Sunday, February 27, 2011

Yazmayalı çok uzun zaman oldu. Tayin olayı, hastalık, ilaçlar ve bol can sıkıntısı yüzünden yazamadım. Şimdi kendimi daha iyi hissediyorum, tayin işi gerçi hala muallakta.
Geçen ay yaptırdığım tetkiklerde başka sıkıntım yokmuş gibi bir de troid otoab.'um yüksek gelmesin mi , canım bayağı sıkıldı. Zaten vegan diyete de o zaman başladım. Geçen hafta kan vermiştim bugün sonucu gürünce bayağı mutlu oldum, çünkü normal sınırlarda gözüküyordu.
Cuma akşamı mehmetin arkadaşına çaya gittik. Benim diyetimi unutmuşlar ve sadece kek ve peynirli pide getirdiler. Sade çay içip durdum tabii. Sonralarda kuruyemiş getirdiler., Allah'tan akşam güzelce karnımı doyurmuştum. Bir de evleri soğuktu ve bayağı üşüdüm. Gece eve geç geldik ama benim için çok güzel bir akşam değildi. Burayı görseler ve okusalar sanırım üzülürler ama nasıl olsa görmezler. Bizim evimiz o kadar sıcakki evimize girerken yüzümüze sıcak hava vurunca çok mutlu olduk. Bu kadar sıcak evden sonra sıcak olmayan evler bize iyice soğuk geliyor.
Hafta sonu herkesin işi olduğu için mecburen ben icapçıydım. Geçici görev ve nurayın babası yüzünden bu aralar hafta sonlarını halil ve ben götüreceğiz.

Bu hafta sonu dikiş dikerek geçti. Yeğenlere pijama diktim (4 tane) hepsi de çok şeker oldu. Onlara vermek için sabırsızlanıyorum ama yakında samsuna gitmeyeceğiz. Resimlerde biraz kırışık çıkmışlar çünkü çarşambaya atike gelince ütülenecekler. Nedense ütü masasısnın üzeri her zaman dolu atike gelene kadar bu evde hiçbir şey ütülenmiyor.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

Geçen hafta da sinan bey ve bayram beyin kızına çanta diktim, onlar da çok güzel oldu. Kızlar bayılacak. Önceki hafta nurayın ikizlerine de aynısından yapmıştım ve kızlar çok beğendiler. Kızlar da çok şeker olmuşlar.
 
Posted by Picasa

 
Posted by Picasa
bu da kendime umre için diktiğim çantam, annem buna bayıldı. benzerini de ablama diktim. en geç mart ayında gideriz diye düşünüyordum ama oraya gitmek istekle olmuyor. İnşallah yaza gitmek nasip olur.
Geçen ay samsuna gittiğimde beyazıtın beden eğitimi öğretmeninin ayakkabı bağı bağlamayı öğrenmeleri için verdiği ödevi birlikte yaptık.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
Sonunda 'hiç kimsenin teyzesi benim teyzem kadar güzel ayakkabı yapamıyordur herhalde' dedi. Tabii acayip mutlu oldum, çok çabuk gaza geliyorum, hehehhe.
Şubat tatilinde ablam ve ümmühan beyazıt ve nihanla istanbula gittiler. Amcam iyice düşkünleşmiş çok üzülmüşler. Ama aydın amcam sayesinde iyi gezmişler. Nihan ve beyazıt istanbulda okul olmadığı için orada yaşamak istemişler. Beyazıt tatil bittiğinde hala okuması gereken Birkaç kitabı okuyamadığı için okula gtimek istememiş ve ablama ' anne, ben zaten okumayı öğrendim. 2. sınıfa geçince bana haber versinler ben o zaman giderim, bugün okula gtimeyeceğim demiş.' ablam da ne desin illa kalk okula gitmek zorundasın falan dememiş. 'Kalk, bugün de okula git de öğretmenine kendin açıkla. Sonra gitmezsin' demiş. Tabii kalkmış ve gitmiş. Gidip de öğretmene annesine dediklerini diyecek hali yok herhalde.

Bunları geçen pazartesi yazmıştım mehmet her pazartesi akşamı olduğu gibi yine arkadaşlarıyla maçtaydı. Sonra o akşam sayfaya koyamadım sebebi de pijamaların kırışık kötü görünmesiydi. Çarşamba atike mehmetin isimlendirmesiyle latika çamaşırları ütüleyince koyarım diye düşünüyordum. Sonra salı günü işe gidince halil nihayet yıllık iznini bitirip dönmüştü ve nihayet 4 kişi bir araya gelebilmiştik. Sabah gelir gelmez bizi şaşırtan haberi verdi. 'senden önce ben gidiyorum istanbula' dedi. Başkentle anlaşmış, çok şaşırdım ve üzüldüm. Uyumlu birisi ve onunla çalışmak güzeldi. Sonra diğerlerine haberi verdik. Sonra ameliyathanede millet bana gidiyormusun diye sormayı bırakıp halilin gidişini konuşmaya başladı. Memuriyetten ayrılması için 2 ay var diye düşünürken önümüzdekia yki icapları ayarladım deyince ben 50 günlük iznimi alıyorum dedi. Yani martın başında ayrılıyor. Pazartesi akşam ona veda yemeği yapacağız, kendi aramızda. İslam beyi de çağıralım dedim ama hala ona haber vermedik. Ona veda yemeği yapmamıştık, nasıl karşılar bilmiyorum. Onunkisi biraz karışıklığa gelmişti, teknisyenlerle birlikte bruncha gidelim demiştik sonra özdeniz meme ca tanısı aldı ve böylece bruch falan olmadı. Aslında biraz kırgın olabilir bize.
Aynur hafta sonu halil için saat alacaktı İnşallah almıştır.
Cuma günü teknisyenler mesai bitimine yakın bizi odalarına çağırdılar, kısır yapmışlar, pasta almışlar. Hep birlikte yedik.
Hafta sonu nuray babasının yanına gittiği için hafta sonu icap yine bende. Ben bu ay hafta sonları kronik icapçı oldum.
Hafta içi şuayip abinin bizim hastanede yatan dayısı vefat etti. Ablamlar cenazeye geldiler. Eve dönerken babamlar ve ablam bize uğradılar. Birşeyler yediler. Bu arada çocuklara diktiğim şeyleri gösterdim ve çocukların üzerinde görmek istediğim halde onlara verdim, nihanın eteği sadece kaldı, onun altına minik çanları (zil) daha dimemiştim.
 
Posted by Picasa
Beyazıt akşam aradı ve pijamalarını ne kadar beğendiğini anlattı. Yağızınkisini annem annesine vermiş. Giydirir mi çocuğa bilinmez. Ben hidayete vermeyi tercih ederdim ama hidayet bu hafta çine gitti arkadaşıyla birlikte.
Hidayet bu hafta arkadaşından benim için telefon alıp kargoya verdi nihayet 14 şubat 2006'da beratın aldıp hediye gönderdiği o güzel (zamanında güzel ve pahalı) telefonum bayağı eskimişti ve nihayet istediğim telefon bulundu ve sanırım yarın elimde olur.
Geçen hafta ve bu hafta birer kere sinan beyin kocaman gözlü şirin kızının nermin abla krizi tutmuş. Nedense nermin ablayla telefonda konuşacağım diye tutturuyormuş.
 
Posted by Picasa

Bu kız hani doğumunda bizimde bulunduğumuz kız. 1 ay annesi ile 80 metrekarelik evde yaşamak zorunda kalmıştık.
Kendisine ve ablasına çanta diktim, nurayın kızlarına diktiğim gibi. Ve birer de etek.
 
Posted by Picasa
Gül böceği yazın annesinden etek istiyordu ve güzel bir etek bulamamışlardı. Kuzucuk'un oğlu hakana canavar ve kızına da çanta diktim. Arife hanımın küçük oğlu dışında herkese bir hediye var.
bugün necmettin erbakan vefat etti. zamanında 14-15 yaşlarındayken kimya hocamızın etkisiyle kendisini pek severdim. özalcı babamı ve annemi bu yüzden çok eleştirirdim. Allah rahmet eylesin.

Monday, February 07, 2011

sabah icap bitti, Allaha şükrettim. yine içimizden biri geçici görevde. bu hafta rahata erdim derken öznurun geçen hafta vefat eden dayısından sonra bugün yoğun bakımlık olan teyzesi yüzünden istanbula gitti ve ortalık yine karıştı. hafta sonu icap yine mi bana kaldı? zaten haftaya da ben bakacağım, şubat hafta sonları bana mı kaldı?
bugün cerrahlardan biri geldi, adam geçici görevde ve gelmiş bizim iş ahlakımızı sorguluyor. ben pimpiriğim desene açıkça. geçen haftadan beri beni gıcık etmeyi başardı.
tayin günü nurayla sipariş verdiğimiz çantam bugün geldi. hoşuma gitti, eğer burdan gidersek böylece bu önemli günden hatıra birşey kalmış olacak.
ablamlar istanbulda gezinip duruyorlar.
hayatımız bu ara çok muallakta. bu beni strese sokuyor. bugünler bizim için iyi günler deil. mehmtin de benim de eskisi gibi keyfimiz yok. akşamlarımız bneim kanepede uzanıp tv seyretmemle ve mhmetin nette gezinmesiyle geçiyor. daha istanbuldaki son haftayı bile yazamadım, zaten ne yaptık ki? bir kaç alışveriş merkezi ve polat residence'ta güzel bir kaç gün.
keyfim yok. ama bir taraftan düşünüyorum Allaha şükür nurayın yerinde değilim diye, hepimiz sağlıklıyız diye, beni seven bir eşim var diye, bizi seven ailelerimiz var diye. Allaha şükürler olsun, tüm zorluklara rağmen. imtihan dünyası...

Thursday, January 27, 2011

2 gündür canım sıkkın, tayin yerlerimiz belli oldu. o kadar düşük puanla bana da bir yer düştü hem de ilk tercihim. canım sıkkın ben nasıl yer değiştireceğim? nasıl ikimize birden çıktı? annemleri nasıl bıracağım? hastaneye çok alıştim son günlerim olması, oranın artık benim hastanem olması beni düşündürüyor. ama orası benim hastanemdi, ben orayı seviyorum. Allahım ağlamak istiyorum. ben hazır değilim.
mehmet o kadar rahat ki, canınbı sıkma diyor ama nasıl sıkmam? sabah kalkar kalkmaz aklıma geliyor. mehmet rahat ol diyor ama olamıyorum.
bugün ameliyatta başhekim tayinin çıktı da bana neden söylemiyorsun diyor. a. rıza iyi iyi bol bol gezip alışveriş yaparsın diyor. çok para harcıyacağım kesin. mehmet eyüp'e ben bayrampaşa'ya gidiyorum, tabii gidersek.
mehmet nasıl bu kadar rahat? ben neden bu kadar gerginim?
1 haftadır akşamları taşikardim oluyor. rahat değilim. muhammedi düşünüyorum. 95 nabıza dayanamıyorum. canım benim Muhammedim 160 nabıza nasıl dayandın? 1 haftadır sürekli aklımda. güzelim benim, güzel yeğenim benim, tatlı yeğenim benim teyzesinin bir tanesi nasıl dayandın sen o nabza? ah canım benim aklıma geldikçe dayanamıyorum. seni ne kadar özlediğimi farkediyorum. ak muhammed emin ahhhh...... içimdeki yazamıyorum. teyzesinin bir tanesi......

Tuesday, January 18, 2011

pazar günü mehmetin arkadaşlarıyla buluştuk yemekte. ama önce onun hastaneye gidip usg yaptırdık. herbir yerime baktırdım. heryerim temiz çıktı. acayip mutlu oldum. yemekte zehralar akupunktura başladıkları için ızgara yiyeceklerini söylediler. ben de diyetimi söyledim. ismail bissürü laf söyledi vazgeçirmek için. mantar sote yedim karnım çok güzel doydu. işe giderken götürmek için akşam yemek yapıyorum. işte kahvaltılığımı da evden götürdüğüm için karnım dah tok oluyor, eskisi gibi acıkmıyorum. şimdilik çok iyi gidiyorum.
pazartesi işe gidince nurayla oturup kritik yaparız diye düşünüyordum ki kızlar babasının perşembe akşamı arrest olduğunu bu yzden apartopar giresuna gittiğini ve ben onu zaten ararım diye bana haber vermediklerini söylediler. çok kötü oldum, gözlerim doldu. hemen aradım. kötüymüş. Allah yardımcıları olsun, bekliyorlar.
bu hafta icapçıyım ve 2 gündür eve geç geliyorum. tam mesai bitiminde iş çıkıyor. İnşallah bundan sonra rahat geçer.

Saturday, January 15, 2011

4 günü evde geçirdim ve hala hastayım. artık salondan yastık-yorganı kaldırdım, ayaktayım ama ağrım hala devam ediyor. sanırım yarın gidip muhtelif yerlerime usg ile baktıracağız.
istanbula gittiğimizde sinan bey aracılığı ile ilginç bir adamla tanıştık. vegan diyetin faydalarından bahsetti(hayvansal gıdasız beslenme, yumurta, süt, yoğurt, et, tavuk, balık). nette biraz gezinip baktım ve gece aniden uygulamaya karar verdim. aslında karar aşaması biraz sıkıntılıydı, acaba aç kalır mıyım? acayip iştahlı birisiyim nasıl irademe sahip çıkacağım? her öğünde yoğurt yerken şimdi yoğurtsuz nasıl duracağım? vs vs. mehmetin derdi de dolaptaki hamsi ve sütçüden alınmış yoğurt ve süt bittikten sonra başlamamdı.
gece çok düşündüm ve rüyalarım da onunla ilgiliydi. sabah mehmet ne kadar başlama diye ısrar etse de 'sen bana hiç destek olmuyorsun, zaten zor karar verdim. bana destek ol' dedim. dedim ama ne yiyecektim. başlangıcı şehriye çorbası ile yaptım. gün boyunca kendimi aç hissettim. sanki başım dönüyordu. sürekli birşeyler yeme isteği oluyordu ama yediklerim beni tatmin etmiyordu. sonunda mehmete 'konuşalım, beni meşgul et de karnımı düşünmeyeyim' dedim. şimdi fena değilim. mehmet kestane pişiriyor ve de kestane şekeri yapıyoruz. ilk günü bitirdim inşallah. bakalım hastaneye her gün yemeği nasıl götüreceğim? 6 ay uygulamayı düşünüyorum. bu süreç nasıl geçecek? dışarda yemek? misafirlikte yemek? ........

Thursday, January 13, 2011

3 günlük rapor aldım. bugün 2. gün. geçen haftadan beri her iki yanımda ağrı var. sanki batar gibi, sanki dayak yemişim de her tarafım ezilmiş gibi. grafi çektirdim, tetkik yaptırdım bişey çıkmadı. geçen hafta öksürüğüm hala geçmemişti ve ağrı yüzünden öksüremiyordum. hele bir de hapşırmak var ki, ona engel olamadığım için ağrıdan aklım gidiyordu. hasta olmayı, dr vs işlerini hiç sevmiyorum. salı günü ilaç çekmek için eğildiğimde sanki kramp girdi ve bir müddet hareket edemedim ve o zaman rapor almaya karar verdim. dün bütün günü yatarak ve uyuyarak geçirdim. evde temizlik de vardı ve sağolsun kadın yemeği de yapıp öyle gitti. bakalım 5 gün evde olmak nasılmış?
geçen hafta perşembe Muhammedin senesi dolması sebebiyle erkenden çıkıp eve geldim. hazırlanıp yürüyerek aşağı yola indim. 10-15 dk sonra otobüs geldi ve bindim. yolda biraz kitap okudum, biraz uyudum. otogardan hidayet aldı. evde hemen üstümü değiştirdim ve millet gelmeye başladı. bayağı kalabalıktı. babam ablama 'birşey söyleyeceğim kızım ama darılma' demiş. lafın devamını da bu seneki tevhide geçen yıllardaki gibi çok insanı beklememesi gerektiğini söylemiş ama babamın dediği gibi olmadı. bayağı kalabalıktı, 3 ev doldu. rahatsızdım ve holde oturduğum için biraz üşüdüm, biraz ağladım. onu düşündüm acaba şimdi burada olduğumuzu hissediyormudur diye. daha sonra konuşurken ümmühan da acaba şimdi aramızda geziniyor mudur dedi. sanırım hepimiz aynı şey düşündük. tevhid sonrası mutfakta tabakların doldurulmasına yardım ettim. servis tamamen bitmeden bir kısım yiyip ayrılmaya başlamıştı bile. saat 21 civarı ev ahalisi kalmıştık ve nuriye abla evi temizlemey başlamıştı. evi süpürdü, sildi sağolsun. ablamların eski kiracısı, çocukların meryem halasına da sen de tozları al deyip bez vermiş. meryem de insanlar daha oturuyor nasıl toz alayım demiş ama bakmış nuriye abla ısrar ediyor, banyonun kapısından başlamış, bayağı güldük.
akşam annemler ve çoğu insan gitti. eski kiracıları pamuk nene, kızları saliha hala (çocukların deyişiyle), meryem hala ve fatoş halaları kaldı. bayağı sohbet ettik. hepsi de çok komikler, yaşları bayağı ilerlemiş ama hiç biri evlenmemiş. muhammedin küçüklüğünden bahsettik, daha doğrusu onlar bahsettiler. muhammed onların da elinde büyüdü. muhammed boğazına çok düşkün bir çocuktu ve apartmanda (4 daireden oluşuyor) beğendiği bir yemek kokusu olduğunda gidip kapıları koklarmış, kaynağı bulmak için. sonra da o eve girip yemeği orda yermiş. ablamdan bir gün patates kızartması istemiş, ablam da yapmamış. çatalını da eline alıp aşağı inmiş ve meryem hala bana patates kızart demiş. orada patatesini yemiş. bir de çiğ köfte yaptıklarında nasıl ouyorsa her seferinde anlayıp ayşenurla birlikte aşağı gelirlerdi diyorlar. ve yöntemleri şuymuş; kapıyı açıp hiç konuşmadan sofraya oturuyorlarmış, çiğ köfteyi yiyorlarmış ve sonra da hiç konuşmadan evden çıkıyorlarmış. millet onları ellerini yıkamaya lavaboya gitti zannedip bekliyorlarmış ama sonra bakıyorlarmış ki çoktan gitmişler. muhammedin hastalığı döneminde çiğ köfte istemiş ama hiç bir şeyi çiğ yiyemediği için bulguru pişirmek istiyorlamış o yüzden de sen sonra gel biz yapalım seni çağırırız demişler. diyorlar ki meğer o sofra bezini yere serip yapılma şamasını seyretmesini seviyormuş, benim canım. o akşam bizi hem duygulandırdılar hem de çok güldürdüler. komik, eğlenceli bir aile. ak'nın muhammedin konuşmasını aliye dizisindeki ardaya benzetmesi gibi onlar da beyazıtı öyle bir geçer zamanki dizisindeki çocuğa benzetiyorlamış. diziyi pek seyretmediğim için bir yorumda bulunamıyorum. meryem, ablamlara bir taraftan gelmek istediğini bir taraftan da gelmek istemediğini söylüyormuş. sanki gelmeyince muhammed yaşıyor gibi hissediyorum, gelince yokluğunu hissedince garip oluyorum diyormuş. canım benim yokluğu öyle hissediliyor ki.
gece beyzıtla karşılıklı yattık. üstünü o kadar çok açtı ki her iki yanım ağrırken yataktan zorla kalkmama rağmen her seferinde kalktım ve üstünü örttüm. sonra baktım ki başedemiyorum bıraktım. onun yüzünden gece doğru düzgün uyuyamadım.
cuma sabah ablam da ben de geç kalktık ve kahvaltı ettik. hazırlanıp çarşıya çıktık. hava bayağı soğuktu. ablama çizme, ayakkabı baktık. bana kahverengi bir ayakkabı aldık. pentide indirim olduğundan bayağı bir çorap aldım, rengarenk.
sonra hüseyin abiye gidip ablamların beğendiği halılara baktık. hüseyin abi bize çay, kahve ikram etti ve biz oradan çıktığımızda hava bayağı kararmıştı. desaya gittik. istediğim ayakkabıyı denedim ve ayağıma olmadı. ablam da kendine uygun bir şey bulamadı. çok zorladık ama birşey alamadık. aslında desadan almak istediğim 4-5 parça var.
eve gidince ablamlar başka bir tevhide gittiler ve sonrasında annemlere gittik. mutfakta sohbet ettik eve arabaşının hamurunu yaptım.
ertesi gün kahvaltı sonrası yine mutfakta geçti. sarma sardık, annem tirit yaptı ben arabaşının çorbasını yaptım. tirit ve çorba hindiden yapıldı. aslında ben hindinin doldurulmasını istiyordum ama babam sağolsun hindi çok büyük diye (10 kg) parçalatmış. arifeleri çağırdık. akşam yemekte teyzemler, arife, ümmühan vardı. hamuru pek sevmediler, yiyemediler. ayşenur, annem ve ablam yediler. onların da midesine oturdu. ben de bunun çok normal olduğunu söyledim. annemin pilavı harikaydı, hindili, üzümlü, fıstıklı ve safranlı. akşam sohbetle geçti. bu arada berat ve hidayet cuma izmire gitmişler, hayvancılıkla ilgili bilgi almak için. ama sonra işin ne zor olduğunu anlamışlar sanırım.
pazar sabah annem gözleme, daha doğrusu pancarlı yaptı ve kahvaltıyı onunla yaptık. öğleden sonra babam beni otobüse binidirdi ve evimize döndüm.
aslında uzun zamandır istanbul tatilinin devamını yazmak istiyordum ama sanırım fotoğraf makinesini evin bir yerlerine saklayıp da bulamadığım için yazmak da içimden gelmiyor. belki de bu evde istirahat bahnesiyle bugün, yarın yazarım.

Monday, January 03, 2011

geçen hafta doğum evinde çalıştım. başka bir yerde çalışmak hiç de güzel olmuyor. olaya tam hakim olamıyorsun. enjektörleri bile garip geldi. hergün 45 kilometre gidip gelmek benim için pek de kolay değildi (kendi hastanem evden 2 kilometre uzaklıkta), git git bitmiyordu. arada yol bilgisayarına bakıyordum ne kadar kaldı diye.
hastanenin planı o kadar kötüydü ki odaların yarısı hastaların numara aldıkları yere bakıyordu. maalesef dr odası da aynı durumdaydı. camı açarsın içeri acayip bir uğultu gelir, kapatırsın oda havasız kalır. hele de loş ışıklar yüzünden sürekli yağmur yağmış da kapalı bir hava var zannediyorsun. tv'de fazla kanal yok. nuray bol bol dinlenirsin dedi ama bu tip dinlenme bana göre değil. günde 3-4 c/s ile gün geçer mi?
sevmedim hiç orayı. yemek çeşidi fazlaydı, sanırım 6 çeşit falan vardı. kimsenin günü yok, gelelim mi diye soruyorlar ben de herkese gelin diyorum. ne saçma birşey bu.
ilk gün öznur 15:30'da çıkarsın dediği için heveslendim ama son anda çıkan 2 vaka yüzünden saat 16:30'da ancak çıkabildim ve karanlık havada eve gitmek zorunda kaldım.
oranın inasnı rahatsız eden yanı icaplarıydı. kalkıp evden gidecek halim yok. hiç bir sorunu olmayan her vaka için telefon edip (ve başhekimin emri ile kayıt altına alınması için hastane telefonundan arıyorlar, biz sorumlu olalım diye) vaka alıyoruz diye söylüyorlar. bir seferinde gece 4 de aradılar. Allahtan acil vakaları fazla değildi. dün akşam halil aradı, naptın diye sordu. bu ay o gidiyor. anlattım, icapları sordu, bu konuda endişeleri var. bir de erkek ve bekar olduğu için onu getirtirler diye korkuyor.
cuma günü hava bayağı soğuktu ve benim hastalığım hala geçmemişti ve üstüne bir de her iki tarafımda şiddetli yan ağrım vardı. öksürmem bu yüzden kontrollü olmak zorunda, hala da öyle. eğer kendi hastanemde olsam işe gitmezdim ama mecburen gittim. eve gelince tüm akşamı yatarak geçirdim. yani yeni yıla salondaki üçlü koltukta pijamalarımla uzanmış vaziyette girdim. tüm akşam uyuduğum için gece çok geç yattım. ertesi gün de yatarak geçti. salondaki hasta yatağımı toparlamam pazar sabahı oldu. hala iyileşmedim ama artık o moddan kurtulmak istedim. mehmetle kahvaltı sonrası araba ile gezintiye çıktık. uzun saçlıya gidip çay içelim dedim. babamlarla çocukken köyden dönerken uğrayıp çay içmiştik diye hatırlıyorum. çay kaşıklarının jumbo olması dikkatimi çekmişti. teknisyenler 'arabası kötü olana servis yapmaz, beğenmediğine servis yapmaz, taze çayın var mı diye sorana çayım yok der' diye söyledikleri için biraz tedirgin gittim. mehmete de sakın çay taze mi falan diye sorma dedim. medreseönünde, yokuşu çıkarken hemen solda kalıyor. 4-5 tane araba vardı. boş bir masaya oturacaktık ki, üşürseniz içeride soba yanıyor içeri gelin dedi. sonra da 'kaç bardak içersniz , 2'şer bardak yeter mi?' diye sordu. yeter deyince 'siz aşağılarda biraz gezinin, ooralar da benim. çayın hazırlanması biraz vakit alır' dedi. aşağıda da insanlar denize karşı çay içiyorlardı. güzel, sevimli bir yer. adam emek vermiş ve işini severek yapıyor belli.
içeri girdik. bir aile daha vardı. o ailenin 4-5 yaşlarında bir çocuğu vardı. çocuklara çay vermeyi sevmem dedi. çocuklar genelde çaı döküyorlar dedi. ama çocuğun annesi 'sizin çayınızın tadına o da baksın istiyoruz' dedi ve bir paşa çayı aldılar. masada avcılıkla ilgili 4 dergi vardı. mehmetle onları inceledik. bu ara mehmet tv'de sürekli belgesel seyrediyor, aslan geyik yakalıyor, timsah zebrayı boğazından ısırıyor.
duvarlarda bir kaç ünlüyle ve avlanırken resimleri var. 2 tane doldurulmuş kuş var ve bir de sanırım zıpkınla balık avlıyor, kıyafetleri ortalarda.
çaylarımız pırıl pırıl bardaklarda geldi. mehmete 'bizim bardaklar bu kadar parlamıyor' dedim. kaşıklar yine jumbo, çay tabakları klasik kırmızılı olanlardan. şeker kıtlama tipi. ikinci bardakları başka bardaklarda getirdi. zaten adam sürekli küçük bir alanda sürekli bardak yıkıyor ve bardakları da bayağı gayretli yıkıyor. çayı gayet güzeldi, anladığım kadarıyla herkese ayrı çay demliyor. çünkü her gelene kaç kişisiniz ve kaç bardak içersiniz diye soruyor.
çıkşta daha ileri gidip saklı bahçeye baktık. masaları içeri almışlar millet yemek yiyordu ve biz henüz acıkmamıştık. hamsileri ızgarada pişiriyorladı ve doğrusu biraz gözüm kaldı ama tok olunca istediğin kadar gözün kalsın..
evde akşam arabaşı yaptım.

şükür bugün yurda döndüm ve bissürü yazı işlemi vs'yi beni bekler buldum. nuray babası yüzünden izne ayrılmış, 3 günlüğüne. kala kala 3 kişi kaldık. başhkm yazı göndermiş, 6. salonun hazır hale getirilmesi diye. kızlar dediler, Allah allah niye yazı yollmış, seni aramamış ki? başka yazılar da yollamış, herhalde artık yazılarla anlaşacağız deyip gülüştük.

gün içinde nette portakal ağacına bakarken yeni mutfağı ile ilgili yorumlar dikkatimi çekti. insanlar ne kadar tuhaf düşüncelere sahip, insanlar ne kadar kıskanç, çekemez. zenginliğinizi gözümüze sokmayın demişler. halbuki kız ne güzel sunumlar yapıyor ve biz de ağzımız açık bakıyoruz, örnek alıyoruz. umreye, hacca gidiyormuş ve insanların yiyemediği şeyleri yapıp gösteriyorsunuz diyorlar. garipsedim, Allah Allah benim de çok okuyanım olsa bana da böyle garip yorumlar yaparlar mı diye düşünüyorum. haticenin mutfağını çok beğendim. duvarları benim istediğim gibi, hayırlı uğurlu olsun.

daha listeyi görmedim ama sanırım yarın nöbetçiyim. muhammedin perşembe günü senesi doluyor ve cuma günü izin kullanmak için bu nöbete ihtiyacım vardı. vakit ne çabuk geçiyor. muhammedimizi kaybedeli 1 sene doluyor. bugünler bizim için çok sıkıntılı günlerdi.

Thursday, December 23, 2010

bu günlerde kafamız çok karaşık. mehmet hafta başından beri bakanlığın sayfasında tayin yerlerini takip ediyordu. sonunda gördük ki ist.da harika yerler var ama ben burayı terketmeye hazır değilim. içimde acayip bir can sıkıntısı var. annem 'canını sıkma', mehmet 'sen nasıl istersen' dese de canım sıkılıyor. bugün yemekte nuray aradı doğumevinden (geçici görevde) tam da ben yemekte başhekimle birlikte yemek yiyordum. mehmet ne düşünüyor dedi. ben de ailesi illa yaz diyor, şuraları düşünüyor dedim. yemeğini bitirdi ve beni bekledi. birlikte kalktık. tayin mi sitiyorsunuz dedi. mehmet istiyor dedim. 'o gidip sen kalacak değilsin herhalde' deyip arkasını döndü. keşke onun yanında konuşmasaydım diye düşündüm.
aliye ile konuştum, yazacağı yerleri söyledi. yarın birkaç yeri aramayı düşünüyorum. ikimizin aynı branştan olması hiç iyi değil. kesinlikle aynı yerde çalışamayız. farklı iki yer bulmak zorundayız. mehmet akşam yazıp bakalım bizim için uygun mu araştıralım belki gitmeyiz yada geç gideriz dedi. bilmiyorum ne yapacağız. ortam değiştrmeyi hiç sevmiyorum.
bugün hastanede eksiklere bakarken ve marka seçeneklerini değerlendirirken acaba bu işlere artık karışmamam mı gerekiyor diye düşünmeden edemedim. buraya çok alıştım ve burada çalışmayı seviyorum. ve okula yeni başlayacak çocuklar gibi farklı bir yerde işe başlamak karnımı ağrıtıyor.

Thursday, December 16, 2010

sabah elmas selam verdi. Allah allah günaydın dedim daha ne selamı veriyor diye düşünürken, bugün aşure günü dedi. 10 kişiye selam vermeye çalışıyormuş.
10 kişiye selam veremedim. hbg ve sonra da ak'yı arayıp onlara selam vereyim dedim, hbg benden önce aradı. uzunca konuştuk. tahıl alalım evimize bereket gelsin dedim ama sonra evde uykum geldi. mehmeti yolladım balık ve tahıl almaya. pek istekli gitmedi, bunlar senin alışkanlıkların dedi ama yine de kırmızı mercimek ve pirincimi aldı.
bugün çok yorucu bir gündü. çok çalıştık, çok yoruldum. 2 kombine, 1 subklavian katter taktım. hele rektum ca'yı kombine yapıp hep birlikte takip edişimiz bayağı eğlenceliydi. ekibimiz bayağı iyi .nazar değmesin iyi anlaşıyoruz.

Sunday, December 12, 2010

bayramın ikinci günü kahvaltıyı yaptıktan sonra salona tüm odayı kaplayacak şekilde poşet serildi, balkondan etleri salona getirdiler. poşetlerden çıkarınca baktıkki etlerin rengi hafif yeşilimsi olmuş ve kokmuş. hemen işe giriştik. daha doğrusu mehmetle sinan bey giriştiler. sonra bayram bey de geldi. kuzucuk geldiğinde iş bitmek üzereydi. saat 5 gibi iş bitmişti. paylaşıldı ve ortalık toparlanıp kavurma yedik. çok güzel olmuştu. çay içme faslında ayşe abla ve eşi, çocukları geldi. şunu söyliyeyim ki çocukları özel okulda ama daha büyükleri ile bayramlaşmayı bilmiyorlar. bu nasıl yetiştirme?
mehmet ve sinan bey alışveriş merkezine gidip derin dondurucu aldılar. aslında daha önce almaları gerekirdi ama sakalım yokki dinlesinler. ben eti nereye koyacağız diyorum, sinan bey ve verda konyadaki evlerindeki dolabın dondurucusunun ne kadar büyük olduğundan, iki ailenin etini alacağından bahsediyorlar. iyi de dedim sizin dolap burada değil, neden bahsediyorsunuz?
millet dolap gelince gitti ve biz tekrar etleri ortaya getirince etlerin bir kez daha koktuğunu gördük. meğer etleri poşete koymamak gerekiyormuş.
herkes kendi etini halletti ve dondurucuya yerleştirdik. ben gece yatmadan bir tencerede kavurma yaptım.
sabah sinan beyin fondü dediği şekilde hazırladığı eti yedik. gerçekten güzel olmuştu. daha sonra dondurucudan kan sızdığını ve etlerin donmadığını gördük. buzdolabındaki kıyma için ayırdığımız etler de yeşermiş. ben sinirlendim ve istemiyorum kıyma mıyma dedim. mehmete kızdım, ben demiştim sana benim hakkımı ilk gün alıp karşıdaki kursa ver diye, dedim. ama babm demişki bizim akrabalara veririz diye. ama ne kadar akrabaları var ki? ve bir de bizdeki gibi bir gün arabaya etler konup kapı kapı dolaşılıp etler dağıtılmıyor. babam geliyor anneme falancaya et vereceğim diyor. annem çıkarıp bir parça veriyor. kaç günde dağıtılır bu böyle. ben sinirlenince mehmet karşıdaki kursa gitti. görevli vatanda bir camideymiş. mehmet hazırlandı ikindi namazını adamın kıldırmasını bekleyip onu alıp geldi. eti verdi, bayağı fazlaydı. adam çok sevinmiş, ilk biz vermişiz. zaten kendileri dışında yabancı kimse vermiyormuş.
mehmet eti verirken biz de verda ile dondurucuyu tekrar temizledik. sonra hazırlanıp hep birlikte dışarı çıktık. sinan beylerin 2 aydır kiraladıkları eve gidip baktık. verda da daha görmemiş. konyadaki eve göre bayağı kötü tabii ki. altta 2araçlık otoparklarının olması güzel. işe yürüyerek gidebilme imkanı güzel. evin altında orta büyüklükte bir market ve bir pastane olması da güzel. mutfakta bol dolap var ve büyüklüğü de fena değil. evi gezdikten sonra onlar otoparka indiler. mehmetle markete gittik. mehmete 'mehmet eğer konyadaki ev bizim olsaydı ve biz bu eve taşınmak zorunda kaslaydık, evi görünce ben sana boynumu bükerek 'meehmeet, bu evde mi yaşayacağız?' derdim. sonra da sen bana 'ya o güzel ev yada istanbul, karar ver derdin' dedim. güldük.
sinan bey bize arabayla tur attırdı. bol bol gökdelen seyrettik, sıkıldık. kızı önde kustu. neymiş kızı istanbul konyaya göre küçük demiş de ona istanbulun ne kadar büyük olduğunu gösteriyormuş. gezi boyunca sürekli tarkan dinlemek zorunda kaldığı için annem. hava alamadığım için deniz kenarında bir yerlerde arabadan inmek için ben, geziden memnun olmadığı için verda sürekli söylenip durduk. 'bu geziden bir tek siz memnunsunuz, böyle gezi mi olur?' dedim.
gezinin sonunda bayram beylere gittik. bize çiğ köfte yaptı. onun dışında sofra hem göz hem de karın doyuruyordu. zaten arifenin sofraları ve yemekleri hep güzeldir. yemek sonrası annem, babam, mehmet ve ben eve güzel havada yürüyerek gittik.
bu arada bizim kurban etleri ile uğraşmamız bu kadar değil. bayram bey buz dolapları bayramda bozulduğu için sırt çantası ile etleri bize taşımak zorunda kaldı.
bayramın 4. günü yani cuma günü bayağı geç kahvaltı yaptık. sinan beyler konyaya doğru yola çıkacakları halde onda hiç telaşa yok. onlar gitmeyince de bizim de günümüz geçiyor ve biz dışarı çıkamamış oluyoruz. bunu ona tabii ki ifade ettim, kibar bir şekilde. nihayet vedalaşıp 14:20'de yola çıktılar.
onların peşinden biz de çıktık, annem, ben ve mehmet. yavuz selime gittik yürüyerek.
 
Posted by Picasa


çok güzel bir manzara var orada. biraz manzara seyrettik sonra aşağıdaki evlerden birinde olan kafeslerden bissürü güvercin çıktı.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

gökyüzünde hep birlikte daireler çizdiler. öyle güzel görünüyorlardı ki, hiç bir yere de gitmiyorlardı. sadece kafeslerin üzerinde geniz bir daire. o adam ve güvercinler senelerdir buradaymış. ve bu saatlerde (16 civarı) bu gösteriyi sürekli yapıyorlarmış.
 
Posted by Picasa

kafeslerin yan tarafında bir de küçük bir bahçe ve sadece çimenler vardı. fatihte evler bu kadar küçükken, birilerinin böyle kafeslerinin ve güvercinlerinin ve başka birinin de böyle bir bahçesinin olması ne güzel.
 
Posted by Picasa


sonra türbeleri ziyaret ettik, dışarıdan. zaten bir müddet sonra kapandığı için hepimizi bahçeden dışarı çıkardılar.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
yavuz sultan selimin türbesi, değişik bir kaç mezar ve hafsa sultanın (kanuninin annesi) (daha sonra onun da türbesi olduğunu ve duvarlarının yıkıldığını anladım, mehmet sayesinde) mezarını ziyaret ettik. nette gezinirken bir de bu yazıyı buldum ve çok hoşuma gitti. işte şöyle; Yavuz Sultan Selim’in türbesi Fatih’teki Yavuz Sultan Selim Camimin avlusundadır. Burada, II. Abdülhamid zamanında yaşayan bir türbedarı vardır. Bu türbedar fakir bir insandır, hanımı hamiledir. Bu hamile hanım bir sabah der ki: “Efendi, yine türbeye gidiyorsun. Canım kiraz istiyor. Akşam gelirken bir kilo kiraz âl da gel.”

Hamile hanımların bir şeyi canı çekti mi, onun alınması icap eder. Türbedar, “Tamam” der, türbeye gider, akşama kadar hizmetini görür. Fakat akşam eve gelirken kiraz falan alamaz. Kirazın okkası pahalıdır, satın alacak para yoktur. Akşam eve gelir, kapıyı açar açmaz hanım, “Hani kiraz, almadın mı?” diye sorar.

Boynunu büker, “Hanım, bugün işim çoktu, ayrılıp da çarşıya inemedim, yarın Allah nasip ederse alırım” der ve hanımı yarına atar. Yarın yine türbeye gelir, akşama kadar düşünür. “Bu akşam yine hanıma söz verdim, ben ne yapacağım?” der.

O gün ikindi üzeri kendi kendine düşünürken elindeki süpürgenin sapını Sultanın sandukasına vurur. Der ki: “Ey koca sultan, bunca senedir hizmet ediyorum sana, hiçbir himmetini görmedim. Hanım hamile. Bir okka kirazı dahi alamıyorum. Ne olur, himmet etsen de şu fakirlikten kurtulsam.”

Bu sözü sitem içerisinde söyler ve eve gider. Gider de, ”Söyleyenden ziyade, dinleyen arif olmak gerek” diyoruz ya, söyleyen türbedar, dinleyen de Yavuz Sultan Selim. Burada dinleyen herhalde söyleyenden ariftir. Bakalım, sonuç nasıl tecelli edecek?

Akşam hanım yine, “Hani kiraz?” deyince, boynunu büker, “Hanım, yarın mutlaka alacağım” der.

Üçüncü gün tekrar gelir, türbeyi açar, temizler, melul mahzun beklerken birden türbenin kapısında Padişahın faytonu görülür. İçerisinden bir emir subayı iner, koşa koşa gelir. “Efendi, türbedar sen misin?” der.

“Evet, benim” der.

“Çabuk, Sultan seni istiyor, giyin gideceğiz”

Adam şaşırır. Abdülhamid’in bir türbedarı çağırması, herhalde bir kusur sebebiyledir. Eli ayağı titrer, “Efendim, benim kusurum yok, bir yanlışlık olmasın, belki başkasını çağırıyordur” derken, “Türbedar sen değil misin?” diye emir subayı tekrar eder. “Benim” deyince de, “O halde buyur. Sultan seni çağırır, çabuk” der.

Eli ayağı dolaşarak Padişahın faytonuna atlar ve saraya getirilir. Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkarırlar.

Abdülhamid, “Türbedar sen misin?” diye sorar.

“Evet, efendim, bendenizim” der.

“Söyle bakayım, dedem Yavuz’un türbesinde dün neler oldu?”

Şaşırır, “Birşey olmadı efendim.”

“Türbedar Efendi, sana söylerim, dedemin türbesinde ne oldu, çabuk söyle!”

Titremeye başlar ve olayı hatırlar. Der ki: “Sultanım, hanım hamile, iki gündür kiraz istiyor, alamadım. En sonunda dün de elimdeki süpürgenin sapıyla Sultanımızın sandukasına vurdum ve onun himmetini istedim.”

Abdülhamid, “Anladım” der ve hemen çıkarır bir kese altın atar önüne. “Bir daha böyle birşey olursa, Cennetmekan dedemi rahatsız etme. Sen dün orada dedemin sandukasına vurmuşsun, o da bu gece sabaha kadar benim başıma vurdu, beni uyutmadı. ‘Niçin benim türbedarımla meşgul olmazsın?’ diye beni azarladı. Bir daha bir sıkıntın olursa dedemi rahatsız etme, doğru bana gel” der.

Bir kese altını aldıktan sonra türbedar geri dönerken, Padişah emir subayına emreder: “Bundan sonra Yavuz Sultan Selim dedemin türbedarlarının maaşı iki misli arttırılacaktır.” Ve böylece türbedar hem bir kese altın alır, hem de maaşı iki misline çıkarır.

çukurbostandan yukarı doğru yürürken tam çukura bakan yeni yapılmış bir ev çok hoşuma gitti. o evde kirada oturma hayalleri kurarak (sahip olmak istediğim ev o değil. buraya taşınmadan önce yazmıştım, aşağı yukarı öyle birşey) sürekli dönüp dönüp ona bakarak yürüdüm. caddeye çıkmak yerine ara sokaklardan eve ulaşmaya çalıştık. önce ismailağa camiine vardık. orası çok farklı bir dünya insanların giyimleri, dükkanlarda satılanlar, kıyafetler herşey çok farklı. mağazalarda bol hacı malzemeleri ve hacı kokuları,esanslar vardı. ufak tefek pide salonları ve berber salonları.... sevdim burayı, ilginç geldi bana. camiyi merak ettiğimiz için hızlıca avlusuna girdik. bir kapıdan girip diğerinden çıktık.
 
Posted by Picasa
caminin içine girmedik ama sonra nette gezinirken şu yazıyı okuyunca (Öğle namazını ismailağa camiinde kıldıktan sonra caminin içerisini gezdik.Dışarıdan binaya bakarken; " buraya da tadilat gerek, restore edilmeli " demiştim.Fakat içeriye giripte ,içerinin o güzelliğini görünce , şu mısralar geldi hatırıma; " harabat ehline hor bakma zakir,definelere malik viraneler vardır." İşte bu söz ismailağa camisi için tam uyuyor.Zira içerisinin düzeni ve dizaynı o kadar güzel ki anlatmakta zorlanıyorum...1723 yılında Osmanlı'nın 56. Şeyhülislamı Ebuishak İsmail Efendi'nin yaptırdığı caminin ölçüleri, en, boy ve yükseklik olarak Kâbe'nin ebatları ile birebir örtüşüyor.) içeri de girsem iyi olurmuş diye düşündüm.
caminin haziresindekiler şeyhülislam olan ismailağa ve onun soyundan gelen ve hepsi de şehülislam olan zatlar vardı. ismailağa camiinin ismini hep duyuyordum da kendisinin şeyhülislam olduğunu bilmiyordum. bu ve soyundan 4-5 kişinin şeyhülislam olması beni bayağı şaşırttı.
sokaklarda yürümeye devam ettik, hava karar üzereydi. önce bir kapının yanından geçerken mehmet durdu ve bu da ne dedi.
 
Posted by Picasa

sonra anladığımızda güldük ve resmini çekelim dedik. (bisiklet tamircisi)
sonra gördüğümüz hamam ve caminin olduğu sokağa girip yolumuzu biraz uzattık. caminin yandaki camları kırıktı ve biz kullanılmıyor zannettik. ama sonra ön tarafa geçince az da olsa cemaatinin olduğunu farkettik. burası mehmet ağa camiiydi. mimarı davut ağa imiş. aslında burası külliye imiş ama külliyeden geriye sadece çiftehamam kalmış. hamam kullanılıyordu. kapısında bir adam oturuyordu.
eve doğru yürümeye devam ettik ve üçbaş camiine geldik. daha doğrusu yanından geçtik.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

mimar sinanın adını duymak beni çok heyecanlandırdı. bu arada önceki ayki nöbetimde nette gezinirken burayı buldum. hemen doldurup gönderdim ve birkaç gün içinde haritalarım geldi. acayip mutlu oldum. istanbula giderken onları da yanımda götürdüm. hatta istanbula gitmeden önce edirneye de giderzi diye plan yapıyordum ama herşey planlandığı gibi olmuyor, en azından aile ile birlikteyken olmuyor. eğer gitseydik harita orada da işime yarayacaktı.

o bölgedeki otopark olarak işgal edilen yerlerin boşaltılması mehmeti çok mutlu etti. eve vardığımızda bayağı yorulmuştum. aslında evden çıkarken mehmete bu gezinin beni kesmiyeceğini söylemiştim. biraz da o yüzden bizi o kadar dolandırdı. akşam beni dışarı çıkarmak zorunda kalmamak için. ama iyi ki de dolanmışız. güzel bir gezi oldu. camilerin içlerine de girseydik daha güzel olacaktı tabii. akşam yemek, çay ve tostos oturma diye yazmışım kağıda. evet mehmete kaç gündür beni başka yere götürmediği için biraz surat yaptım. ama o da surat asmaya bırakmıyor mi, hemen 'anne bak onu gezdirmediğim için hiç gülmüyor' diyor ve o iş orada bitiyor. başka şeyleri de söylüyor ve sonra 'anne odaya gittiğimizde sana bunları söylediğim için beni sıkıştıracak' diyor ve kayınvalidem gülüyor ve 'kızım sen bakma ona, mehmet hep böyle' diyor.
cumartesi mehmet nihayet arabayı kullanmaya karar verdi ve bizim akıllı tomtomla capacity'ye gittik. aslında başka tarafa gitsek olurmuş, çünkü kongre yüzünden hep o civardaydık. capacityde alışveriş yaptık ama neler aldık pek hatırlamıyorum.

Thursday, December 09, 2010

pazartesi günü sadece 3 teknisyenimiz vardı. bu sayıyı yeterli görmüşler. nasıl olduysa çok rahat bir gündü. akşam sorumlu teknisyen nöbete geldiğinde hep birlikte açtılar ağızlarını ve bütün içlerindekileri boşalttılar. şok olduk. bütün hastane bizi konuşuyormuş biz onlara çok kötü davranıyormuşuz. konuşmalarına göre biz yeterli çalışmıyormuşuz........
çıkışta nurayla konuşamadık. eve gidince aradı ve hep aynı şeylere kızdığımızı ve aynı kararları aldığımızı farkettik. gece sinirden uyuyamamış. ben de öyle ve benim tek sıkıntım bu da değil. bunu düşündüğüm için uykuya konsantre olamadığım için ve bir de öksürük olduğu için uzun müddet uyuyamadım.
ertesi gün nuray da ben de onların odasına hiç gitmedik. çayı kantinden söyledim. odamız olmadığı için bütün gün ameliyathanenin içinde kalmak zorunda kaldık.
akşam çıkarken başhekimliğe uğradım. ayaküstü konuştuk. oda için çok geç kaldınız, ipler koptu dedim.
akşam nuray aradı. bu ara sık sık telefonda konuşuruyoruz. polklnk.te üstünü değiştirriken kapıyı zorlamışlar. kapıyı açmış. müdür yardımcısı 'bu oda ile ameliyh.'nin yemekhanesini acil değiştireceğiz. bu odayı oraya taşıyacağız' demiş. nuray diyorki başhekim emir vermiş, adam bu akşam bu işi nasıl yapacağımın sıkıntısına düşmüştü diyor. nuray olmaz bu akşam yemekhane önce boyanacak demiş. o zaman kendiniz söyleyin demiş. aşağı inmiş ve biraz konuşmuşlar. akşam aradı anlatmak için. ben çıkarken uğradım ve bunları söyledim deyince nuray neden acil değişim yapılacağını anladı.
ertesi gün boya yapıldı ve akşam benim nöbette eşyalar taşındı. bu ara başhekim nöbet odasına geldi ve olayları biraz konuştuk. huzur istiyorum dedi. ben de öyle istiyorum dedim. içimizden biri emir verir tarzda konuşuyormuş. ben üstüme alındım, herhalde beni diyorlardır ama ben konuşurken şunu yaparmısın bunu yaparmısın diyemem ki, yani iş sırasında. ben şöyle yapalım böyle yapalım derim. bir taraftan iş yaparken teknsiyene de sen de şunu yap bunu yap dedim. ben de çalışırken bu emir mi oluyor?
birlikte yeni odamıza gidip baktık. mehmet de oraya geldi. onları tanıştırdım. mehmet pişti olduk dedi. ikisi de kadife ceketlerini giymişler, gerçi renkleri farklıydı. zaten başhekimi görünce ben de mehmetin bu sabah aynı ceketi giydiğini düşünmüştüm. mehmet beni uzun zamandır formalı görünce ilk başta beni tanıyamamış.
mehmetle odaya gittik ve ben yemek siparişi verdim. birlikte yemeğimizi yedik. mehmet köşe yazılarını netten okudu. çay ve kahve içtik. ben biraz uzandım. tam uyku moduna geçmiştim ki mehmet kalktı. onu geçirdim ve uykum açıldı. bütün akşamı nette gezinerek geçirdim. gece saat 1'de yattım ama saat 2'de hala uyuyamamıştım.
gelelim öksürüğüme; geçen hafta cuma günü boğazımda sanki gıcık vardı. sonra hafta sonu biraz daha ilerledi ve şimdi içim acayip dolu. öksürmeye başlayınca duramıyorum. adeta kriz gibi oluyor. su içmeden duramıyorum. birisiyle uzun müddet konuşunca elimde su yoksa adamı bırakıp su içmem lazım deyip suya doğru koşuyorum. hiç su içmezken şimdi sudan ayrılamıyorum. dün nöbette hele öyle öksürdüm ki içimden bir hırıltı çıkıyordu. koahlıları düşünmeden edemedim.
bugün gayet rahat bir gündü. genelde nöbetten sonra odayı kolay kolay terketmem ama bu sabah nuraylara anahtarı vermem gerektiği için erken kalktım. odada kahvemizi içtik. tatilden ddönen halile olayları anlattık. o kadar laftan sonra herşey o kadar iyi yürüyorki hasta glemeden herkes içeride, malzemeler tam. sosoyal ilişki sıfıra yakın ama iş gerçekten harika. başhekimle vaka öncesi konuştuk. yeni yemekhaneye birlilte gidip baktık. benim onlara kötü davranmam imkan yok çünkü hepsini insan olarak seviyorum, personeli de seviyorum, onlara da kötü davranamam dedim. eminim onlara sorsalar benim gayet kibar ama biraz otorite olduğumu söylerler. arı gibi çalıştık, acayip yoğunduk. bir de ihaleye girdim bugün. gün sonunda gayet rahat sadecefazlasıyla yorulmuştuk. bir de icapçı olduğum için uzayan vaka yüzünden geç çıkmak zorunda kaldım. nöbet iznimi sonraki haftalarda kullacağım. sanırım o günü kuaförde geçiririm, şimdilik planım bu.
bu akşam ümmühanla konuştuk. halit erenin resimlerini resim hocasına göstermiş. hoca bakınca direkt bu çocuk üstün yetenek demiş. yaptığı resimler 9-10 yaş resimleriymiş. çocuk gerçekten çok güzel ve çok hızlı resim yapıyor. dinazor resmi çiz diyorsun bir bakıyorsun elini hiç kaldırmadan bir çizgi ile üst kısmını çizmiş.

dün akşam beratla konuştuk. hasan amca öldü dedi. içim bir garip oldu. hasan amca babamın iş yerinde komşusu, aynı zamanda akrabamız aynı zamanda kızı çocukluk arkadaşımızdı. kc yet. nedeniyle acil izmire gitmişler. erhan, küçük oğlu kc'ini vermiş. ve ameliyattan sonra hasan amca uyanamamış. erhanın henüz haberi yokmuş. akşam kendimi o kadar kötü hissettim ki ağlayacaktım ama ağlamadım. bugün de aklıma geldikçe ağlayasım geldi. çocukluğumdan bir şahsiyet (hiç bir zaman samimi olmadık aslında ama o her zaman oralarda olan biriydi) şimdi yok. babam şimdi havaalanındaymış, cenazeyi almaya gitmişler. çok üzgünüm gerçekten çok üzüldüm. Allah tüm günahlarını affetsin İnşallah. Allah rahmet eylesin.

Saturday, December 04, 2010

bayram tatili

Kurban bayramı için aslında perşembeden samsuna gideriz diye düşünüyorduk ama sonra mehmetin kongreye gitme işi çıkınca cuma da çalışalım dedik. Cuma akşamı samsuna gittik. Ablamlar da geldiler ve akşam muhabbetle geçti. Gece geç yattık.
Sabah tahminimden biraz daha geç kalktık. Hemen hazırlanıp aşağı indik. Annem ve babamla vedalaştık. Yolda evin yakınındaki benzinciden sıcak poaça aldık. Yolda menemenle fazla vakit kaybederiz diye her zaman yolda yaptığımız gibi tost yeriz diye düşünüyorduk ama aradığımız tesis atıl durumdaydı. Yeni bir tesis bulmak için bayağı gittik ve merzfona yakın kadırga diye bir yerde durduk. Bayağı insan vardı. Açık büfe kahvaltı ve çorba varmış. Biz sadece çay aldık ve dışarda oturduk. Kendi poaçalarımızı yedik. Sanki çayın içinde kil vardıve soğuktu, netice olarak iğrenç bir çaydı. Durduğumuza çok pişman olduk. Aslında arabada kendi yaptığım termostaki çay vardı. Tesiste karadeniz müziği çalıyordu, sabah sabah. İçerisi de bayağı karanlıktı. Kısacası kötü bir tesisti. Para kazanmaya çalışıyorlar ama hakkıyla değil. Madem insanların parasını alacaksınız önce biraz para harcayın, tesisinizi güzelleştirin.
 
Posted by Picasa

Yolda bizim taraf çok yoğun değildi ama diğer taraf çok yoğundu. Bazı yerlerde yol çalışması vardı ve o bölgelerde diğer tarafta çok uzun kuyruklar oluşmuştu. Yol boyunca diğer taraftaki arabaları , yoldaki köyleri, yaprakları sararan kavak ağaçlarını seyrettik.
 
Posted by Picasa

Diğer molamızı boluda verdik, bercestede. Hızlı olmaya çalıştık ama yine de sanırım 1.5 saati orada geçirmişiz. Bercestede durup et yemeyi çok severdim ama bu sefer hiç hoşlanmadım. Pirzola istedik ve tabakta 3 tane pirzola, sanırım bir de domatesle biber vardı ve bir de bulgur değil de buğday pilavı gibi bir şey vardı. Ben oraya herhangi bir lokantada yediğim gibi et yemeye gitmedim. Gerçekten et yemek istiyordum. Tabağımda 5 tane pirozla görmeyi ve yanında olursa biber ve domates görmeyi diliyordum, pilav değil. Resmen tabağı doldurmak için o pilavı koymuşlardı. Tek kişilik salatamdaki domateslerin bir kısmı bozulmuştu ama seçerek yedim. Mehmet bir de yoğurt aldı. İçecek olarak sadece ikişer bardak çay içtik. 40 lira ödedik. Sinan beyler de 50 lira ödemişler. Bence yol için çok pahalı, bir de yediklerimize bakarsak.
İstanbula varmadan son molamızı sapancada şu yol üstünde olan mcdonald'sın sağındaki tesisiste verdik. Çok güzel bir tesisti. Mehmetle arkadaki çimenlik içindeki masalara geçip oturduk ve termostaki çayımızı içtik.
 
Posted by Picasa

İstanbulkda maalesef köprü trafiğine takıldık. Yolda gördüğümüz o kadar araba istanbuldan ayrılmıştı da bu arabalar neyin nesiydi? İstanbul hala boşalmamış mı? Edirnekapıya gelince arabalar bir ordan bir burdan öyle sıkıştırdılar ki mehmet trafikten tırstı. İstanbulda araba kullanmayı unutmuş. Saat 4'te evde olabilecekken saat 6'da evdeydik. Arabayı boşaltınca mehmet onu sinan beyin yeni evinin otoparkına götürdü.
Evde mehmetin annesi, babası, sinan bey, verda, gül böceği ve gülciş vardı. O akşam çocukların sesi, bağırışları, ağlamaları yüzünden bu tatil nasıl geçecek diye düşünmeye başladım.
Pazar günü kayınpederim illa kurbanlık bakmaya beni ve arkadaşlarımı bilmem nereye götürün dedi. Mehmet 'ben bu trafikte araba kullanamam, kimbilir orası ne sıkışıktır' dedi. Sinan bey zaten o işlere girmez. Kuzucuk söz vermiş, o gitsin dediler. Telefon görüşmeleri, birbirlerine kızma.... sonrasında kuzucuk götürecek dediler ama nasıl olduysa kimse gitmedi. Biz hep birlikte hazırlanıp sinan beyin arabası ile yeni kapıya gittik, balık alacaktık. Mehmetle balık ekmek yedik, sahilde biraz yürüdük. Sonra balık aldık.
 
Posted by Picasa
Nerde bizim yaşadığımız yerde böyle balık çeşidi. Samsunda bile yok, Herşey istanbulda. Sonrasında yeşilyurta röneparka gittik. Sokaklar bana çok tanıdık geldi. Acaba asistanlıkta geldiğimiz kongre yüzünden mi diye düşünürken zeyneple sanırım bir nöbet sonrası buraya geldiğimizi hatırladım. Madoda kahvaltı yapıp röneparkta çay içmiştik. Röneparkta deniz kenarında çocuklar toprakla oynadılar.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa

Hep birlikte mısır yedik ve güneşin batışını seyrettik. Arkamızda kalan evlere bakıp ev alma hayalleri kurduk. Gerçekten çok güzel evler ve çok güzel bir yer.
 
Posted by Picasa

Hava kararınca Sinan beyin balığı evde yemeğe hiç niyeti yoktu. Hep birlikte yenge hanımlara gittik. Kuzucuğun gelmesi için bayağı bekledik. Mehmetle benim bile karnımız acıktı. Sinan bey biraz pişman oldu. Evde olsak çoktan yemiştik dedik. Kuzucuğun arabasını camını kırmışlar, biraz onunla uğraşmış. O gelince yemeğimizi yedik. Geç vakitte eve döndük.
Arefe günü sinan beyler çocukları bize bırakıp işlerini halletmeye gittiler ve saatlerce gelmediler. Sonunda evde sıkılıp çocukları alıp dışarı çıktık. Yolda karşılaştık ve parka gitmek isteyen çocuklar gerisin geri eve dömek zorunda kaldı. Biz de mehmetle cadde boyunca yürüyüp saray muhallebicisinin terasına çıktık. Tatlı yedik, sonrasında çay içtik. Çıktığımızda hava kararmıştı. Fatih camiine gittik. Ben bahçede oturdum. Bahçede bir meczup vardı, elinde atatürklü türk bayrağı ve sancak, Sürekli bağırıp duruyordu, şeriat polisi, ahlaksız israil vs vs... yanıma yaklaşınca biraz korktum. Sürekli oralardaymış herhalde.
bayram sabahı mehmet 5:30'da babası ve sinan beyle birlikte silivriye gitmek üzere yola çıktı. akşamdan onlara börek vs hazırladık, yolda yesinler diye.
bir gün önce telefon geldi ve lüleburgazda bir büyük baş bulabilecekmişiz. silivride diğer grupla sabah 9'da buluşulacağı için erkenden yola çıktılar. ayşe abla silivride kaynının evindeydi. kahvaltıya oraya davet etmişler. kahvaltı sonrası iki araba lüleburgazın bir köyüne gitmişler. sabah uykum olduğu halde kalktım, bayram sabahı geç kalkılmaz diye. kahvaltıyı hazırladım. annem ve verda kalktılar. bayramlaşıp kahvaltımızı yaptık. o gün mehmetler gece saat 11.30'da geldiler. o hayvan çok büyük gelince başka hayvan aramışlar. milletin evine gidip hayvan bakmışlar. hayvanı kestiklerinde hava kararmış. ışık çekip hayvanı parçalamışlar.
onlar evde yokken bizim bayağı canımız sıkıldı. biraz uyuduk, biraz kitap okudum. mehmet sürekli arayıp ne yaptıklarını haber veriyordu, beklemeyin, dışarı çıkıp gezin dedi. çıkacaktım ama annem sarmak için yaprak getirince mecburen oturup sardım. sonra köfte harcı getirdi, çorba yapmak için. bana kalsa ben sesimi çıkarmadan oturup onu da yapardım ama verda biz dışarı çıkacağız dedi. annem keşke hava kararmadan çıksaydınız dedi ama kalkıp hazırlanıp hemen çıktık. caddede çocuklarla birlikte yürüdük. simit sarayında oturup çay içtik. sonra yağmur altında geri yürüdük.
mehmetler etleri büyük poşetlerde balkona taşıdılar. ancak o saatte bayramlaşabildik. daha sonra aldığım çantanın parasını bana bayram harçlığı olarak verdi. geç vakitte yattık.