Wednesday, November 07, 2007

midyat-mardin

Zaman geçtikçe yazmak daha zor geliyor. Midyat, Mardin ve urfayı gezdik ama hiç yazasım yok. Daha fazla zor olmadan bir köşesinden başlamak lazım. Hasankeyften midyata geçtik ve yolda
Midyat ve şırnak tabelalarıyla resimler çekindik. Yolda gördüğüm evlerin resimlerini çektim.
Gitmeden nette midyatın evleri hakkında bissürü yazı okumuştum ama Midyat bizi hayal kırıklığına uğrattı. İlçenin girişi ve merkezi doğuya uygun bir şekilde kötüydü.
Eski evler sadece bir bölgede kalmış. Çünkü ilçe göç almış ve Süryani nüfusu azalmış. Gezilmesi gereken manastır ve kiliseleri göremedik. Kimisi çok uzakta, kimisi kapalı imiş.

Biz mor Abraham kilisesini gezdik. Burası Abraham ve hobel isimli iki keşiş tarafından kurulmuş. Burası şimdi bir aileye aitmiş. Görevli rahip kilise ile aynı bahçede oturuyor. Bayağı yaşlı birisi.
Daha sonra mardinde öğrendik ki kendisi aslında mardinde görevliymiş ama midyattaki bu kilisenin rahibi ölünce tayini buraya çıkmış.
Grubumuzdaki herkes adamla resim çekinmek istedi ama görevli adam buna engel oldu. Kilisenin bahçesinin kapısı gittiğimizde kilitliydi. Bize kapıyı açan adam kilise hakkında kısaca bilgi vermişti. Kendisi daha sempatikti. Sonra ikinci gelen şahsiyet bayağı gıcık birisiydi bizi kileden bir kovmadığı kaldı. Mezarın resmini çekeyim dedim adam hemen ‘orası mezar’ dedi. Yani çek git diyor. Neyse sonunda çıktık. Kilisenin aşağısında bir ev vardı. Bu da onun resmi.
(yukardaki resim, hemen kilisenin aşağısındaki bayağı büyük ve güzel ev)Resim çekinirken peşimizdeki çocuklar sılanın çekildiği konağı gösterebileceklerini söylediler ama biz istemedik. Ama sonra şahsen ben pişman oldum. Keşke gezseymişiz. Çünkü daha sonra ne midyatta ne de mardinde Süryani evi göremedik. alttaki resim yeni yapılan bir apartmana ait
İlçenin merkezine gittik ve orada savaşın adını aldığı kuyumcuyu (Sümer kuyumcusunda Markos) bulduk. Savaş ona iki kişiden selam getirmiş. Kuyumcuda bayağı kaldık. Esme 3 şişe şarap aldı. Markos sağolsun ne istersen hemen buluyor.
Ben bir tane telkari bilezik(bileziğim yukardaki resimdeki renkli boncuklu olanlardan), bir tane broş aldım. Esme kendine sıla tokası alınca (telkari) benim de hoşuma gitti ve ben de ayşenura aldım. Sıla tokasını 10 ytl’ye aldık. Mardinde 15 ytl idi. Bileziği 160 ytl den 120 ytl’ye ve broşu da 25 ytl den 20 ytlye aldım. Mehmetin babasına 20 ytl’ye telkari tesbih ablasına da benim broşun aynısından aldık. Mardinde savaşların kalacağı yer belliydi ama bizimkisi belli değildi. Markos bizim için bir oteli aradı ve fiyatı uygun yapacaklarını söyledi ama daha sonra ufak çapta bir kazık yediğimizi anladık. Keşke markosa adamı aratmayıp kendi pazarlığımızı kendimiz yapsaymışız. Midyat Mardin yolu tehlikeli olabilir diye söylemişlerdi. Yol kalabalıktı o yüzden fazla korkmadık. Yolda karnımız çok acıktığından termostaki çayı içip sabahki yaptığım kurabiyeleri yedik. Mardine vardığımızda hava kararmıştı.
Savaşlarla ayrılıp bizim oteli aramaya başladık biraz şehrin dışındaydı. Hasankeyfe gittiğimizde oradan ayrılırken iki tane otobüs gelmişti ve otobüslerin üzerinde 1. artuklu sempozyumu yazıyordu meğer bu otelde yapılmış. Biz otele vardığımızda sempozyuma katılanlar ayrılmak üzereydiler.
Mardin yay grand otel. Adam gruplara yaptığımız fiyat olsun 2 kişilik oda 140 tek kişilik oda 90 dedi. Ama aynı şeyi telefonda soranlara da söylemiş. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı da dahildi. Akşam yemeğinde kuzu tandır vardı ve çok güzeldi. Bir de sanırım kapalı lahmacun gibiolan şey daha önce nette okuduğum buranın yöresel yemekleri arasında yer alan şemsek (kıymalı börek gibi) idi. Karnımızı bir güzel doyurduk. Daha sonra lobide oturup çay içtik. Bana kalsa hemen yatardım ama esme illa sohbet edeceğiz dedi. Daha çok Mehmet ve esme konuştu. Konuştukları konu hastalar olduğu için ve ben de çalışmadığımdan anlatacak bir şeyim olmadığı için ikisi konuştu. Ben esneyip durdum. Sabah saati 7 ye kurdum ama saatlerde oynama olduğu için 1 saat daha uyuyabileceğimizi hatırlayıp mutlu olduk. Kahvaltı sonrası savaş telefon etti nerede kaldınız diye. Biz onlarla buluşana kadar onlar mardin müzesini gezmişler . daha sonra vaktimiz olur sandım ama vaktimiz olmadı. Maalesef müzeyi göremedim. Mehmetin üzüldüğü ise ayini kaçırmamız oldu. Biz gelene kadar onlar Pazar ayininin sonuna yetişmişler.
Biz gittiğimizde (meryemana kilisesi) insanlar kilisenin avlusunda sohbet ediyorlardı. Savaş meğer süryani bir gence rapor konusunda yardımcı olmuş. İşlemlerini hızlandırmış çocuk da ona rehberlik hizmeti yapacağına söz vermiş. İlker normalde deyrul zaferan’da çalışıyormuş rehber olarak ve de bizden 1-2 hafta sonra sezen aksu mardine gelecekmiş ve onu da İlker gezdirecekmiş. Bize kiliseyi anlattı.
Apsisin (kutkutçin,mihrap) önünde bir erkek bir de kadın resmi vardı. Meğer yaşlı karı koca aynı günde vefat etmişler. Birisi ölmüş diğeri de onun acısına dayanamayıp aynı gün ölmüş. Kapıda poşetle ekmek dağıtıyorladı, bize de verdiler. Burada adetmiş.
Müslümanlar da Süryaniler de ölünün ardından ekmek dağıtırlarmış. Ben de arabayı park ettiğimiz yerde fırında ekmekleri görmüş ve içimden ayrılmadan ekmeklerden alalım diye düşünmüştüm. Ekmekler tatlıydı ve tarçınlı. Tadı çok güzeldi.
Mardine gitmeden nette yaptığım araştırmada alttaki yazıyı okumuştum. ‘Mardin'e gidip de Nasra Şimmeshindi Hanım'a uğramadan geri dönülmez. Evine, şehrin girişindeki Güven Eczanesi'nin yanından giriliyor. Süryani olan Nasra Hanım basma boyama sanatının son temsilcisi. Evinde dini motifli basma süslemeleri yapıyor. Babasından öğrendiği el sanatını 80'i aşkın yaşına rağmen devam ettiriyor. Kök boyadan yaptığı melek, aziz, haç, Meryem Ana resimleriyle süslü basmalar kilise perdesi, masa örtüsü, duvar süsü olarak kullanılıyor. Kilise perdesini 1 milyar 200 milyon, masa örtüsü ve duvar süsleri ise boyutlarına göre 25 milyon ile 100 milyon lira arasında değişiyor. Süryani bir aile ile tanışmak ve onların ev yaşamlarına şahit olmak istiyorsanız Nasra Şimmeshindi'ye mutlaka gidin. (Tel: 0482 212 1)’ nasra teyze hakkındaki okuduğum tek yazı bu değildi ve ben de onun evine gitmek istiyordum ama nasıl olur bilmiyordum. Bir de Pazar günleri çalışmadığını ayine gittiğini okumuştum. İlkere söyledim. O benim anneannem dedi ve önümüzde yürüyen yaşlı teyzeyi gösterdi, oymuş.
Pazar günleri ayin sonrası gelinlerinin evine gidermiş. Eğer eve geçerse gideriz dedi. Gün içinde kaç kere telefon açtı ama eve dönmemiş ve biz de gidemedik. Gerisi daha sonra.

No comments: