Wednesday, October 29, 2008

trabzon,gülbahar hatun camii, çardak pidecisi

mehmetle gülbahar hatun camii'ne giderken hemen aşağısındaki kuğulu parka uğrayıp havuzdaki kuğulara baktık.
Bu cami Yavuz Sultan Selim zamanında annesi Gülbahar Hatun adına 1514 tarihinde yaptırılmıştır. Zamanla, etrafındaki Medrese, İmaret, Mektep, Darü'l-Kurra ve Türbe ile bir Külliye oluşturmaktaydı. Bugün diğerleri yıkılarak sadece doğusundaki Türbe ayakta kalmıştır.


yukarda trabzon kalesinin surlarından biri görülüyor.
mehmetle camiden çıktık ve bedestene nasıl gideceğimizi düşünmeye başladık. önce genç bir adama sorduk, açık öğretim bürosunu arıyormuş, o da yabancıymış. sonra yanında karısı olan bir adama sorduk. adam tipik karadenizliydi. bize kendilerini takip etmemizi söyledi, eşi de o tarafa gidecekmiş. onlar önde biz arkada bayağı yürüdük. sonra adam hiç bir şey demeden karısından ayrıldı ve ağaşı doğru gitmeye başladı. bir ona bir ona baktık. sonra adam arkasını dönüp, karısını takip etmemizi işaret etti. sonra kadınla daha samimi bir şekilde gitmeye başladık. fakülteye hasta ziyaretine gidecekmiş, minibüse binecekmiş. bizi kalabalık çarşının içinden geçirip, bedestenin önüne kadar götürdü.


bedesten; trabzonun bilinen en eski ticaret yapısı olduğu kabul ediliyor. 2001 yılında valilikçe restore edilerek yeniden açılmış. içerde sadece bir tane bakırcı vardı ve onda da bakırlar pahalıydı. ya da benim sorduğum pahalıydı. bir tane de telkarı satan bir dükkan. bedesteni pek de sevmedim.
çarşı bayağı kalabalıktı, istanbul mahmutpaşa gibi. çarşıdan çıkıp çarşı camiini gezdik.

Bu camii, kendi ismi ile anılan çarşı mahallesinde, Barok-Ampir tarzında olan camiinin kuzey kapısı üzerinde bulunan kitabesinde H.1255(1839) tarihinde Trabzon valisi Hazinedar Zade Osman paşa tarafından yaptırıldığı belirtilmiş.
camiden çıkıp çarşıdan geçerken kalaycı dükkanları gördük. benim bakırlarımı de babam kalaylatmış ve samsundan alıp eve getirdik. içlerinde babaannemin ayran tası ile babamların 45-50 yıllık, çarşambadaki lokantalarından kalan su sürahisi olarak kullanılan kulplu tas da var. mehmet kesinlikle kullanmam dese de ben kullanacağım.

çarşıda bir de bu kapaklar dikkatimi çekti. bloglardan birinde okumuştum. kapakların karadeniz dışında başka yerde satılmadığından bahsediyordu.

sanırım gerçekten de öyle. bu kapaklar hamsi tava yada tavada börek yapınca kolayca çevirmek için kullanılıyor.
çarşıda gezinirken sırf trabzon spor forması satılan bir mağaza gördüm ama adam öyle kötü bakıyordu ki resmini çekemedim. bu şehirde her yerde (fabrikalar ve evlerin dış cephesi dahil) bordo-mavi renkleri kullanılmış.
mehmetle trabzona gelmemizin asıl nedeni bana araba bakmaktı. önceki akşam forum'a giderken araba galerisini görmüştük ama şu aradan bu aradan inelim derken bayağı yol yürüdük.

belediyenin önünden geçtik, karnımız çok açtı ama netten okuduğum yerlerden hiç birini göremediğim için yemek yemek istemedim. aşağı inerken girdiğimiz ara sokaklarda nataşalar için kullanılan küçük moteller gördük.

galeriye vardık ama istediğimiz araba yoktu, 1 hafta sonra gelecekmiş. keşke telefon etseydik dedik. burada halledemediğimize göre istanbula gitmemiz gerekecek.
galeri sonrası çardak pidecisini bulmak üzere uzun sokağa gittik. sokağın belediye tarafındaki ucu. pideci ise hemen sağda.

uzun sokak istanbuldaki istiklal caddesi gibi birşey. acayip kalabalık. forumdaki mağazaların çoğu burada da var. yürürken çok güzel bir bina gördük ve gidip ona baktık, trabzon müzesiymiş. maalesef ki vakit olmadığı için gezemedik.

