Monday, May 14, 2007

efsane

Posted by Picasasurların dibinde yeşil parklar var.
2 gündür canım sıkılıyor. Sanırım ben artık buradan sıkıldım. Haziran için uçak saat ve fiyatlarına bakmaya başladım. Kahvaltı sonrası dışarı çıktık, gezebileceğimiz her yeri gezdik ama yine de keyfim yerine gelmedi. Zaten dışarı çıkıp şöyle bir yürüyemedik bile. Mardin kapısından 10 gözlü köprüye gittik. Bissürü araba durmuş, insanlar dicleyi seyrediyordu. Ben de biraz resim çektim ama uzakta durup da çekemedim, çünkü yağmur yağmaya başladı ve Mehmet de durmak için bir yer beğenemedi. Surların etrafında gezdik. Deliller hanını gördüm. Oraya gezmeye gitmek istiyorum. Çocuk festivali olduğu için sur dibinde bissürü çocuk toplanmış, aktivasyonlarda bulunuyorlardı. Resimlerini çekmek istiyordum ama Mehmet tabii ki durmadı. Arabadan inip çekmek istiyorum ama onu ikna etmem biraz zaman alacak galiba. Aslında ben dışarıda yürümek ve sonra da yemek yemek istiyordum. Çünkü evde yemek yapacak pek bir şey yok. Markete de gitmedik, kasada sıra beklememek için. Ama Mehmet hiç birini istemedi. Evde yemek yapacak malzeme yok dememe rağmen hiç aldırış etmedi. Eve gelip asansöre bindiğimizde dışarıda acayip yağmur yağdığını gördük. Saattlerce yağmur ve dolu yağdı. O yağdıkça biz ‘keşke bu yağmur istanbulda yağsaydı’ deyip durduk. geç vakitte peynirli makarna yapıp yedik. Mehmet bir taraftan nette gazete okuyup diğer taraftan takımının şampiyonluk haberlerini seyretti. Ben de yanında, ikisinden birini bana vermesi için yalvarıp durdum. Arada kalkıp camdan dışarı baktı, neden burada insanlar dışarı çıkıp şampiyonluğu kutlamıyorlar diye söylendi. Ben de iki gündür nette mobilya bakıyorum, nihayet ünyeye gitmeden eşya alacağız ya (İnşallah). Genelde amerikan mobilyalarına bakıyorum (güven mobilya ve diğerleri). Yatak odaları ve yemek odalarını çok beğeniyorum. (Ak, ben de cibinlikli bir yatak istiyorum). Beğendiğim takımları mehmete gösteriyorum ve tabii o şöyle bir bakıp fiyatı ne kadardır diye soruyor. Tahmini fiyatını söyleyince de ‘tüm paramızla tek yatak odası alırız olur biter’ diyor. Ben de ona bir an önce ek iş bulmasını söylüyorum. Bu arada bizim bilgisayara da internet bağlantısına da sinir oluyorum çünkü kolay kolay sayfaları açmıyor, kendiliğinden kapanıyor, nette gezmek yerine, açmasını bekliyerek vakit geçiriyoruz. Gündüz annem aradı ve anneler gününü kutladım. Akşam da mehmetin annesi yeni telefonu ile aramış ve mehmette annesininkini kutlamış. Ben de daha sonra arayarak kayınvalidemin anneler gününü kutladım. Fatihteki evdelermiş ve bugün istanbulda hava çok güzelmiş, floryaya gitmişler. Daha önce de bahsetmiştim galiba, kayınvalidem iyi bir kadın. En önemli yanı tabii ki beni sevmesi.
Cumartesi gününe gelince geç vakitte dışarı çıktık ve evimizin karşısındaki Sıtkı ustaya gittik. Ben cevizli, Mehmet fıstıklı sarma kadayıf yedik. Sanırım burma kadayıf deniyordu. Ben üstüne dondurma da istedim. Gerçekten harika bir tadı vardı. Üstüne fıstık serpiyorlar ve ayrıyeten her masada hisar marka ikili (hani şu reçel konulanlardan, ayşegülde var) kavanozların içinde kırılmış fıstık ve fındık bulunuyor. İstediğin kadar dök. Burada her yerde kaçak çay kullanılıyor (Seylan çayı). Biraz yürüdük ve migrosa gittik. Bu arada daha önce yağmur yağdığı için yerler ıslak. Ben de taa istanbula ilk geldiğim yıllarda (yani asistanlığın başlarında) aldığım nine west (sanırım ilk nine west ayakkabımdı) aldığım ayakkabımı o yıl tepe tepe kullanmış sonra da cilalatıp kaldırmıştım. Burası doğu burada giyeyim dedim ve o ayakkabıyı giydim. Yürürken ayağımın altında hafif bir serinlik hissettim meğer benim cilalı ayakkabım delinmiş. Halbuki yukardan hala fena durmuyordu. Aklıma osmanbeyde öldürülen gazeteci geldi. Mehmete ‘belki de onun da 30-40 çift ayakkabısı vardır, benim gibi o gün yanlışlıkla o ayakkabıyı giymiştir’ dedim. O da güldü tabii ki dediğime. Ya bu adamın öldürülmesi beni o kadar etkiledi ki bazen gördüğüm adamları ona çok benzemese de ona benzetiyorum. Bence onu ailesinden ve yakınlarından sonra en çok ben düşünüyordurum. Sürekli aklıma geliyor çünkü.
Biz migrostayken hidayet aradı, ‘bugün hanginizin doğum günü? Senin mi, ümmahanın mı?’ diye sordu. Aynı soruyu sabah da berat sormuştu. Ümmühan nihanın doğum günü sebebiyle tüm aileyi evine davet etmiş. Hidayete de berata da hayırlı olsun dedik (yeni işleri sebebiyle). Tabii hidayete kendi doğum günümü de hatırlattım. Anneminkisi 15’i benimkisi ise 17’si. Mehmete sürekli hediye almadan sakın eve gelme diyorum. Ucuz bişey de olmasın diye ilave ediyorum. Pırlanta küpeleri şimdi almasına gerek olmadığını eşyalarımızı aldıktan ve para kazandıktan sonra storks marka küpe alabileceğini söylüyorum. Migrosa asıl gitmek istememin sebebi bu ay dekorasyon dergisi almamış olmamdı. Zorla istediğim dergiyi buldurdum. Ama eve gelince hayal kırıklığına uğradım, çünkü dikkatimi çekecek bişey bulamadım. Akşamın geri kalanında mehmetin efsane dediği halimdeydim. Urfa ve mardine gitmediğimiz için, plan yapmadığı için, özel günlerimize yeterince önem vermediği için kızıp durdum (aslında tarihleri unutmaz, önem verir ama hepsinde icapçı olması beni çıldırtıyor. Bunları yazmışım gibi hissediyorum, yazdım mı yoksa?). Sonunda da haziranın başında istanbula kesin gidiyorum dedim. Sabah da bir daha Mardin ve urfa lafı yapmayacağım çünkü ben oralara gitmeyeceğim dedim. Mehmet ‘ben gitsem demi gitmeyeceksin’ dedi. Evet kesinlikle gitmeyeceğim dedim ama ben kendimi bilmez miyim, koşa koşa giderim ama giden yok ki. Bu kadar plansız olması beni çok kızdırıyor. Ve ‘efsane’ o zamanlarda geri dönüyor.
Şimdi iyiyim, can sıkıntım da geçti, efsane de.
pazartesi sabah oldu ve ben bütün gece boyunca rüyamda mobilyalarla uğraştım durdum. eeeeeeee olacğı buydu tabii.

No comments: