Wednesday, May 02, 2007

10 nisan

Sabah yağmur sesiyle uyandım. Dışarıda acayip yağmur yağıyordu. Evimiz biraz soğuk. Bu kış ağır geçtiği için, tüm şehirde bu dönemde kaloriferler yanmıyormuş. Sabah kalkınca mehmeti aradım ve zeytin, peynir ve çaydan oluşan kahvaltımı yaptım. dün çok fazla iş yaptığım için canım iş yapmak istemedi ve sabah sabah annemin paspasını ördüm. Radyo dinledim. Radyoda gelin-kaynana ilişkisinden bahsediyordu. Bir müddet sonra benim de bir gelin olduğum aklıma geldi. Allaha şükür kayınvalidem böyle bir şey hissettirmiyor. Mehmetin annesi ailede paylaşılamıyor. Herkes çocuğuna baktırmak istiyor. Kadın da çocuklarına kıyamadığı için rahat bırakın beni diyemiyor. Bu yüzden kocasıyla tüm kışı ayrı şehirlerde geçirmek zorunda kaldılar. Allah kolaylık versin çünkü bir oğlu daha bu yaz baba olacak ve o da annesine baktırtmayı düşünüyor. Neyse ben bırakayım bu konuyu gelelim yeni evimize ve yeni şehre.
Uçakta yazdıklarımdan sonra yolculuğun devamı hiç de öyle laylaylom geçmedi. Bir müddet sonra uçak sağa sola sallanmaya ve aşağıya doğru düşmeye başladı. Ve bu olay sadece bir kez olmadı. Tam üç kere aynı şeyi yaşadık. Kemeri bağlı olmayan yolcular öne ve yukarı doğu fırladılar. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Çinden dönerken hafif bir sallantı olmuştu ama yanımızda erkek hostes (bunlara hostes denmiyordur heralde ) oturuyordu ve yaseminle ikimiz korku ve endişe ile adama bakınca korkulacak bişey olmadığını söylemişti. İkisi kesinlikle mukayese bile edilemez.
Uçak bulutların arasına girdi ve dışarıda hava karanlık gözüküyordu. Ben hemen mehmetin koluna girdim ve korkuyla dua etmeye ve sonrasında da ağlamaya başladım. Mehmet de ilk başlangıcında bana dönüp ‘böyle olması normal mi’ diye sordu (Ben ondan daha çok yolculuk yaptığım için). Ben de ona ‘dua et’ dedim. En komik yanı da mehmetin iki eliyle kol koyma yerlerine yapışmış vaziyette, ‘oooooooo ooooooooo’ diye herkesin duyacağı şekilde ses çıkarmasıydı. Daha sonra ona söylediğimde farkında olmadığını,yandaki adamın neden ona tuhaf tuhaf baktığını şimdi anladığını söyledi. Ömrümüzün o kadar olduğunu, doğu yollarında kocamla birlikte öleceğimizi ve belki yazdıklarım bulunabilirse son günlerimizin nasıl geçtiğini sevdiklerimizin öğrenebileceğini düşündüm. Mehmetin de ben yazarken aklına, düşen bir Japon uçağı ve yolcuların sevdiklerine yazdıkları notlarla ilgili belgesel aklına gelmiş. Yolculuk bittiğinde Mehmet ‘iyi ki evi taşımışız, uçağa ne kadar çok binersen komplikasyonla karşılaşma insidansı o kadar artıyor’ dedi. Daha sonra anlattığımız herkes uçak tirbülansa girmiş dedi ama o kadar normal bişey değildi yaşadığımız.
Normalde yolculuk 1.5 saat sürüyormuş. Bizimkisi 2 saat sürdü. Yukardan şehri seyrettik. Bissürü apartman var. Kimisi yukardan daire şeklinde gözüküyor. Kalp şeklinde olanlar da varmış da onları görmedim. Mehmet evimizi de gösterdi de ben tam anlayamadım neresi olduğunu. Havaalanı sivil değil, Askeri havaalanı. Küçük olduğu için yolcularını karşılamaya gelenler dışarıda bekliyorlar. Bana pakistanı, islamabadı hatırlattı. Orada da öyleydi. Şimdi yenisini yapmışlardır herhalde.
Mehmetin arkadaşı geldi ve .... burdan sonra ne oldu da yazamadım bilmiyorum. ama kısaca mehmetin arkadaşı eşiyle gelip bizi aldı. önce sanayide arabayı kamyondan indirdik sonra da evimize taşındık. evi sanırım anlatmadım, onu da anlatacağım, nasıl olsa ben de vakit bol.

No comments: