzel olmuştu. daha sonra dondurucudan kan sızdığını ve etlerin donmadığını gördük. buzdolabındaki kıyma için ayırdığımız etler de yeşermiş. ben sinirlendim ve istemiyorum kıyma mıyma dedim. mehmete kızdım, ben demiştim sana benim hakkımı ilk gün alıp karşıdaki kursa ver diye, dedim. ama babm demişki bizim akrabalara veririz diye. ama ne kadar akrabaları var ki? ve bir de bizdeki gibi bir gün arabaya etler konup kapı kapı dolaşılıp etler dağıtılmıyor. babam geliyor anneme falancaya et vereceğim diyor. annem çıkarıp bir parça veriyor. kaç günde dağıtılır bu böyle. ben sinirlenince mehmet karşıdaki kursa gitti. görevli vatanda bir camideymiş. mehmet hazırlandı ikindi namazını adamın kıldırmasını bekleyip onu alıp geldi. eti verdi, bayağı fazlaydı. adam çok sevinmiş, ilk biz vermişiz. zaten kendileri dışında yabancı kimse vermiyormuş.
mehmet eti verirken biz de verda ile dondurucuyu tekrar temizledik. sonra hazırlanıp hep birlikte dışarı çıktık. sinan beylerin 2 aydır kiraladıkları eve gidip baktık. verda da daha görmemiş. konyadaki eve göre bayağı kötü tabii ki. altta 2araçlık otoparklarının olması güzel. işe yürüyerek gidebilme imkanı güzel. evin altında orta büyüklükte bir market ve bir pastane olması da güzel. mutfakta bol dolap var ve büyüklüğü de fena değil. evi gezdikten sonra onlar otoparka indiler. mehmetle markete gittik. mehmete 'mehmet eğer konyadaki ev bizim olsaydı ve biz bu eve taşınmak zorunda kaslaydık, evi görünce ben sana boynumu bükerek 'meehmeet, bu evde mi yaşayacağız?' derdim. sonra da sen bana 'ya o güzel ev yada istanbul, karar ver derdin' dedim. güldük.
sinan bey bize arabayla tur attırdı. bol bol gökdelen seyrettik, sıkıldık. kızı önde kustu. neymiş kızı istanbul konyaya göre küçük demiş de ona istanbulun ne kadar büyük olduğunu gösteriyormuş. gezi boyunca sürekli tarkan dinlemek zorunda kaldığı için annem. hava alamadığım için deniz kenarında bir yerlerde arabadan inmek için ben, geziden memnun olmadığı için verda sürekli söylenip durduk. 'bu geziden bir tek siz memnunsunuz, böyle gezi mi olur?' dedim.
gezinin sonunda bayram beylere gittik. bize çiğ köfte yaptı. onun dışında sofra hem göz hem de karın doyuruyordu. zaten arifenin sofraları ve yemekleri hep güzeldir. yemek sonrası annem, babam, mehmet ve ben eve güzel havada yürüyerek gittik.
bu arada bizim kurban etleri ile uğraşmamız bu kadar değil. bayram bey buz dolapları bayramda bozulduğu için sırt çantası ile etleri bize taşımak zorunda kaldı.
bayramın 4. günü yani cuma günü bayağı geç kahvaltı yaptık. sinan beyler konyaya doğru yola çıkacakları halde onda hiç telaşa yok. onlar gitmeyince de bizim de günümüz geçiyor ve biz dışarı çıkamamış oluyoruz. bunu ona tabii ki ifade ettim, kibar bir şekilde. nihayet vedalaşıp 14:20'de yola çıktılar.
onların peşinden biz de çıktık, annem, ben ve mehmet. yavuz selime gittik yürüyerek.
 
Posted by Picasa


çok güzel bir manzara var orada. biraz manzara seyrettik sonra aşağıdaki evlerden birinde olan kafeslerden bissürü güvercin çıktı.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

gökyüzünde hep birlikte daireler çizdiler. öyle güzel görünüyorlardı ki, hiç bir yere de gitmiyorlardı. sadece kafeslerin üzerinde geniz bir daire. o adam ve güvercinler senelerdir buradaymış. ve bu saatlerde (16 civarı) bu gösteriyi sürekli yapıyorlarmış.
 
Posted by Picasa

kafeslerin yan tarafında bir de küçük bir bahçe ve sadece çimenler vardı. fatihte evler bu kadar küçükken, birilerinin böyle kafeslerinin ve güvercinlerinin ve başka birinin de böyle bir bahçesinin olması ne güzel.
 
Posted by Picasa


sonra türbeleri ziyaret ettik, dışarıdan. zaten bir müddet sonra kapandığı için hepimizi bahçeden dışarı çıkardılar.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
yavuz sultan selimin türbesi, değişik bir kaç mezar ve hafsa sultanın (kanuninin annesi) (daha sonra onun da türbesi olduğunu ve duvarlarının yıkıldığını anladım, mehmet sayesinde) mezarını ziyaret ettik. nette gezinirken bir de bu yazıyı buldum ve çok hoşuma gitti. işte şöyle; Yavuz Sultan Selim’in türbesi Fatih’teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: “Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel.”

Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar, “Tamam” der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, “Hani kiraz, almadın mı?” diye sorar.

Boynunu büker, “Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım” der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. “Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?” der.

O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapını Sultanın sandukasına vurur. Der ki: “Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam.”

Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, ”Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek” diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?

Akşam hanım yine, “Hani kiraz?” deyince, boynunu büker, “Hanım, yarın mutlaka alacağım” der.

Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. “Efendi, türbedar sen misin?” der.

“Evet, benim” der.

“Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz”

Adam şaşırır. Abdülhamid’in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, “Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur” derken, “Türbedar sen değil misin?” diye emir subayı tekrar eder. “Benim” deyince de, “O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk” der.

Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarırlar.

Abdülhamid, “Türbedar sen misin?” diye sorar.

“Evet, efendim, bendenizim” der.

“Söyle bakayım, dedem Yavuz’un türbesinde dün neler oldu?”

Şaşırır, “Birşey olmadı efendim.”

“Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!”

Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: “Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim.”

Abdülhamid, “Anladım” der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. “Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. ‘Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?’ diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel” der.

Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: “Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır.” Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarır.

çukurbostandan yukarı doğru yürürken tam çukura bakan yeni yapılmış bir ev çok hoşuma gitti. o evde kirada oturma hayalleri kurarak (sahip olmak istediğim ev o değil. buraya taşınmadan önce yazmıştım, aşağı yukarı öyle birşey) sürekli dönüp dönüp ona bakarak yürüdüm. caddeye çıkmak yerine ara sokaklardan eve ulaşmaya çalıştık. önce ismailağa camiine vardık. orası çok farklı bir dünya insanların giyimleri, dükkanlarda satılanlar, kıyafetler herşey çok farklı. mağazalarda bol hacı malzemeleri ve hacı kokuları,esanslar vardı. ufak tefek pide salonları ve berber salonları.... sevdim burayı, ilginç geldi bana. camiyi merak ettiğimiz için hızlıca avlusuna girdik. bir kapıdan girip diğerinden çıktık.
 
Posted by Picasa
caminin içine girmedik ama sonra nette gezinirken şu yazıyı okuyunca (Öğle namazını ismailağa camiinde kıldıktan sonra caminin içerisini gezdik.Dışarıdan binaya bakarken; " buraya da tadilat gerek, restore edilmeli " demiştim.Fakat içeriye giripte ,içerinin o güzelliğini görünce , şu mısralar geldi hatırıma; " harabat ehline hor bakma zakir,definelere malik viraneler vardır." İşte bu söz ismailağa camisi için tam uyuyor.Zira içerisinin düzeni ve dizaynı o kadar güzel ki anlatmakta zorlanıyorum...1723 yılında Osmanlı'nın 56. Şeyhülislamı Ebuishak İsmail Efendi'nin yaptırdığı caminin ölçüleri, en, boy ve yükseklik olarak Kâbe'nin ebatları ile birebir örtüşüyor.) içeri de girsem iyi olurmuş diye düşündüm.
caminin haziresindekiler şeyhülislam olan ismailağa ve onun soyundan gelen ve hepsi de şehülislam olan zatlar vardı. ismailağa camiinin ismini hep duyuyordum da kendisinin şeyhülislam olduğunu bilmiyordum. bu ve soyundan 4-5 kişinin şeyhülislam olması beni bayağı şaşırttı.
sokaklarda yürümeye devam ettik, hava karar üzereydi. önce bir kapının yanından geçerken mehmet durdu ve bu da ne dedi.
 
Posted by Picasa

sonra anladığımızda güldük ve resmini çekelim dedik. (bisiklet tamircisi)
sonra gördüğümüz hamam ve caminin olduğu sokağa girip yolumuzu biraz uzattık. caminin yandaki camları kırıktı ve biz kullanılmıyor zannettik. ama sonra ön tarafa geçince az da olsa cemaatinin olduğunu farkettik. burası mehmet ağa camiiydi. mimarı davut ağa imiş. aslında burası külliye imiş ama külliyeden geriye sadece çiftehamam kalmış. hamam kullanılıyordu. kapısında bir adam oturuyordu.
eve doğru yürümeye devam ettik ve üçbaş camiine geldik. daha doğrusu yanından geçtik.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

mimar sinanın adını duymak beni çok heyecanlandırdı. bu arada önceki ayki nöbetimde nette gezinirken burayı buldum. hemen doldurup gönderdim ve birkaç gün içinde haritalarım geldi. acayip mutlu oldum. istanbula giderken onları da yanımda götürdüm. hatta istanbula gitmeden önce edirneye de giderzi diye plan yapıyordum ama herşey planlandığı gibi olmuyor, en azından aile ile birlikteyken olmuyor. eğer gitseydik harita orada da işime yarayacaktı.

o bölgedeki otopark olarak işgal edilen yerlerin boşaltılması mehmeti çok mutlu etti. eve vardığımızda bayağı yorulmuştum. aslında evden çıkarken mehmete bu gezinin beni kesmiyeceğini söylemiştim. biraz da o yüzden bizi o kadar dolandırdı. akşam beni dışarı çıkarmak zorunda kalmamak için. ama iyi ki de dolanmışız. güzel bir gezi oldu. camilerin içlerine de girseydik daha güzel olacaktı tabii. akşam yemek, çay ve tostos oturma diye yazmışım kağıda. evet mehmete kaç gündür beni başka yere götürmediği için biraz surat yaptım. ama o da surat asmaya bırakmıyor mi, hemen 'anne bak onu gezdirmediğim için hiç gülmüyor' diyor ve o iş orada bitiyor. başka şeyleri de söylüyor ve sonra 'anne odaya gittiğimizde sana bunları söylediğim için beni sıkıştıracak' diyor ve kayınvalidem gülüyor ve 'kızım sen bakma ona, mehmet hep böyle' diyor.
cumartesi mehmet nihayet arabayı kullanmaya karar verdi ve bizim akıllı tomtomla capacity'ye gittik. aslında başka tarafa gitsek olurmuş, çünkü kongre yüzünden hep o civardaydık. capacityde alışveriş yaptık ama neler aldık pek hatırlamıyorum.

No comments: