Monday, August 18, 2008

tokat ballıca mağarası,zile

temmuzun sonunda iş sonrası evde hummalı bir çalışma beni bekliyordu. çünkü ev dağınık ve yapılacak bissürü ütü ve de tatil için henüz hazırlanmamış bir valiz vardı. hatta kandil günü dahi ben tv karşısında ütü yapmakla meşguldüm. bu arada da biraz sinirliydim. neden bu kadar iş yapmak zorundayım? neden tek başıma yapıyorum? gibi sebeplerle. ben böyle çok sinirli olduğum ve de işleri yetiştiremediğimde genelde mehmet de yardımcı olur ama her seferinde onun yaptığı işin üstünden bir kez de benim gitmem gerekir. neyse bu kadar işimin olmasının nedeni, bayram beyin bize gelecek olması ve daha sonra da gideceğimiz yozgat tatili sonrası mehmetin annesinin, babasının ve kuzucuğun ailesinin bizimle birlikte evimize gelme ihtimali olması. aslında sinirlenmeme rağmen davet eden de benim.
30 temmuz çarşamba günü bayram bey uçakla samsuna geldi ve mehmet gidip onu alandan aldı. bayram beyin evde olduğu sürece yani 3 gün, hiç yemek yapmadım. akşam yemeklerini dışarıda yedik. misafirimiz için sabah kahvaltısını ise sabah erkenden kalkıp, gözleme de dahil olmak üzere hazırladım.
ilk gün bolamana gidip balık yedik. bayram bey daha önce yediği için sadece çay içti. bolamandan sanırım daha önce bahsetmiştim, çok güzel bir yer.

dalgalar oturduğumuz masanın neredeyse ayaklarına kadar geliyor. bazen öyle dalgalar oluyor ki her an insana ıslanacakmış hissi veriyor. orada oturmak insanı çok dinlendiriyor. perşembe günü iş çıkışı ordu'ya gittik. boztepeye çıktık.

karnımız çok aç olduğu için oradaki iki tesisten birinde yemek yedik. yemek boyunca mehmet bu et kokuyor deyip durdu. yemek de kapalı oturduğumuz bölüm de hiç güzel değildi. mehmetin bayağı bir geç olarak turan'ın sakın boztepede yemek yemeyin dediği aklına geldi. boztepenin sadece manzarası güzel, o kadar. bir de kendi malzemeni götürürsen piknik yapılabiliyor.
aslında orduda güzel yemekleri olan bir restaurant varmış adı şu an aklıma gelmiyor. ama mehmet karnımız çok aç diye boztepede yiyelim demiş. (aşağıdaki resimdeki dağ tamamen yeşil gözüküyor. o yeşilliğin tamamı fındık. burada dağ, tepe fındık, nasıl topluyorlar bilinmez)

orduda bir de hünkar var, fatsadaki gibi. boztepeden aşağı inmek için başka bir yolu kullandık.

manzarası daha güzeldi ve görmek istediğim kiliseye iniyordu ama biraz sakindi ve bir daha bu yolu kullanmama kararı aldık.
orduda, fatsada ve ünyede eskilerden kalma evler var. orduda da bu evlerden bir kaç tane kilise civarında var. hatta daha sonra biraz daha ilerisinde (fatsa tarafında) iki tane birbirinin aynı evi restore edip otel olarak kullandıklarını gördüm.

taşbaşı kilisesi'ni sadece dışardan görebildik. netten kilise hakkında bulduğum ise;

biz gittiğimizde kapatıyorlardı.

aslında orduya gitmişken kelebek mobilyadan mutfak masamızı alacaktık ama kelebek mobilyayı bulamadık. migrosa gidip (güya alışveriş merkezi), marketten birşeyler aldık ve sonra da sahile gidip, orada indiğimiz boztepeyi ve o gün acayip dalgalı olan denizi seyrettik.

dönüş yolunda çotanak isimli mağazaya uğradık ve taze fındık, kavrulmuş fındık ve fındık yağı aldık.
akşam evde ordudan aldığımız mısırları düdüklü tencerede pişirdim ve ilk defa düdüklü tenceremi doğru şekilde kullanabildim, hızlı ve harika pişirdi. cuma günü onlar akşam dolunaya gittiler. ben işlerim olduğu için evde kaldım. bu arada geçici görevimin erteleme işi olmamış çünkü yol yapılmış (sözde). cuma günü geç yattık.
cumartesi günü saat 7 de kalkarız diyorken yarım saat gecikme ile kalktık. valizleri aşağı indirip, kapımızı bacamızı kilitleyip arabaya bindik. önce dolunaydaki çamlığa gidip orada kahvaltımızı yaptık. çamlıkta kahvaltı hem ucuz hem de 2 kişilik kahvaltıyla 3 kişi doyuyor. kahvaltının içinde kocaman bir tava melemen, patates kızartması, peynirli omlet, yağ, bal, peynir, zeytin, domates, salatalık, mis gibi taptaze pide, kızarmış sucuk, sosis, salam ve hepsi bir kişi için 10 ytl. ama dediğim gibi 1 kişilik olanla 2 kişi çok iyi bir şekilde doyuyor. bu kadar ayrıntılı yazdım çünkü samsunda hiç bir yerde bu kadar güzel kahvaltı görmedim.
kahvaltı sonrası ekşi mayalı ekmek alalım dedik ama karadeni fırınını bir türlü bulamadık. sonra başk bir fırından aldık ama aldığımız ekşi mayalı ekmek değil, normal trabzon ekmeğiymiş. fırın arama yüzünden planladığımızdan yarım saat daha geç olarak fatsadan çıktık.
arabada ben arkada oturdum ve uzun zamandır okuyamadığım, hbg'den aldığım maeve binchy'nin kitabı scarlet feather'ı okudum. tabii sürekli okuyamadım çünkü mehmet arada hanımm napıyorsun? hanımm neden etrafını seyretmiyorsun? deyip durdu. mehmet bana ailesinin yanında hanımm yada hanımcımm nerdesin? diye seslenir. kendi ailemin yanında ise ismimle.
ordunun sahilden içerde kalan ilçelerinde yol alırken hava tamamen soğudu.

kimi zaman sis içinde kaldık. sanki karakışta gibiydik. bazı yerlerde insanlar kaban, ceket giyinmişti.
sık sık inip resim çekindik. niksar yakınında bir çeşme başında inip önce su, sonra da termostaki çayı içtik. geçen sefer (temmuz başında yozgata mehmetle 3 günlüğüne gittik. bize çok iyi gelmişti, değişiklik olmuştu. perşembe iş çıkışı yola çıktığımız için biraz hızlı ve hiç durmadan yolculuk etmiştik. o dönemde bilgisayar çöktüğü için yazamamıştım.)

geçerken duramadığımız için resim çekinemediğimiz soy ismimizle aynı köyün tabelasının önünde bu sefer durup resim çekindik.

niksara uğrayıp bir kaç resim çektik. sonra tokata gittik. asıl hedefimiz ballıca mağarası olduğu için ve kapanış saatini de bilmediğimiz için tokatta sadece şöyle bir tur attık.
yolda mehmetle her zaman yaptığımız gibi yol üstü satıcılarından durup bir şeyler aldık. ordu sınırları içinde evlerinin önünde hamile gelin, kayınvalide, şirin mi şirin torun, komşular, (yanda fındık bahçeleri) oturmuş, sohbet eden, oya yapan, ayaklarında çorap olmayan (yani tamamen ev giysileri ile sabah sohbeti yapan) kadınlardan taze fındık aldık. daha sonra yediğimizde mehmet çotanaktan aldığımız fındığa göre bunun daha güzel olduğunu söyledi.

bir de tokat'ta önceki günlerde ordudan aldığımız mısır yetmez diye 23 tane daha mısır aldık. orduda bahçenin dibinden aldığımız şeftali,elma ve armutları ise hemen orada olan hortumda yıkayıp yemeye başladık. (bizim aldığımız mısırlar yanda, pek görünmüyorlar)
ballıca mağarasından önce yol üstünde mahperi hatun kervansarayının önünden geçtik ama

mağara sonrası buraya gelip yemek yeriz diye düşündük. mağara pazar ilçesinden 8 km uzaklıkta.
yukarı doğru çıkarken öyle muhteşem bir ova manzarası var ki anlatamam, turhal kaz ovası. mağaradan aşağı inerken bir kaç yerde durup resim çekindik.

ballıca mağarası kültür bakanlığına bağlı değil, valiliğe bağlı. kapıda bir adam görevli, bilet kesiyor. ama giriş kapısında hiç kontrol yok. adam göz ucuyla kapıyı nasıl kontrol ediyor bilmiyorum.
mağaranın içinde sürekli kameralar olduğundan bahsediyor ama o kameraları kim kontrol eder bilmiyorum çünkü mağaranın içinde 1 tane bile görevli yok. mehmetler biz evlenmeden önce (esme ile malezya-tayland'a gittiğimiz yaz) alanyadaki dim mağarasına gitmişler, orasının bunun yanında bayağı küçük olduğunu söyledi. eski zamanlarda bu mağarada eşkiyalar yaşıyormuş. içerde bissürü ceset bulunmuş.
bu resmi de buradan buldum. mağara hakkında ayrıntılı bilgi de yazıyor. mağara keşfedildikten sonra (1995 yılında keşfedilmiş) tabii ki içinde bayağı bir kazı yapılarak genişletilmiş. mağaranın girişinde yazdığına göre bu mağara için 600 bin dolar harcanmış. o zamanki vali mehmet özgün bu paranın tokat halkının parası olduğundan bahsediyor ve 'tartışılamaz, insanlık için helal olsun' diyor.
mağaranın içi gayet serin. aşağı doğru sürekli merdivenle inildiği (aşağıda yukarı çıkılan bir bölüm de var) için daha sonraki günlerde insanın bacakları bayağı ağrıyor.

mağaranın bir bölümü çok karanlık ve o bölümde çok kötü bir koku var. gölgeler şeklinde havada uçuşan canlıları görüyorsun, yarasalar. o kokulu ve ürkütücü bölümden uzaklaşmakla yarasalardan uzaklaşmış olmuyorsunuz, zaman zaman karanlıkta kalan yerlerde yine yarasalar uçuşuyordu. tabii bu durumda insanın ya yüzüme yapışırsa diye ödü kopuyor. mağara bayağı güzeldi, çok da kalabalık değildi, içerde bir kaç aile vardı.

bizim insanımızın sık sık yaptığı gibi burada da duvarlara kalpler çizilmiş, isimler yazılmış. biz de mağarada yasak olan birşey yaptık. bayram bey sürekli resmimizi çek deyip durdu. yasak dememe pek aldırış etmedi. ısrarına fazla dayanamadım ve mehmetin ve onun resimlerini çektim. ne yani onların resmini çekeceğim de buraya koymak için çekmeyecek miyim? ben ne yapayım onlar da içeriye görevli koysalardı (benim için değil, bayram bey için).
yukardaki resimde de yorgun bir şekilde mağaradan çıkan insanlar görülüyor. bu mağara gerçekten çok güzel, yolu buralara düşenlere tavsiye ederim. nette bunu buldum. harika birşey siz de mağarayı gezmiş gibi olacaksınız, sanal olarak.
bu resim de mağaraya ulaşmak için arabayla çıkılması gereken yol.
mağara sonrası dediğim kervasaraya gittik. burası restaurant, cafe olarak kullanılan bir yer. nette mağara hakkında birşeyler ararken burada kervansarayın restore edilmeden önce çekilmiş resimlerini buldum.
yemek yeme umuduyla gidip oturduğumuz masada servis alamayacağımızı çünkü bir kaç saat sonra orada bir düğün olacağını öğrendik.
masadan aç aç kalktık (mehmet daha sonra iyiki de yememeişiz, hiç de temize benzemiyordu dedi) ve yola devam ettik. yolun geri kalan kısmında yemek yiyecek bir yer olmadığı için ve bendeniz evi toparlamaya uğraşıp yol için pasta, börek bir şey yapmadığım için, trabzon ekmeğini yedik. eve varana kadar yarısı bitmişti. yanımıza hazır çorba almıştım ama yozgata vardığımızda aklıma geldi.
bundan sonra yolda ayçiçek tarlaları ve leylek resimleri çektim. geçen sefer yozgata giderken tokat ayçiçek tarlaları sapsarı görünüyordu.

hepsi tek tarafa (güneşe) dönmüş, sanki ibadet eder gibi yada bir konuşmacıyı dinleyen insanlar gibi. normalde mehmet muhakkak durur, resim çekmemi beklerdi ama vaktimiz az olduğu için ben de duralım demedim, o da durmadı.
(bu resimler de ilk yozgat gezisinden, aslında fotoğraf makinesi iyi çekiyor ama ben özelliklerini hiç bir zaman okumadığım için, hareket halinde hangi modda olması gerektiğini bilmiyorum).

(resim hareket halindeyken çekildi, yani ilk yozgat gezisinden)
ama öyle muhteşemdi ki, tokatta tarlaların çoğunluğu ya ayçiçek tarlası yada beyaz iplerle yukarıya tutturulmuş domates tarlaları.

bir de kayınvalidemden öğrendiğime göre tokatta çok fazla kuru fasülye yetiştiriliyormuş. gelelim leyleklere, mehmetle tüm yaz boyu nereye gitsek (samsun yolu, terme, çarşamba ve yozgat yolu) leylekleri takip ettik. havada mı uçuyor?

yavrusunu mu besliyor? nereye yuva yapmış? ilginç bir yere yuva yaptıysa benim ufak çapta çığlıklarımla mehmeti de o yöne bakmaya zorlarım. en ilginç gördüğümüz leylek manzarasını maalesef geçen seferki yozgat gezimizde gördük ve resmini çekemedik. ballıca mağarasınından sonraki yol üstünde bir yer var ki dar bir yol, ıssız ve her iki taraf kavak ağaçları ile dolu. bazı yerlerde etraf hiç görünmüyor ve sonrasında telefon direkleri farkediliyor (telefon direği olduğunu mehmet söyledi), etrafta başka hiç bir şey yok. üç tane peşpeşe direğin tepesinde tek ayakları üstünde duran iç tane leylek, öyle güzel görünüyorlardı ki. bu sefer geçerken büyük bir hevesle yine baktık ama orada değillerdi.

ayçiçeği tarlalarına gelince onlar da sarı renklerini kaybetmiş, olgunlaşmış, toplanılmayı bekliyorlardı. biz de tarlalara dikkatlice baktık belki sahibini görürüz de satın alırız diye umduk ama olmadı.
sonra zile'ye geldik. önceleri zile ticaret merkeziymiş, büyük bir şehirmiş. mehmetin amcalarından biri de sanırım buraya göçmüş.

mehmetler küçükken babaları da iş için zile'ye gidermiş ve mehmetle bayram bey sürekli babalarıyla birlikte gitmek isterlermiş. ama babaları genelde onları bırakıp kaçmayı tercih edermiş. kendi aralarında da zile için kavga ederlermiş.

o yüzden de ikisi için zile'nin bir anlamı var. bir sefer sanırım 4 yaşlarındayken sabah babalarının sesini duymuşlar, yine onları bırakıp evden çıkmış. bunlar da peşinden pijamaları üzerlerinde, ellerinde kıyafetleri ve ayakkabıları, traktöre atlamışlar.

zile bizi gerçekten çok şaşırttı.
önce büyük güzel bir cami gördük, ulu camii imiş. karşında zile itfaiyesi. bir kaç resim çektim, sonra ilerdeki evleri görünce onlara doğru yürüdük.

ama yürümeye vaktimiz yoktu ve her yer eski evlerle doluydu bu yüzden arabayla gezindik demek daha doğru olacak.
buradaki evler safranbolu yada beypazarında olduğu gibi otel, restaurant olarak kullanılmıyor, genelde hepsinde insanlar yaşıyor. bir kısmı ise metruk.
ama öyle muhteşemler ki bence burası restore edilse safranbolu ve beypazarına bin basar. bir de diğer iki ilçede ev sayısı çok azken burası tamamen bu evlerle dolu. sadece bakımsızlar. sanırım seneye tekrar gideceğiz, sinan beyle birlikte.

o zaman mahalleler içinde istediğimiz gibi dolaşırız da. her mahallede güzel bir cami vardı.

iki tane de hamam gördük.

bir de zile'nin kalesi var, kaleye de çıktık, insanlar burada piknik yapıyorlar. tepede olduğu için evlerin çatıları güzel görünüyor.

kalenin içinde eski lahit taşları ve çeşitli taşlar var.

buranın asıl ünü sezardan geliyormuş. zamanında sezar burada bir savaş kazanmış ve 'veni, vidi, vici' 'geldim, gördüm, yendim' demiş ve bir taş üzerine bu söz yazılmış.

oradaki üstü yazılı taşı biz bu önlü taş sandık ve resmini çektik. daha sonra netten baktığımızda gördük ki taş çoktan çalınmış.
bu da netten; Tarihi kral yolu üzerinde bulunan Zile'de tarihin en büyük muharebelerinden biri cereyan eder. Roma diktatörlerinden Sezar, II. Pharneke ile Zile ovasında M.Ö. 47 yılında yaptığı savaşı kazanır ve Roma'lı dostuna tarihteki en kısa mektubu veciz bir ifadeyle Zile'den gönderir. VENI ' VIDI ' VICI (GELDIM ' GORDUM ' YENDİM).

zile'de bol bol mehmetle bayram beyin resimlerini çektim. yolun geri kalan kısmında ilginç bir şey yoktu. hava kararana kadar kitabı okumaya devam ettim. eve vardığımızda saat 21 civarıydı. ayşe ablanın bizi bekleyen çocukları çubuk kraker ve emre (emrah'tan yine vazgeçtim) bizi görünce çok sevindiler. kucaklaşma faslından sonra hemen yemek yedik. ve akşam sohbetle geçti. çok geç olmadan da yattık. gece 12 civarında çocuk sesleri ile uyandık. kuzucuk ve ekibi her zamanki gibi geç vakitte eve giriş yapabilmişlerdi. mehmet abisinin yola geç çıkmasına (istanbuldan saat 16'da çıkmışlar) ve sonra da eve çok geç gelip (bazen sabah namazında) milleti rahatsız etmesine sinir oluyor. hatta sürekli ona bunu belirtecek iğneleyici laflar da söylüyor (hatta bazen ben utanıyorum) ama huylu huyundan vazgeçmez, öyle değil mi? gece ben kısa bir uyanmanın ardından uyumaya devam ettim ama mehmetin uykusu kaçmış ve uzun zaman uyuyamamış. tabii uyuyamadıkça daha çok sinir olmuştur.

evet bu yazı ve yozgat tatili ve de mobilyalarımızı alma serüvenimiz dün hastanedeki ilk nöbetimde yazıldı ama resimleri yerleştirmek o kadar vakit alıyor ki diğerleri ne zaman gelir bilemiyorum. bir de çarşamba günü kuzucuk ve ailesi ve mehmetin anne babası bize geliyorlar. yani yapacak çok işim var.

Tuesday, August 12, 2008

patos


fındık zamanı olduğu için dün bütün gün boş boş oturduk. burada fındık zamanı olunca kimse cenazaye bile pek gitmezmiş. herkesin de fındığı var. hastanede çalışanlar dahi, arta kalan zamanlarında fındık toplamaya gidiyorlar. işten sonra mehmetle birlikte basri amcayı ziyarete gittik. basri amca babamın eski bir arkadaşı, çocukken bizi bazen onlara gezmeye getirirlerdi. kızları selma ile arkadaştık. evimizi tutacağımız zaman babam basri amcayı aramıştı ve onunla birlikte ev aramıştık. evi tuttuğumuzdan beri de onu aramamıştık. tabii bizi görünce nereye kayboldunuz falan deyip biraz sitem etti. sonra 'neden sabah gelmediniz? fındık toplama zamanı neredeydiniz? iş bitince geldiniz', dedi. şansımıza sabah köyde fındık toplamışlar ve fabrikaya yeni gelmişler. bu arada daha önce fabrikaya babamla beraber gitmiştik ama ne mehmet ne de ben yola hiç dikkat etmemiştik. o yüzden de yerini bulmamız çok da kolay olmadı. basri amca ile ziyaret sebebimizi konuştuk, yardımcı olmaya çalıştı ama biraz da 3. kişiden kaynaklanan nedenlerle çok da yardımcı olamadı. eşi de oradaydı ve onunla da görüştük. sonrasında fabrikanın arka bahçesinde güneşlenmeye (kurutulmaya demek daha mantıklı galiba) bırakılan fındıkların yanına gittik.
traktöre bağlı patos isminde bir makine geldi ve biz de fındıkların kurumuş yeşil kısımlarından (çotanak yada kavsak) nasıl ayrıldığını biraz bekleyip görmüş olduk.
bayağı ilginç geldi. vakumlu kocaman bir boru yardımı ile (arkadaki çömelmiş iki kişi basri amca ile bir yakını, fındıkların vakumla makineye çektiriyorlar.)

kurutulmuş fındıklar makineye çekiliyor ve sonra makine yan tarafındaki borulara takılı olan çuvallara bildiğimiz kabuklu fındığı ayıklayıp veriyoor. bu arada da biraz toz çıkartıyor. bugünlerde burada yollarda sürekli patos görüyoruz. (resimde solda 3 dolu çuval görünüyor. onlar makinenin ayıkladıkları fındıklar)
bize sağolunlar biraz da taze fındık verdiler ve oradan ayrıldık.
bugün ise düne göre daha yoğunduk. sabah biraz geç de olsa peşpeşe birkaç vaka aldık. genellikle sezeryandı. bizim teknisyenlerden birinin dediğine göre gelinler fındıktan kaçmak için doğumlarını bu aya rastgetiriyorlarmış. bu kadar akıllılar mı yoksa sadece tesadüf mü bilmiyorum.
öğlendene sonra acildeki doktor arkadaşımın yanına gidip geçici görev işini konuştum. resmen başıma bela oldu. geçen haftaki tatilim boyunca aklımdan çıkmadı, uykularımı kaçırdı. bakalım arkadaşım bir çözüm yolu bulmuş gibi gözüküyor bakalım inşallah öyledir (benim yerime mehmetin gitmesi).
beratla telde konuştuk burada bir türlü laptop beğenemedik ve kendisine abd'den sipariş verirken bir tane de bana getirtecek. ikimizinkisi aynı model ve bayağı küçük bir şey olacak. İnşallah kazasız belasız gelir de benim de artık ciddi ciddi güzel bir bilgisayarım olur. bu eski külüstür de mehmetin olacak. uzun zamandır yazmadığım için sanırım mehmete ilk maaşımla aldığım evlilik yıl dönümü hediyemi de buraya yazmadım. biraz zorla kavuşsak da (parasını ödedikten 1 ay sonra) samsung U900 soul (siyah olanından) aldım. telefonunun ne kadar eski olduğundan bahsetmiştim. bu sayede hem ilk maaşımı ona harcama onuruna eriştim hem de evlilik yıl dönümü hediyesini almış oldum. bir de orjinalinden milli takım forması aldım. milli maçların sanırım son ikisini o forma ile seyretti.
bugün bir de reyhanla konuştuk maalesef umre için (sanırım kurbandan sonra yani taaa bu gidişle gelecek bahara) istediğim çantayı bulamamış. beratdan da laptop için nine west'e çanta bakmasını söylemiştim, sanırım daha gidip bakmadı. küçük yerde yaşayınca işte böyle oluyor.
hastaneden mesai bitiminde hızla ayrıldım ve eve geldim çünkü bugün uzun zaman önce persana verdiğim perde siparişi ile (mutfak ile salon arasına) mutfak masamız gelecek (nihayet artık biz de kamburumuz çıkmadan yemek yiyebileceğiz).
biraz bekledikten sonra perdeciler geldi, meğer ikisi aynı ekipmiş. önce rustiği duvara yerleştirdiler sonra da masayı monte ettiler. perdeye biton para verdim ama şimdi biraz tereddütteyim, acaba yanlış mı yaptım diye. acaba (açık fıstık yeşli duvar) mavi renk perde istiyorum diye tutturmasamıydım?
tam benim istediğim şekilde dikmemişler ve odayı biraz karanlık gösterdi. sanırım balkon camı yapılınca ve mutfak masamız balkona çıkınca biraz daha ferah görünür.
adamlar gittikten sonra akşam yemeği olarak en hızlı olabilecek şeyi yani gözlemeyi hazırladım ve eğilmeden (sehpaya) rahat rahat tv karşısında hem de ak nın zamanında hediye ettiği mavi mum eşliğinde yemeğimizi yedik.
ya aslında fotoğraf makinesi olmadığı için cep telle patos resimlerini çekmiştim ama picasaya bir türlü atamadım.
not:bu resimler sonradan aktarıldı. mehmetin yeni telefonu ile çekildiler.

Sunday, August 10, 2008

bilgisayarımız çöktü. mehmetin geçen ayki nöbetinde içine tam tamına bir anda 11 virüs girdi ve sonra da kapandı. geçen hafta yozgata gittik. eve yeni geldik. yazacak çok şey var.

Tuesday, July 08, 2008

bugün teknisyenlerden biri internetle ilgili bir örnek verdi ve o yüzden meslekle ilgili (okunursa başıma işler açabilecek) iki yazımı kaldırıyorum.
bugün yine aynı nedenle canım sıkıldı (hatta biraz da ağladım) ve 3 günlük izin aldım. cuma günü işe döneceğim. eve gelirken çok mu tepki gösteriyorum acaba diye düşündüm. içime bir korku geldi ya bu kadar direnmekle yanlış yapıyorsam diye. ama bir taraftan da kimse kolay kolay gitmek istemez diye düşünüyorum. artık hayırlısı diye dua edeceğim. bu arada idaredeki kızdığım adamla (bilmiyorum burada yazmışmıydım) aram düzeldi.
perşembe günü gardrobumuz gelecek ve monte edilecek. evimizin biraz daha döküntüsü ortadan kalkacak. son günlerde sürekli kötü rüya görüyordum ve dün sabah mehmet buna iyice inandı, çünkü dudağımda kocaman iki tane uçuk çıktı.

Tuesday, July 01, 2008

geçici görev

Bugün, insanın arkasında güvendiği, sevdiği bir kişinin olmasının ne kadar önemli olduğunu anladım.
Bugün öğlene kadar olan vakit sessiz, sakin geçti. Sadece 1 yada 2 hasta ile ilgilendim. Diğer zamanlarda İskenderiye dörtlüsünün yeni başladığım ikinci cildini okuyarak geçti. Öğle yemeğinden sonra annemi aradım. Daha çok alparslanla ilgili konuştuk. Annem biraz yengemlere kızmış, ölen çocuğu hiç düşünmüyorlar, sadece kendi oğullarını düşünüyorlar diye.
Öğleden sonra ameliyathanede netten yerel gazetelere bakarken sekreter bana imzalamam için idareden kağıt getirdi. Okuduğumda daha doğrusu ‘geçici görev’, ‘aybastı’ kelimelerini görünce şok oldum. Hemen ‘aybastı neresi? Buraya çok uzak mı?’ diye sordum. Sonrasında ağlamaklı bir halde ‘hayır, ben hiçbir şey imzalamayacağım. Eşimle konuşmadan hiçbir şey imzalamam’ dedim. Sonrası tamamen can sıkıntısı ile geçti. Sürekli mehmetle telefonda konuşarak geçti. Bu olayı ilk duyduğumda neye uğradığımı şaşırdım ve zannettim ki diğerlerinin bundan haberi var. O kadar üzüldüm ki anlatamam. ‘ben burada sizinle çalışmaya meraklı değilimmm’ diye bağırmak geçti içimden. Ama Allah’tan bağırmamışım. Sakinleşmem çok uzun süremi aldı. o anlarda taksimde esme ve mehmetin özellikle de esmenin benim için ne kadar önemli olduğunu farkettim. Başhekimden izin aldım, ertesi gün il sağlık müdürlüğüne gitmek için.
Akşam eve gelince babamı aradım. Basri amcayı arasın da o da başhekimle konuşsun diye. Şansa bak ki basri amca istanbuldaymış. Sonrasında babam ‘ne olacak kızım, ne raporu alacaksın? Kim söyledi yolun kapalı olduğunu? 1.5 saatte gidiliyor, 3.5 saati kim söyledi?’ deyince tamam baba tamam dedim. Mehmet de ‘ baban iyi ki başhekim değilmiş’ dedi. Akşam ilerleyen saatlerde artık bu fikre alışmıştım. 3 ay boyunca Çarşamba günleri gidip orada çalışacağım.

Monday, June 30, 2008

kaza

Öğlende annem aradı. Alparslan kaza yapmış (taylanda bizimle gelen kuzenim) dedi. Hafta sonu kız kardeşinin düğünü vardı. dün akşam, 18 de biten düğün sonrası, kuzenlerini otogara götürürken bir motorsiklete çarpmış ve bir kişi ölmüş, diğeri yaralanmış. Alparslanı tutuklamışlar. Bayağı canım sıkıldı. Ölenin Allah ailesine sabır versin ama insanların tedbirsizlikleri hem kendi canlarından ediyor hem de başkasının hayatını söndürüyor. Sanki altlarında harley davidson var da arabaların arasında cirit atıyorlar, bir de başlarına da kask takmazlar. İnsan ölene mi üzülsün, ailesine mi üzülsün, yoksa kazayı yapana mı üzülsün şaşırıyor.

Wednesday, June 25, 2008

4 haziran

30 mayıs cuma

Sabah samsunda yukardaki küçük odada erkenden uyandık. Akşamdan hazırladığım eşyaları alıp yola çıktık. Bayağı heyecanlıydım. Önce mehmetin hastanesine gidip orada biraz vakit geçirdik sonra fatsaya gittik. Nihayet başlangıcı yaptırdık. Sonrasında bayağı rahatladım. Mehmetle onun hastanesine gittik ve onun samsuna tayin yaptıran arkadaşının son gününde onunla vakit geçirdik.

Pazartesi çalışmaya başladım. İlk gün bayağı heyecanlıydım, sanki ilk okul 1. sınıfa başlayan çocuklar gibi. Mehmetle arabayı ben kullanacağım diye konuşmuştuk ama yağmurlu bir hava olunca Mehmet beni bırakıp arabayı kendisi alıp işe gitti. O günden beri de beni işe o bırakıyor ve sonra da gelip alıyor, bakalım ne kadar böyle idare edeceğiz. İlk gün şansıma sadece bir sectio vardı. boş boş oturmak da biraz sıkıcıydı ama hiç olmazsa ilk günümü çok yoğun geçirmemiş oldum. Ertesi gün akıllanıp yanımda okumak için kitap götürdüm. Pazartesi öğleden sonra Nuriye ile polikliniğe gittim ve dayanamayıp ben de hasta muayene etmeye başladım. Polklinik sonrası idareye gidip parmak izimi verdim. Hastanede bazı kapılar parmak iziyle açılıyor ve daha da önemlisi mesai başında ve sonunda idarenin yanındaki panellere parmağınızı bastırıp giriş ve çıkış saatiniz belli oluyor. Mehmet Allah dağına göre kar verirmiş diyor (böyle mi deniyordu?), onun giriş çıkış saatleri hiç önemli değilken benimkisi parmak iziyle tespit edilecek kadar önemli. Ben de normalde saate çok dikkat eden biriyimdir.

Ameliyathane yenilenmiş, kapılar elini gösterince açılıyor, içerisi özel hastane ameliyathanesi gibi. Ama anestezi doktorlarına ait doktor odası yok. Yer bulamadıkları için yapmamışlar. Aralarda ayağını uzatıp dinlenmeye yer yok. Onu da bırak kendime ait bir dolabım bile yok. Diğer anestezi doktoruyla (üni den sınıf arkadaşım) Nuriye ile aynı dolabı paylaşacakmışız. Asistanlıkta bile biri ameliyathanede diğeri serviste iki dolabım vardı ve yine de bana yetmiyordu. Çarşamba günü haftada bir gün ameliyat yapan iki doktorun da bir dolabı paylaştığını duyunca isyan ettim ve isyanım işe yaradı, şöyle ki, artık Nuriye ile değil, diğer doktorlardan biri ile dolabı paylaşıyorum. Oda olarak ise teknisyenlerle aynı odayı kullanıyoruz. O kadar çok konuşuyorlar ki bazen insan sessizlik istiyor ama bulamıyor. Hastanede en beğendiğim şeylerden biri yemekler. Yemek maalesef ki ameliyathanenin yan tarafında küçücük bir odada yeniyor (yemekhane uzaktaymış)(burası neresi, taksimin muhteşem yemekhane terası neresi? Sanırım yakında terasta yemeye başlarlar), tıkış, pıkış. Ama yemekler bayağı lezzetli. Pazartesi yediğim yayla çorbası benim yaptığımdan daha lezzetliydi mesela. bir de güzel olan anestezi aldığımız için her gün yoğurt çıkıyor. taksimde pilav olan her gün kantünden yoğurt almak zorunda kalırdım. Taksimi 3 gündür sık sık düşünüyorum. Taksimde ameliyathanenin balkonunda otururken (acilin üstündeki camlı yer) acile gelen arabaları, yoldan geçenleri seyretmek beni mutlu ederdi. Burada görülen 2 ağacın bol miktardaki yaprakları.

Sabahları 8 de orda olmam gerekirken ben hep 20 geçe orada oluyorum. Ben gidene kadar millet kahvaltısını bitirmiş oluyor. Kaç gündür sabahları doğru düzgün bir şey yemeden çalışıyorum.

Bugün ameliyathane o kadar yoğundu ki fabrika gibiydi sanki. Onu uyut onu uyandır, hiç durma yok. Akşam nöbete de 5 vaka varmış.

Mehmetle evimizdeyiz. O geçen hafta evlilik yıl dönümümüzde (2.yılımızı kutladık) ona aldığım kırmızı beyaz formasıyla maç seyrediyor. Ben ise fotoğraf makinemizde uzun zamandır duran resimlerimizi bilgisayara aktardım. Maç bayağı heyecanlı gittiğinden Mehmet heyecanlandıkça ben de tv’ye bakıyorum. İnşallah yenerler.
Resimlere baktıkça ne kadar çok şeyi yazmadığımı fark ettim. Yazmak için çok geç ama ben yine de bazı resimleri koyacağım.

daha önce annemlerde kalırken dikiş diktiğimi yazmıştım. bu o eserlerimden biri. yeğenim ayşenura çanakkale-bursa gezisi öncesi diktiğim seyahat yastığı. tüm arkadaşları bayılmış. 'teyze, acayip rahattı' diye seyahat sonrası memnuniyetini bildirdi. şimdi acaba mehmetin yeğeni çubuk krakere de mi diksem diye düşünüyorum, ikeadan aldığım kumaşla.

muhammed emin henüz nakile gitmeden önce, hatta kateter takılmadan önce çekilmiş bir resim. ablamın dediğine göre muhammed her polkliniğe gittiklerinde gidip bu masaya oturuyormuş. ilk başlarda sekreter kızsa da onu bir türlü masadan inmeye ikna edemememiş. bir müddet sonra da adam onun masada oturmasına alışmış. benim gördüğüm kadarıyla sekreterle araları gayet iyiydi.

yukardaki resimdeki muhammed eminin bir zamanlar oda arkadaşı olan ercan abisi. ercan ve kardeşi hemofili hastası. muhammedin odasında yatarken günleri gayet eğlenceli geçmiş. ablam 'o günlerde bizim odadan kahkaha sesi eksik olmuyordu' diyor. sürekli şakalaşıyorlarmış. birlikte bilgisayarla ve play stationla bol bol oyun oynamışlar. bu resim ise onların kontrole geldiklerinde (samsun dışından geliyorlar) muhammedi ziyarete geldiklerinde çekilmiş bir resim. muhammede kateter yeni takılmıştı.
bu resim ise kateter takıldıktan sonra, ameliyathaneden yeni geldiğinde çekildi. onu kandırdığımı düşündüğü için göğsüme kocaman bir tekme atmıştı.
babamların mağazasının açılışından daha önce bahsetmişmiydim bilmiyorum ama bu bizim aile için çok önemli bir olaydı. babam iş değişikliği yaptığı için, bütün çevresinin bunu öğrenmesi için bu açılışın yapılması gerektiğini söylüyordu. gerçi babam çalışmıyor, kardeşlerim çalışıyor ama olsun. bu binayı babam yaptırdı. benim son eserim, 'selimiyem' diyor. herkes de mağazayı çok beğeniyor. açılışta vali 'kendinizin mi? yoksa kira mı?' diye sormuş. türkiye genelinde istikbal mağazaları da dahil en güzel 2. mağazaymış. açılış babam için çok önemli olduğu için istanbula gidişimizi pazar gününe erteledik.
açılışta, milletvekilleri, vali, kayseriden boydaklardan biri ve kardeşim berat konuştu. babam için hepsinin konuşması önemliydi de bizim için en önemlisi beratın konuşmasıydı. önceki günlerde acayip heyecanlı olmasına rağmen işi çok iyi kıvırdı. tüm organizasyon da ona aitti. organizasyon şirketi 4000 ytl isteyince tüm organizasyonu kendisi yaptı. herşey mükemmeldi (spiker kadın haricinde).
açılış sonrası mağazanın içi. yukarda kızlar klasik müzik çalıyorlar. aşağıda ise çocuklar oyun alanında.
bu da mağaza açılıştan önce. sağdaki takım beratın çok beğendiği bir takım (ben beğenmeyince bayağı şaşırmıştı). soldaki ise yeni gelen ve benim iki kuzenin de aldığı takım.

açılışta ümmühanın kızı nihan çok şekerdi. annemler ve benim sayemde, tabii kendinin de şirinliği sayesinde. üstündeki elbiseyi annemler umreden almışlar.

bolero geçen yıl istanbuldan aldığım elbisenin bolerosu. tacı ise teyzesi yani bendeniz yaptım. aynı taçla benim de bir kaç resmim var. nihan bu tacı ilk taktığında çevresindeki çocuklara 'benim kuşum var, senin yok' deyip durdu.

ne zaman resmini çeksem ya eli, yada elbisesinin kurdelesi ağzındaydı. kendisi teyzesinden çok korkuyor. çünkü ne zaman yakalasam, havalara kaldırıyorum, omuzuma oturtuyorum. onun da yüksekten ödü kopuyor. napayım yakalayınca ne yapacağımı şaşırıyorum, hamur gibi yoğurasım geliyor. şirin ama değil mi? aynı annesinin küçüklüğüne benziyor.
açılış sonrası babamın ve bizim arabaya bissürü çiçek yükledim. en güzel 3 tanesi kendi evim için.

ablamlar bir haftalığına samsuna geldiler şuayip abinin ankaraya kontrole gitmesi için (böbrek nakli olduğu için). bu resmi ilk görüştüğümüzde çektim. zaten iki kere görüşebildik.

sondan bir önce; evimizi bakmaya gittiğimizde bu resmi çekmiştim. 3 gün sonra da kiraladık, boş olan daire.
bu da evimizin anahtarları, benim anahtarlarım. pembe olan evin, mavi olan apartman kapısının anahtarı.
maalesef maç bitti ve yenildik. ama bence en iyi bu maçta oynadılar, diğerlerinde goller tesadüf eseri gibiydi. maç sonrası mehmet hemen foramsını çıkardı. halbuki ben o formayı uğurlu ilan etmiştim.

Saturday, June 21, 2008

nihayet

Evet nihayet evimize internet bağlandı. yeni bir laptop henüz alamadık. mehmet işin uzayacağını düşünüp (bir de o maç seyrederken benm çıldırmamam için) eve telefon ve adsl bağlattı. İnşallah yakında yazılar gelecek. bu arada mesajlarınız için teşekkürler. yakında onlara da cevap yazacağım. şimdi temizlenecek bir ev beni bekliyor. görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın.

Thursday, May 29, 2008

10 günlüğüne istanbula gittik ve nihayet büyük bir koşuşturmayla ev eşyalarımızı aldık. evimize taşındık, fatsada. henüz eşyalarımızın tamamı gelmedi. ev bize küçük geldi. tüm giysi ve kitaplarmız, yorganlarımız tıkışpıkış oldu. biraz buhranlar geçirdim ama mehmet sağolsun beni teselli ediyor. yine de Allaha şükürler olsun, artık bizim de evimiz var ve bizim de eşyalarımız nihayet bir arada olacak. bir haftadır evde temizlik yapmaya çalışıyorum. geçen cuma günü taşındık. yani yarın 1 hafta olacak. küçük yerde yaşamak garip geliyor. işe de yarın başlıyorum. İnşallah uzun uzadıya daha sonra yazacağım. tabii yaşadıklarımızı unutmazsam.

Saturday, May 03, 2008

Salı günü ev temizliği ile geçti. Gece Mehmet nöbette olduğu için gece yalnız uyumak zorunda kaldım. Ona bayağı alışmışım çünkü gece yatınca biraz korktum (hırsızdan. Gündüz asansörcüler gelmişti ve daha çok onlar korkmama sebep oldular). Sabah 6 da babamlar geldiler. Berat havaalanına biraz geç gittiği için babam biraz sinirliydi. Aslında bu yeni bir şey değil. Onlar her umreye gittiğinde ablam yada ben her şeyin mükemmel olması için uğraşırız ama yine de her seferinde babam gelir gelmez kızacak bir şeyler bulur. Babam kızgın olduğu için alandan çıktığı anda yanan benzin göstergesine rağmen berat (eve 40 km uzaklıkta) benzin almamış. Bana da ‘kızım bu arabaya ne kadar benzin koydun? 10 ytl’lik mi?’ diye sordu. Babam yolda kalırsa daha çok kızar diye bütün gün düşündüm. Önce mehmetten şişe ile benzin istedim sonra vazgeçip, sanki fırına gideriş gibi hazırlandım ve mehmetle iki araba peşpeşe gidip yolda kalmadan benzin alıp döndük. Annem babam yüzünden hiçbir şey alamamış. Babam yurt dışından bir şey almaya huyludur. Bana da umrede alışveriş yaptım diye kızmıştı. Hepimize birer tespih,erkeklere evde giymeleri için birer rahat, bol pantolon (İngilizce kürt pantolonu yazıyordu. Yani şu dağdaki teröristlerin giydikleri gibi bir şey. Berat giydiğinde bayağı güldük). En güzel hediyeyi mehmete getirmişler (yabancı damat olmanın avantajı), çok güzel bir seccade. Geçende gittiklerinde istemiştim de annem babama aldıramamıştı. Daha önce çamlıcadaki evizimizde ibadetimizi yapmak için hep ak’nın annesi ayşe teyzenin getirdiği seccadeyi kullanırdık.
Çarşamba akşam karşıdakilerin hepsi (amcamın çocukları) bize geldiler. Ümmühan ve ben bayağı çalışmak zorunda kaldık. Gece amcamlar da umreden döndüler.
Perşembe günü erken kalktım ve önce yürüyerek sonrasında dolmuşla dişçiye gittim. O koltukta oturmak beni o kadar sıktı ki, üniversite yıllarında o kadar çok dişçiye gitmeye nasıl dayandığımı düşündüm. Gerçi o zamanlar dişçiye gitmeyi severdim. Veysel bey ilk dolgumu yaptı. Dolguya ben koltukta otururken karar verdiği için acır mı acımaz mı bilmediğim için biraz endişelendim. Fazla acımadı ve fazla da uzun sürmedi. Ben koltukta oturduğum sırada dışarıda insanlar 1 mayıs yürüyüşü yapıyorlardı. Eve döndüğümde ayşegülü aradım, Doğum gününü kutlamak için. Küçük oğlu bademcik ameliyatı ve sünnet olmuş. O yüzden hastanedelermiş. Fazla uzun konuşamadık. Akşama doğru dedim geldi ve sonra da peşi sıra misafirler. Mehmet eve saat 10 gibi geldi, geç vakitte dişçiye gittiği için.
Yarın Mehmet nöbet iznini kullanacak, yani evde. Bir de bugün mehmetin resmi doğum günü. Asıl doğum günü cumartesi ve biz o gün kutlamayı düşünüyoruz. Gerçi o gün babam ve annemle fatsaya ev bakmaya gideceğiz, ama olsun.
bugün gidip fatada ev baktık. öyle kendisi için ev yapmış bir alamancı bulamadık. daha doğrusu villaların kaloriferinin merkezi sistem olmadığını öğrendiğimiz için hiç villa bakmadık. sanırım bir ev bulduk. önce çok memnundum ama sonra çok çok daha güzelini görünce çok üzüldüm. pazartesiye kadar o siteden boş kiralık ev haberi gelmezse diğer evi tutmak zorunda kalacağız. mehmet de ben de dorukkent için dua ediyoruz.