Wednesday, May 02, 2007

uzak diyarlara doğru

7.4.2007. 15:25
Uçaktayız. Karnım çok acıktı. Servis yapsalar da öyle yazayım diye bekledim ama ortalarda kimse gözükmediği için yazmaya başladım.
Bu birkaç günüm öyle hızlı, yorucu ve dolu geçti ki. Salı akşamı mehmeti almaya Sabiha gökçene gittim. Bizim evden 30 küsür kilometre uzaklıkta. Gidişim çok kolay oldu. Tam arabaya ve yollara alışmaya başlamışken bu şehri terk etmek zorunda kaldık. Ona kurufasülye ve pilav yaptım. öğlende de aynı yemeği yediği için yemeklerime pek itibar etmedi. Ama tadını beğendi, gittikçe ustalaşıyormuşum. Kurufasülyeyi seviyor ve ‘kuru’ diyor. Sadece ‘kuru’ demesi bana garip geliyor. Gerçi çok insan böyle diyor ama olsun yine de garip.
Kulaklarımızda uğultu olduğu için sakız çiğnemeye başladık. Bu arada servis de başladı. O akşam pek bir şey yapmadan geçti. Ertesi gün ben biraz daha paketleme yaptım. Mehmet ile birlikte gardropu söktük ve çok iyi bir şekilde paketledik.
Geçende gazetede insanın ağız tadının değiştiğini ve yerdeyken domates suyunu pek sevmeyen insanların uçakta domates suyu içtiklerini okumuştum. Servis sırasında ben de portakal suyu ile birlikte domates suyu istedim. Gerçekten de yerdeki tadla aynı değilmiş gibi geldi. Psikolojik mi bilmiyorum tabii. Esmenin Cuma kahvaltısı sırasında içmiştim ve bir yudum sonrası ‘ bu ne ya?’ deyip bırakmıştım. Gerçi yine de çok güzel diyemeyeceğim. Son iki yudumu mehmete bırakmıştım ‘bu ne ya? Salça gibi’ dedi. Domates suyunun tadının yerde ve gökte aynı olup olmadığını tam anlayamadım ama gazetede yazdığı gibi uçakta domates suyu servisinin bulunduğunu tespit etmiş bulunuyorum. Neyse Çarşamba günü hiç oturmadan çalıştım. Avrupa yakasını bile paket yaparak izledim. Mehmet gidip ev sahibi ile görüştü. Ev sahibi genç bir adammış ve floryada restaurantı varmış. Geldiğinde morali bayağı bozuktu. Çünkü bizim ev sahibi mafya gibi bir adammış. Bir sorun olmadan bu yılı geçiririz İnşallah.
Çarşamba akşamı öğrendik ki kamyon hala İstanbula varmamış. Bizim taşınma Cuma gününe kalmış. Perşembe günü geç kalktık ve cihangir yapı krediye gidip otomatik ödemelerini kapattırdım. Diğer bankadan da bir türlü formatlanmayan ogs’miz yerine yenisini aldık. Perşembe akşam fatihteki evde otururken abisi çağırdı ve onlara çaya gittik. Babası tutturdu, illa bura kalın diye. Neyse çay sonrası önce yapı marketten 10 tane koli aldıktan sonra 2 abi ile birlikte çamlıcadaki eve gittik. Her şeyi paketlediler ve gece geri dönüp büyük ağabeyinin evinde kaldık. Mehmet gelene kadar ben öyle rahattım ki, güzel güzel toplanıyordum. Öyle stresliydi ki beni de gerdi. Cuma günü sabah önce işçilerde sonra sonra fatihe gidecek kamyonette sorun çıktı. Telefon üstüne telefon zorla işler yoluna girdi. O sabah daha doğrusu o gün, akraba veya tanıdıkla iş yapılmaması gerektiğine karar verdik. Adamlar geldiler ve önce büyük ağabeyinin evindeki buzdolabı ve çamaşır makinesini aldılar (biz ikisini onlarla değiştirdik. Onlarınkisi eski imiş ve yakında değiştireceklermiş. Değiştirdiklerinde benimkiler fatihteki eve geçecek. Fatihtekiler ise biz alıp ünyeye götüreceğiz. Biraz karışık yani)
Fatihteki evden yatmamız için kanepe aldık. Yatağımızı götürmüyoruz çünkü eşyaları orada bırakacağız. Benim tek kişilik yatağım da büyük ağabeyinin evine gitti. O yatakta artık hakan yatacak. Mehmet kamyonete bindi ve ben babam ve arkada 3 taşıyıcı ile ilk defa yeni ogs miz ile Boğaziçi köprüsünden geçtim. İstanbula bir daha dönemezsek sanırım ilk ve sonuncu olarak araba ile geçişim olur. O gün anladım ki taşınma bayağı zormuş. Sinir harbi yaşıyorsun. Büyük olan kamyona önce eşyalar yüklendi, daha sonra Mehmet arabayı çekiciye yükletti ve kamyona yerleştirdiler. Cumaya giren adamlara iyi seyir olduk. Fatihe giden kamyonet yeterince büyük olmadığı için iki sefer yapmak zorunda kaldı. onu beklerken amcamlarda bişeyler yedik. Evden ayrılırken amcamı öptüm sonra da yengemi. Az daha ağlıyacaktım. Kendimi çok kötü hissettim. En mutlu günlerim de en sıkıntılı, darda günlerim de bu evde geçti. Ne kadar zaman zaman bu evi sevmiyorum desem de benim evimdi. Ayrılmak da çok zor geldi. Aşağı indiğimizde Mehmet biraz dalga geçti. Arabada hüzünlü hüzünlü giderken taşınmadaki ilk kırılma olayı benim sayemde gerçekleşti. Zaten ne zaman birileri bir şeyimi kıracak diye endişelnsem kendim kırarım. Vakkodan aldığım kulplu saksı gibi şeyin kulpu elimde kaldı ve parmağım bayağı bir kanadı.
Adamlar eşyaları taşırken ‘bu kırılacak, lütfen dikkat et’ diyorum, adam üstüne kitap kolisi yerleştirip öyle taşıyor. Fatihteki eve gidip de dipteki odanıda tüm koliler gelişi güzel bir şekilde üst üste atılmış olduklarını (yamuk yumuk) görünce hele de kıyafetlerimin olduğu hurçları garip bir halde görünce ağlamaya başladım. Mehmet, babası ve abisi bir şey olmamıştır diye teselli etmeye çalıştılar. Gerçi Mehmet fazl teselli etmedi. 2 gündür stresten uyuyamadığı için ve uykusuzluktan iştahı da gittiği için biraz sinirliydi. ‘böyle olacağını bilmiyor muydun? Sana gelme diye kaç kez söyledim. İlle de ben de geleceğim diye tutturdun. Ben ne yapayım?’ falan dedi. ‘sen birikmiş paranla araba almışsın, ben de asistanlıktaki tüm paramı bunlara yatırmıştım. Senin arabanın camı değiştiğinde canın ne kadar sıkılmıştı. Bu arabadan gönlüm geçti demiştin, bi de beni düşün’ dedim. 1-2 saat geçince sinirlerim yatıştı. Abisinin evinde kayınpederimin aldığı lahmacunları yedik, çay içtik, sohbet ettik. Uçak biletlerini aldık. Bu arada ayak fetişisti hakan, masanın altından hiç çıkmadan beni sürekli taciz edip durdu. Mehmet ‘ abi oğluna sahiğ ol, benim karıya göz dikti’ dedi. Diğer abi de geldi ve yukardaki evde düzenleme yaptık. Hiçbir koliyi açıp zarar varmı bakmadım. Olsa neye yarar. Boşuna üzüleceğim. Her şeyi 1 yıl sonra ünyede kontrol edeceğim. Akşam yine büyük abide yattık. Hep birlikte kahvaltı sonrası bizi Sabiha gökçene bıraktılar. Babası ayrılırken biraz ağladı. Annesi de ne zaman mehmetten ayrılsa sarılıp ağlıyor. Benimkilerde öyle bir şey yok. Ne ağlaması, ben her zaman ailemden ayrıydım. Kına gecesinde ve nikaha giderken bile ağlamadım da daha niye ağlayayım.
Şimdi uçaktayız, muhtemelen gittiğimizde kamyon gelmiş olacak ve biz eşyaları eve yerleştireceğiz. Bu arada adamlar hurçları karışırmışlar ve çarşaf, havlu gibi şeylerin olduğu hurcu istanbulda bırakmışlar. Yanıma birkaç havlu ve çarşaf aldım. Şimdi aklıma geldi, uçağa bimeden kontrolden geçiyoruz. Çanatamı açmamı söylediler. Dedikleri çantanın içinde de sadece annemlerin aldığı gümüş şekerlik var. Fatihteki eve güvenip de bırakamadığım için yanımızda getirdik. Adam şekerliği çıkarttırdı. Tarihi eser mi diye bakıyor. Ellemeyin dedim. Neden dedi. Leke olacak dedim. Bişey demedi. Sanki tarihi eser olsa anlayacak. Bir taraftan da bir düşüncedir aldı. Tarihi eser olsa bunu o adam nereden anlayacak? İsteyen istediği gibi tarihi eserleri ordan oraya taşıyabilir.
Şimdiden ne zaman istanbula gideceğimizi konuşuyoruz. Mehmet ‘19 mayısta ve 17 haziranda (nişan ve evlilik yıldönümümüz)’ gideriz dedi. Bana da gayet mantıklı geldi.

No comments: