Tuesday, November 27, 2007
Sunday, November 25, 2007
kaburgacı ve egg cosy
Cuma günü mehmeti bekledim, gelsin de dışarı çıkalim diye. Boşuna beklemişim. Gelir gelmez, çok uykum var demeye başladı, bir de dışarısı çok soğuk, kulaklarım üşüdü. Bütün hafta boyunca dışarı çıkmadığım için biraz üzüldüm. Beni güldürmek için bissürü şey yaptı ve sonunda normalde döndüm. Cumartesi günü geç kalktık ve kahvaltı sonrası hazırlanıp dışarı çıktık. Önce market alışverişlerimizi yaptık. Babile gidip desa açılmış mı diye baktık, hala açılmamış. Akşam yemeği için nihayet kaburgacı selim amcaya gittik.
(netten kaburga dolması ile ilgili bu yazıyı buldum) Kaburga Dolması, kökeni Irak'ın Musul-Kerkük bölgelerine dayanan, doğu mutfağının ve damak zevkinin en otantik yemeklerinden bir tanesi. Hazırlanması büyük bir ustalık istediği kadar zor ve yorucu da. Kuzu ya da erkek oğlakların ön kol ve yanlarından alınan kaburga, içi haşlanmış iç pilavla doldurulduktan sonra dikiliyor ve 5-6 saat süreyle buharda pişiriliyor. Eğer kıvamı tutturamazsanız ya kaburga patlıyor ya da iç pilav bozuluyor. Hazırlanışındaki bu zorluk ve ustalık nedeniyle de her zaman yapılan bir yemek değil kaburga Dolması. Ancak düğünlerde, özel günlerde, özel misafirler ağırlandığında yapılıyor.
burada birkaç şubesi var. Kamilenin dediğine göre buradakiler istanbuldakinden daha iyiymiş. Egemen mehmete güzel değil yemeyin dediği için ve Mehmet benim aksime farklı olan hiçbir şeyi yemek istemediğinden adana siparişi vermişti ama kaburga dolması en az iki kişilik olduğu için o da kaburga dolması yemek zorunda kaldı. Biz Mardin yolundakine gittik. Sanırım en güzel yeri burası. İlk başta az kişi vardı. Bizden sonra bayağı kişi geldi. Ortam gayet güzeldi. Burada gittiğim en güzel restaurant. Mehmet gurme isimli restaurantın buradan daha iyi olduğunu söyledi. Oradaki yemekler istanbulda yediğim yemekler gibi olduğu için hiç gitmedim. Servisi de gayet güzeldi.
Kaburga dolması öncesi salatalar geldi, roka salatası, ezme, lebeni, ıspanak kavurması, acur turşusu. Sonra fındık lahmacun, içli köfte ve mumbar dolması geldi.
mumbarı çok merak ediyordum. Mehmetinkini de ben yedim. Dışındaki eti,daha doğrusu bağırsak kısmı ilginçti. Bıçakla kesmek daha mantıklı, dişinle biraz zor bölüyorsun. Ben beğendim. Dediğim gibi ilginçti. İçli köfteleri de güzeldi, rengi açık renkteydi.
Sonra asıl yemeğimiz kaburga dolması geldi. ben daha önceleri yemesini zor olacağını düşünürdüm. Kemikleri ayırmak falan. Meğer çok zahmetsizmiş.
Masaya getiriyorlar ve gözünüzün önünde et ve kemikleri birbirinden ayırıyorlar.
Bence tadı gayet güzeldi. Mehmet de beğendi. öyle pimişki yanlışlıkla ağzıma gelen kemik bile pişmişti. ağzımdan çıkarmak yerine onu da yedim. Yemek sonrası evimize geldik ve çayımızı içtik. Cnn türk’te 50 yeri seyrettik. Urfayı gösterdi ve bizim kaldığımız otelde kaldı. Mehmet tv seyrederken ben de uzun zamandır ördüğüm yumurta şapkalarımın (egg cosy) resimlerini çektim. şimdilik yumurtalığım olmadığı için kartonda çektim.
Bu fikir ilk aklıma geldiğinde örsem mi örmesem mi diye çok düşündüm. Sonra nette baktım başkaları ve başkaları yapmış hatta satıyorlar. en çok da bunu sevdim.Sonra eğlenceli olur diye ve mehmetin de benim de yeğenlerimin hoşuna gider diye örmeye başladım.
İlk yaptıklarımdan bir kaçını esmeye gösterdim. Benimle dalga geçti. Ama ben umursamadım ve 10-12 tane kendime birer tane de mehmetin yeğenlerine ve kendi yeğenlerime yaptım. Bunlar pişmiş yumurtayı yiyene kadar sıcak tutmak için ve bir de sofrayı daha eğlenceli hale getirmek için.
Friday, November 23, 2007
Ablamlar hastaneye yatalı 1 ay, 1 hafta olmuş. Muhammed pek iyi değil. Sürekli kusuyor ve geceleri uyuyamıyormuş. 1-2 haftadır böyle. Daha öncesinde odasında olan Ercan abisi (sağlık meslek lisesinde okuyormuş. Anestezi teknisyeni olacakmış) sayesinde günlerin nasıl geçtiğinin anlamıyormuş. Birlikte gülüp eğleniyorlarmış. Sonra Ercan abisi dün çıktı ve yerine yeni biri gelmiş. Ayşenurla yaşıt, lise 1 e giden bir çocuk. 8 kardeşlermiş, samsunun bir köyünden. Ablam üstü başı perişan ve çok pis kokuyordu dedi. Kayınvalidesine telefon açıp hemen çocuğa yeni bir pijama takım almasını söylemiş. Kayınvalidesi de bizim odaya hiç mi maddi durumu iyi olan biri gelmeyecek? Bıktım pijama almaktan demiş. Belki de oraya bazı insanlara yardımcı olmak için gittiler kimbilir?
Dün konsültasyon sonucu belli olmuş ama ablamlarla hala konuşmamışlar. Sonucu öğrenmek pazartesiye kalmış. Ama ablamın dediklerine göre ben kemik iliği nakli olması gerektiği gibi bir sonuca vardım. Bakalım Allahtan hayırlısı.
Küçükken o kadar zayıftı ki onunla hepimiz dalga geçerdik sıska diye. Yanakları olduğu için yüzünden belli olmazdı da vücudunu görünce zayıflığı hemen anlaşılırdı. Ayşenur da onun aksine bayağı kiloluydu. Ona da sürekli az ye ayşenur derdik. O günlerde Muhammed ayşenuru kıskanırdı. Sürekli şişman olduğu için ona kızardı. Ayşenurun bebeklik resimlerine bakıp o zamanlar da şişkoymuş derdi. Sonra Muhammedi istanbula doktora getirdiler. Alerjisi yüzünden steroid başlandı ve sonra Muhammed şişti. Ayşenurun tombik günlerindeki gibi kocaman yanaklı bir çocuk oldu. O arada ayşenur istememesine rağmen okulundan alınıp özel okula verildi ve ayşenur sıkıtıdan birkaç günde bütün fazla kilolarını verdi. Sonra da boyu uzayınca güzel bir kız oldu. muhammed berat dayısına çok benziyor. berat da küçükken minicik hapları bile yutamazdı, muhammed de öyle. yutması gereken ilaçları annesi fındık ezmesinin içine katıyormuş ve katır kutur yiyormuş. küçükken berat da annemlere az çektirmemişti. daha minicik bebekken ona iğne yapılıyordu da sesini duymamak için kulaklarımı tıkadığımı ve birşey görmemek için kapının arkasına saklandığımı hatırlıyorum. kafasını oraya buraya çarpmaktan buynuz çıkmıştı. kendisine 1 kez araba, bir kez önünde cam olan motorsikletlerden çarpmıştı. bir kez de kuş kafesinde olan merdivene çıkmaya çalışırken düşüp kafasını yarmıştı. annemler hastaneye götürmüşlerdi. bir de havale geçiriyordu sürekli annem kadın yalınayak kucağına alıp komşulara giderdi doktora götürmek için. ayriyeten top,saklambaç vs ne oyunu olursa olsun muhakkak kafasını oaraya buraya çarpardı, dediğim gibi kafasında 2 tane boynuz vardı. büyüdükçe o boynuzlar yok oldu. burnu ise artık büyüdüğünde iyice yamulmuştu da estetik yaptırdı. yakışıklılığının çoğunu da o burna borçlu zaten. en son da ortaokulda yatılı okula izmire göndermişlerdi de hiç bir şey yemediği için aynı aidsliler gibi olmuştu. asansörde dahi halzsizlikten ayakta duramıyor, yere çömeliyordu. annem ondan az çekmedi. ama şükür iyileşti. inşallah muhammed de onun gibi şifa bulur, bugünler geride kalır, dayısı gibi yakışıklı bir adam olur. Onları o kadar seviyorum ki anlatamam. Benim gözbebeklerim. (resimde muhammedin zayıf günlerinden birinde,yeni camii önünde)
Dün akşam ben cnbc deki Calendar Girls - (Takvim Kızları) isimli filmi seyrederken (çok güzeldi) mehmette her zamanki gibi nette gazeteleri okudu ve film uzayınca o da sık sık yaptığı gibi sağlık bakanlığının sayfasına baktı ve sonra canımız çok sıkıldı. Bizim tayin işi yine zorlaştı. Orduda anestezi doktor açığı yok gözüküyor (samsunda açık var, orduda yok. Nasıl iş anlamadım). Önceden çok rahattık ama şimdi ya olmazsa diye içimizi bir korku kapladı ve bütün geceyi uyumadan geçirdim.
Bütün hafta boyunca evdeydim. Hafta sonu eğer hava da çok kötü olmazsa dışarı çıkacağız inşallah. Pazar günü ise yine evde geçecek. Çünkü Pazar günü burada bir şeyler olabilirmiş. Güvenlik açısından evde kalmamız gerekiyormuş.
Tuesday, November 20, 2007
şahmeran
Diğer şahmeran efsanesi
Geçmişten günümüze kadar gelen bu efsaneye göre Şahmeran'la karşılaşan kişi Camsab'dır. Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab, evinin geçimini arkadaşları ile odun satarak sağlamaktadır. Bir gün arkadaşları ile birlikte bir kuyu dolusu bal bulan Camsab, arkadaşlarının açgözlülüğü yüzünden kuyunun içindeki bal bitince kuyuda bırakılır. Terk edilen genç cebindeki çakıyı kullanarak burada gördüğü bir deliği genişletir ve daha büyük bir yere geçer. Uyandığında etrafının yılan ve ejderhalarla dolu olduğunu görür. O sırada yarı insan yarı yılan olan Şahmeran yanına gelir ve konuşurlar. Camsab kendisine yapılan ihaneti anlatır. Camsab'ın anlattıklarını dinleyen Şahmeran onu kuyudan çıkaracağını söyler. Fakat gençten ömrü boyunca asla yerini söylemeyeceğine dair söz alan Şahmeran ona yeterli miktarda dünyalık vererek genci kuyudan çıkarır.
Köyüne dönen Camsab, ülkesinin hasta hükümdarının iyileşebilmesi için Şahmeran'ın etinin önerildiğini duyar ve ses çıkarmaz. Bir gün arkadaşları ile sohbet ederken Şahmeran'ı gördüğünü ağzından kaçırır. Arkadaşları tarafından bu olay padişaha ulaştırılır. Padişah Camsab'ı huzuruna çağırarak Şahmeran'ın yerini göstermesini ister. Fakat Camsab bir türlü Şahmeran'ın yerini söylemez. Kendisine altınlar ve vezirlik ünvanı verileceğini duyan Camsab Şahmeran'ın yerini vezire gösterir. Vezir bazı sihirli kelimeleri söyleyerek Şahmeran'ı altın bir tepsi içinde kuyunun dışına çıkarır. Vezir'in adamları Şahmeran'ı öldürür ve onun etini hükümdara yedirirler, hükümdar sağlığına kavuşur. Efsane, Şahmeran'ın insanoğluna olan sadakati ve iyi niyetine karşılık gördüğü ihaneti anlatır.
Bir rivayete görede yılanlar hala Şahmeran'ı yaşıyor biliyorlarmış.
Monday, November 19, 2007
mardin
Geçen hafta ccn türkte 50 yer isimli programda mardini ve nasra (çilli) teyzeyi gösterdi. Zaten biz deyrul zaferanı gezerken fatih türkmenoğlu’nu da gördük. Çekimleri yapmış, oturuyordu.
Neyse kiliseden çıkınca İlkerlerin evinin önünden geçerek kırklar kilisesine gittik. Yolda İlker bizi kahve içmeye evlerine götüreceğini böylece bir Mardin evi görebileceğimizi söyledi.
Ama daha sonra yani kırklar kilisesini gezdikten hemen sonra meral (hastaneden arkadaşımız), eşi ve 2 çocuğu geldiler ve o kadar kalabalık olunca da İlker bizi götürmedi. Biz de hani kahve,hani ev diyemedik. Az daha geç gelseler ne harika olacaktı.
Gelelim kırklar kilisesine; kapısı kilitliydi ve biz gidince kapıyı açtılar. Hem İlker hem de orada çalışan çocuk (rehber olarak değil, rahip yardımcısı falan gibi bişeydi) kiliseyi anlattılar. Kilisenin içinde resim çekmek yasak olduğu için resim çekemedik. o yüzden kırklar kilisesine aşt resimlerin hepsi bahçede çekildi.
Kırklar kilisesi MS 569 yılında iki kardeş adına inşa edilmiş. Putperestlikten hristiyanlığa geçtikleri için bu iki kardeş öldürülmüş ve daha sonra babaları da hristiyan olunca bu kilise onların adına yaptırılmış. 3 yüz yıl ortalarında roma imparatoru hristiyanları öldürüyormuş. 40 kişi (yunan) imparatora karşı çıkıyor ve imparator da bu kırk kişiyi (sivasta) göle attırıyor. Gölün içinde donarak ölüyorlar. Bu kırk kişi tüm hristiyanlar için kutsal sayılıyormuş. sonra kilisenin adı kırklar kilisesi olarak kullanılmaya başlıyor. Daha önceleri kilise resimleri duvarlara yapıldığı ve savaşlar sırasında talan, yangın vs sonucu kiliseler tahrip olduğu ve resimler yok olduğu için, artık resimler duvarlara değil kumaş üzerine yapılıp asılıyormuş. İşte buradaki resimlerden birini nasra teyze yapmış, üzerinde de ismi ve tarih yazılı. Kırk kişiyi gölde gösteren büyük bir resim de duvarda asılı.
Görevli olan çocuk Süryanice dua kitabından bize kısa bir dua okudu. Ben de burada duvarda yazan bir mum yakma duasını defterime not ettim ‘ Ya Rab yaktığım bu mumun vasıtasıyla içimdeki her türlü bencilliği ve kıskançlığı yakarak kül et. İçimdeki sevgiyi yeniden uyandır ve yüreğimi ısınla aydınlat. Ya Rab kilisede uzun bir süre kalmayacağım için bu mumu sana sunmak istediğim bir parçam olarak yanık durumda bırakıyorum. Bugün boyunca duamın sürmesine yardımcı ol. Amin’
Ben bu duayı yazarken İlker de gruba metropolitlerin (Süryani rahiplerin başı) oturarak sandalyesi ile elinde mum ve asa ile Hz İsayı bekler tarzda duvarın içine gömüldüğünü anlatıyordu. Sanırım oturur tarzda durmaları için sandalyeye bağlanıyorlarmış. Kapıdan girişte sağda kalan duvarın hemen arkasındaymış. (aşağıdaki resimdeki mezarlar avluda olan mezrlar. onlar metropolitlere ait değil.)
Bu duvarın da sağ tarafında perdenin arkasında İbrahim müteferrikadan sonra türkiyeye getirilen ikinci matbaa duruyordu. Yalnız kurulu değildi. 1876 da İngiltere kraliçesi tarafından patriğe hediye edilmiş. Eğer bakmak isterseniz kırklar kilisesinin içinde bir dizi çekilmiş. Şurada görüntüsü var.
Kırklar kilisesinden dışarı çıktığımızda merallerle karşılaştık. Ve dediğim gibi kahve işi de yattı.
Kiliseden aşağı doğru inip ulu camiye doğru yürüdük.
Yolda mardindeki tek Keldani kilisesinin yanından geçip Süryani bir usta tarafından yapılan Kasım Tüğmaner Camii’ni gördük.
Ulu camii aslında iki minareliymiş ama minarelerden biri yıldırım sonucu yanmış. Minaresi çok güzel.
Camide de Peygamber Efendimizin (s.a.v) Sakalı Şerifi var. Duvarda bir cam içinde sergileniyor. Yanına gittiğinizde ışık yanıyor ve Sakalı Şerifi görüyorsunuz.
Camideki minber 400 yıllık ve kündekari (geçirme-birleştirme) sanatı ile yapılmış.
Camii avlusunun batıya bakan kapısından çıkarken hemen duvarın yanında kara bir taş dikkatimi çekti. Nette okuduğum çocukların ellerini sürüp dilek diledikleri taş bu olsa gerek.
Camiden çıkar çıkmaz biri genç diğeri çocuk iki kişi yolumuzu kesti ve mırra ellerinde mırra cezvesi ve fincanlar mırra isteyip istemediğimizi sordular. Tadına bakmış olmak için hepimiz birer fincan içtik. Daha önce mısırda içtiğim ve eve de aldığım arap kahvesi gibiydi. Suriyede de aynı kahve içiliyor. Kuzenlerim oradan getirmişlerdi. Yapılış tekniği; çok fazla kaynatıp kesinlikle köpüğü olmadan ikram edilmesiymiş. Mırra sonrası çarşıya gittik. Pazar olduğu için heryer kapalıydı. İlker bizi açık birkaç mağaza olan yere götürdü. Nihayet uzun zamandır istediğim şahmeranı aldım ama sanırım boyutunu biraz büyük almışım. Ben alınca esme de bir tane aldı. Bakır şekerlik, tas ve bir de küçük kahve değirmeni aldım. Esme ile her gezide olduğu gibi burada da millet gitti ve biz ikimiz koştur koştur aralardan onları yakalamaya çalıştık. Alışveriş sonrası İlker kendi dükkanlarını açtırdı (zümrüt gümüşçülük) ve yorulanlar, çocuğu olanlar ve gebeler ve bizim poşetlerimiz bizi orada bekledi. Ekibin geri kalanı yani esme, Mehmet, ben, meralin kızı ve eşi ve de İlker zinciriye medresesine çıktık. Biraz dik bir merdivenle. Zinciriye Medresesi Melik Necmeddin İsa Bin Muzaffer Davut Bin El Melik Salih tarafından 1385 yılında yaptırılmış. Daha sonraki yıllarda Melik İsa Timur ordusu ile savaşmış ve bir süre bu medresede hapsedilmiş. Bu medrese tepeye kurulmuş.
Öyle bir manzarası var ki muhteşem. Doğuya geldiğimden beri bir Mezopotamya lafını sürekli duyuyordum da kafamda bir türlü bir şekil oluşmuyordu. Artık oluştu. Öyle muhteşem öyle muhteşem ki anlatamam.
Gözünüzün önünde uçsuz bucaksız topraklar uzanıyor sanki bir deniz gibi.
Bu medresenin avlusunda akan bir su ve bir de suyun toplandığı havuz vardı. Bu suya ab-ı hayat deniyormuş ve bu su ve önünde uzanan havuz insan hayatını temsil ediyormuş. Doğuş, yaşam ve ölüm (havuz). mehmet gelmişken hayat suyundan ielim dedi ama görevli kişinin e. colili demesi üzerine ona engel oldum.
(yukardaki resim medreseden lisenin bahçesinin görüntüsü. yani aynı muhteşem manzaraya bu lise de sahip) Buradan türkiyenin en eski kız meslek lisesinin bahçesi gözüküyordu.
(işte lisenin kapısından görülen manzara da bu) Oraya da gittik. Çok güzel bir bina.
ilker yolda mardinin tek han'ını gösterdi. bir zamanlar otel (vakıflar oteli) olarak kullanılmış. şimdi ise otopark olarak kullanılıyormuş.
Yemeğe kebapçı Rido’ya gittik. Aslında esme cercis murat konağının methini duymuş (esme yolda sürekli bu ismi sayıklayıp duydu. Sabah savaşlarla buluşmak üzere eski mardine geldiğimizde arabamızı cumhuriyet meydanına girmeden parkettik ve bir de baktık ki tam da bu restaurantın kapısının önüne park etmişiz)(tv de 50 yerde fatih Türkmenoğlu burada yemek yedi.
Gayet güzel görünüyordu. Hem de biri yurt dışından olmak üzere iki ödüllüymüş. Şimdi olsa ben de gidip orda yerim) ve ona gitmek istiyormuş. Ama İlker onun sadece adı var, marka falan dedi ve bizi kebabçı ridoya götürdü. Daha sonra nette baktım orası da ünlü bir yermiş. Zaten duvarlarında orada yemek yiyen ünlülerin resimleri asılıydı. Özelliği kullanılan kıymanın çekilmeden kıyılarak hazırlanmasıymış. Tadı gayet güzeldi. İçecek olarak hepimiz ayran istedik.
Ayran deyince kapalı değil açık getirelim dediler. Hepimizin de çok hoşuna gitti çünkü tasta getiriliyor ve kaşıklayarak içiyorsunuz. Kebapçı sonrası ünlü badem şekerlerinden (tek katlı ve çift katlı olanlar varmış. Tek katlılar daha güzelmiş. Biz de o yüzden tek katlı olanlardan aldık), cevizli sucuk (şansımıza sadece ekim ayında taze oluyormuş) ve çikolatalı leblebi aldım.
(resimde işaret ettiğimiz çikolatalı leblebi, altındaki eflatun-mavi arası renkte olanlar ise badem şekeri) Mardinin leblebisi ünlüymüş ama biz sade leblebi almadık. Bu arada alırken her şeyin tek tek tadına bakabiliyorsunuz. İstediğiniz her şeyden ikram ediyorlar.
Biz şeker alırken meydanda istiklal marşı okunuyordu. 29 ekim kutlamaları vardı. Neden 28 ekimde yapılıyordu onu pek anlamadık ama meydan tamamen bayraklarla süslenmiş ve her yer askerlerle doluydu.
meydandan geçip arabalara gittik, deyrul zaferana gitmek üzere. daha fazla resim burada.