çardak pidecisini bulduk. uzun sokağın sonundaymış. aslında bu sokağın sonu dediğim yer belediyenin olduğu meydanın hemen üstünde. boşuna bissürü yol yürümüşüz.

pideci bayağı kalabalıktı. biz bahçede oturduk. yaprak pide istedik, muhteşemdi. kaç yıldır samsunda pide yerim bunun kadar iyisini yemedim.

burada çaylar genelde süzülmeden geliyor. çay şekeri de kocaman kesme şeker. pideci de hamsiköy sütlacını (hamsiköye gidemeyeceğimiz için) yiyebileceğimiz üstad lokantasının yerini sordum. meğer belediye binasının yan tarafındaymış.


sütlacı yedik ama bence o kadar da muhteşem bir şey değildi (belki hamsiköyde daha güzeldir). rizede liman lokantasında yediğim sütlaç (üniversite yıllarında) çok daha güzeldi.
uzun sokakta öğretmenevine gitmek üzere geri yürürken beton helvacıyı gördük. mehmet kendine kakaolu, bana da minicik poşetlenmişlerden aldı. küçükken babam bir yerden getirmişti, çok sevmiştim. eve gelince çayla büyük bir zevkle yedim.

Tuesday, October 28, 2008

sophie kinsella

Posted by Picasa
trabzonda d&r'da sophie kinsella'nın bu kitabını görünce bayağı heyecanlandım. içeri girip fiyatına ve yazarın başka hangi kitapları olduğuna baktım. sanırım 1 yıl önce mağazada bu yazarın hiç bir kitabı yoktu. fiaytı biraz yüksek geldi ve ingilizcesi var mı diye sordum. orada yoktu, istanbulda bazı mağazalarda vardı. madem bu kadar para vereceğim bari ingilizcesini alayım dedim ve bir de bana sophie kinsella'nın 2 güzel kitabını yollayan sevgili jujubeyi hatırladım. buradan tekrar teşekkür ederim. maalesef ki gelen paketi yanlışlıkla çöpe attığımız için adresini kaybettim ve ben kendisine bir şey gönderemedim.

Monday, October 27, 2008

neden yasak?

neden sayfama giremiyorum? artık nereye yazacağım?

neyseki kısa sürdü:))

Tuesday, October 21, 2008

oy trabzon, trabzon

3 ekim sabahı nöbet iznimizi kullandık ve mesaiye göre geç ama tatil günlerine göre erken kalkıp kahvaltı yaptık. valizmizi hazırladım ve evden öğlene doğru çıktık. kahvaltı öncesi hastaneden aradılar, bizim teknisyen yasemin vefat etmiş. çok üzüldüm. keşapta bir kaç yere sorup vlerini bulduk. yaseminin annesi ve babası daha önce vefat etmişler, yaseminin de içinde olduğu bir araba kazasında. daha doğrusu sele gitmişler 2 yıl kadar önce.
yere koymuşlar. üzerine çarşaf örtmüşler. yüzünde bir tülbent, incecik kaşları belli oluyor. başının her iki tarafına 2 kırmızı karanfil koymuşlar. vücudunda sıralı bir kaç tane kırmızı, beyaz karanfiller. güzel, alımlı 22 yaşında manken gibi kızdı, kırmızı karanfillerle böyle bile güzel görünüyor. o kadar zayıf ki sanki yerle bir. zaten zayıftı daha da zayıflamış. başında babaannesi ağlıyor. yaseminden ziyade halil'ine. arada yaseminim diyor. insanın annesi, bacısı olmayınca cenazesi de böyle mahzun oluyor. cenazesi ertesi gün kalktı. tabutunun da mezarının üstü de tamamen çiçekle kaplıymış. bu hafta sonu tokideki evindeki eşyaları boşaltılmış. bizim teknisyenler gidip hatıra eşyalarından almışlar. (hiç fotojenik değilmiş, öldükten sonra öğrendim. gerçekten de öyle.)

öyle garip ki sanki hala hayatta gibi geliyor. onunla çok az çalıştık. genelde nöbete geldğinde odada üstünü değiştirmesini hatırlıyorum. kısa elbisesini yada dar pantolonunu. bir de çamlıkta ilk defa çıktığı avukat çocuğun ona ağzı açık bakarak yürümesini, onun ise gülerek yürümesini hatırlıyorum.
giresundan sonra ilk molayı akçabatta verdik. bizim teknisyenin tavsiyesiyle (ailesi trabzonda yaşıyor) yemeği daha doğrusu akçabat köftesini körfez'de yemeğe karar verdik. aslında dışardan gelenler nihat usta ve cemil ustada yermiş. sanırım ben de üniversite yıllarımda geldiğimde bunlardan birinde yemiştim. körfeze, akçabatın girişinde, sahilde 4 minareli (mehmetin süleymaniye diye dalga geçtiği) büyük camiden sonraki kavşaktan dönülerek ulaşılıyor. önüne vardığımızda sağda ve solda olmak üzere 2 tane körfez vardı. soldakinde bahçe var diye biz ona gittik ama kafamızda acaba diğerine mi gitseydik diye bissürü soru işareti oluştu. soldakinde bahçe vardı ama sağdakinde yemek yerken kayıkhaneleri görebiliyorsun.

köfte güzeldi. resmini çektim sanıyordum ama çekmemişim. köfte ile kupkuru kızarmış patates geldi. biz hiç dokunmadık, eminim bizden sonra da başka bir müşteriye gitmiştir. köfteyi 2 kişi için 500 gr getirdiler. halbuki nette birinin tavsiye ettiği gibi kişi başı 200 gr kafiymiş. piyaz söylemiştik. kocaman bir tabakta geldi ama sultanahmet köftecisindekiler (selim usta) kadar lezzetli değildi. sonrasında tatlı geldi, baklava. sanki ev yapımı gibiydi. çayla çok iyi gitti. en son meyve geldi.
trabzona vardığımızda hava karardı veyağmur yağmaya başladı. öğretmenevinin yerini sorduk ama adamın tarifinden fazla da birşey anlamadık ama girdiğimiz yol bizi öğretmenevinin önüne çıkardı. park yeri dolu olduğu için o sokakta bulunan katlı otoparka parkettik ve öğretmenevine gidip kaydımızı yaptırdık.
o akşam forum alışveriş merkezine gittik. gayet güzeldi, tabii istanbuldakilerle fazla karşılaştırmıyorum. samsunda da bu büyüklükte alışveriş merkezi olsa ne harika olurdu. o gün sadece mağazalara baktık, birşey almadık. o akşam hava yağışlı olduğu için uzungöle gitmeme kararı aldık. geri dönerken kaybolduk. ara sokaklara girdik ve biraz gezindikten sonra öğretmenevini bulabildik.
ertesi gün kahvaltı sonrası ilk öğretmenevini ararken geçtiğimiz sokaklarda yürüdük, köprülerden geçtik. arada yağmur yağıyordu.

ilk geçtiğimiz köprünün altında kocaman bir manolya ağacı vardı, öyle muhteşem görünüyordu ki. orası fide yetiştirilen bir yerdi. sonra mehmetle önceki akşam kaybolduğumuzda o mahalleye girdiğimizi anladık.
Kanuni Sultan Süleyman, Trabzon valisi Yavuz Sultan Selim’in oğlu olarak trabzonun Ortahisar mahallesinde doğmuş ve 15 yaşına kadar Trabzon’da yaşayarak eğitiminin büyük bölümünü burada tamamlamış.
Ortahisar’da Kanuni Parkı isminde bir park var. burada trabzon fatihi Fatih sultan mehmetin adını taşıyan fatih camii, Kanuni Evi olarak adlandırılan ve kanuni vakfına ait bir ev ve önünde Kanuni Heykeli var.
aynı meydanda tömer olarak kullanılan başka bir tarihi ev ve bir heykel daha (kimin heykeli olduğunu hatırlamıyorum) var.

evlerin arasındaki meydanda çocuklar top oynuyor.


Trabzon Belediyesi-TOKİ işbirliği sonucu yürütülen Zağnos vadisi kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkılan binaların yerine çok güzel bir park yapılmış.

parkın içinde 2 adet Kafeterya 1 adet çok amaçlı birim, 1 adet amfi tiyatro ve çeşitli su elemanları varmış.
projenin adı Zağanos Paşa dan geliyor.

netten bulduğum kısa bilgiye göre, zağanos paşa Rum asıllı devşirme Türk. Fatih Sultan Mehmet devrinde önemli rol oynamış, Gelibolu sancak beyliği ve kaptan-ı deryalık görevlerinde bulunmuş, 1467-1469 yılları arasında ise Trabzon Sancak Beyliği yapmış bir Osmanlı paşasıdır.
köprünün yukarı kısmı böyleyken, aşağı kısmı ise böyle yapılmayı bekliyor.


trabzon gerçekten güzel bir şehirmiş. ben çok beğendim. buradan sonra yakındaki gülbahar hatun camiine gittik ama yazmaya şu an için vakit yok. yani şimdilik bu kadar.

Monday, October 13, 2008

cuma günü sabah kahvaltı sonrası trabzona doğru yola çıktık. mehmetle hafta sonunu trabzonda geçirdik. bence çok güzel bir şehir. daha önce sadece uzungöle gitmiştim. şimdi ise uzungöle yağışlı hava yüzünden gitmedik, şehirde gezindik. bizim için güzel bir gezi oldu. devamı daha sonra...

Sunday, October 05, 2008

yozgat tatili

bu kadar bekledim, neden? resim koymak için. bu kadar bekledikten sonra resimlerden vazgeçtim ve işte taaa ağustosta yaptığımız yozgat tatili.
tatilin ilk günü hatırladığım kadarıyla hamama gittik. akşam bayram bey mangal yakıp, tavuk, et ve sonrasında da ben közde mısır istiyorum diye bir kaç tane mısır pişirdi. et biraz sertti ama onun dışında hepsi çok güzeldi. pazartesi günü güya rosa'ya gidecektik. kozaklıdaki termal otele, havuzunu kullanmaya. mehmet sabah telefon açıp sordu, sadece otel müşterileri havuzu kullanabiliyormuş. hevesim kursağımda kaldı.salı günü bayram bey, ayşe abla, annem, mehmet ve ben kayseriye doğru yola çıktık. gezimiz sadece kayseripark'ı içeriyor. alışveriş yapmaya gidiyoruz yani o yüzden kuzucuk ve ailesi gelmedi, onlar istanbuldan geliyor, kayseripark'ı napsınlar? kayseripark'ta önce teknosaya girip laptop baktık ama istediğimiz yoktu. sadece harici hard disk aldık. sonrasında ayşe abla ile benim haricimdekiler kayseri merkeze gezmeye gittiler. ayşe abla eşinin kardeşinin düğününde giyinmek için kıyafet aradı ama bulamadı. ben ise sadece 1 tane nine west'ten ayakkabı aldım. bayağı bir ayakkabı denedim ama sadece bir tanesi hoşuma gitti. bir tanesi de ayağıma çok rahat olmadığı için almadım ama sonra keşke daha dikkatli baksaydım belki de olurdu diye düşünüp onu da almadığıma pişman oldum. bir tane de ceket eldım. esse'den beğendiğim çatal kaşık takımı burada vardı ama teşhirdeki olduğu için almadım. bir de paşabahçeden çay bardaklarımızdan (ırısh kahve bardağı) 4 tane daha aldım. kayseripark'tan çıkmış şehir merkezinde giderken annem tesbihini mescitte unuttuğunu söyledi. mehmet o tesbihi erzurumda öğrenciyken annesine almış, oltu taşı, bilezik kadar ufak birşey. geri döndük ve yukarı çıkıp tesbihi buldum. şehir merkezinden çıktık ve ayşe abla step'in halılarını görsün diye tepe home'u arayıp bulduk. halılara baktık ve sonra kaşıkla'ya gittik. mis gibi mantımızı yedik, çayımızı içtik. saat 22' de eve vardık.çarşamba günü akşam bayram bey eşi daha fazla müsade etmediği için sarıkayadan ayrıldı. babam geçen sefer son doğan 2 torunu için kurban kestirecekti ama mehmetle ben biz gidince kestirilsin, evde kargaşa olmasın istedik. bu sefer babam emrenin geçen aylarda sünnet olması sebebiyle kurban kestirdi. perşembe günü ayşe ablanın eşi geldi ve o akşam mehmet ve kuzucuk kurban etinden mangalda şiş ve kocaman but (erol taşın filmlerde yediği gibi) ve de annem ateşte et tava yaptı. hepsi de çok lezzetliydi. o akşam kuzucuk ve eşi, ayşe abla, mehmet ve ben tomarza höyüğü denen yerin yakınına gükyüzünü seyretmeye gittik. samanyolu muhteşem gözüküyordu. 3 tane yıldız kayması gördük ama ben hepsini göz ucuyla gördüm. üstümüzde hırkalarımız olmasına rağmen üşüdüğümüz için daha fazla seyredemedik. oraya daha önceki yıllarda da mehmetle yıldızlara bakmak için gitmiştik.tatilin son günleri yani çarşamba ve perşembe güzel geçmedi. evde sürekli çocuk sesi vardı. eskiden biz sokağa çıkardık ve eve girmek istemezdik. mehmetin yeğenleri ise bahçeye hiç çıkmıyorlar ve sürekli evde oynuyorlar, kavga ediyorlar, bağırıp çağırıyorlar. iki grup çocuğun bir arada olduğu dönemlerde orda olmak hiç de akıl karı değil. aslında ayşe ablanın çocukları gayet uslular ama kuzucuğun kızı (tavuk yada balık, sürekli yiyor aynı tavuk gibi ve balıklar gibi doyduğunu bilmiyor) gelince herşey değişiyor. kafamı iyice şişirdiler. bu arada bazı geceler aklıma geçici görev geldiği için uyuyamadığım oldu.cuma günü öğleden sonra ayşe ablalar yola çıktılar. kestirme bir yol varmış, o yolu göstermek için kuzucuk da kendi arabası ile onlarla gidecekti. o kadar yol gidilmişken yol üstündeki türbeyi de gidip ziyaret edelim dedi annem. gittik ve ziyaret ettik. zamanında o köy hristiyan köyüymüş ve türbesi olan bu zat yunus emre gibi, ..... gibi burayı müslümanlaştırmak için uzaklardan gelip buraya yerleşmiş. daha sonra burası yoldan geçen insanların gelip konakladıkları bir yer haline dönüşmüş.ayşe ablalar türbeden sonra yollarına devam ettiler. biz de o civarda bulunan yozgatın en büyük barajına doğru yöneldik. yolda mehmetin ordu-yozgat yolu boyunca almak istediği ayçiçeklerini bir tezgahta gördük ve mehmetin zoruyla kuzucuk geri döndü. bir kaç tane şemsamer (yozgatta ayçiçeğine böyle diyorlar) ve buruşuk salatalıklar vardı. mehmet bahçeden daha tazelerini toplayabilir misiniz? diye sordu. adam kendiniz toplayabilirsiniz deyince hep birlikte adamın tarlasına girdik. önce salatalık, daha sonra da 10 küsür tane şemsamer topladık. bugünün en keyifli yanı buydu. bayağı eğlendik. kuzucuk'un minik oğlu hakan 'aaa demek pazara salatalıklar burdan geliyormuş' demiş. yoldaki bir çeşmede durup hem pet şişelerimizi doldurduk hem de salatalıklarımızı yedik. bayağı lezzetliydi. mehmet bir poşetini eve getirmemiz için ayırmıştı. birazını da kendi evimizde akşamları meyve niyetine yedik.baraja giderken esenli diye bir yerden geçtik. buranın demirel zamanında bir belediye başkanı varmış. mehmet o zamanlar adam buraya bir at heykeli diktirmişti dedi. biz de merakla etrafa bakınmaya başladık at heykeli hala duruyor mu (hatta kendi aramızda espri bile yaptık, bir bakıyormuşuz at heykeli yerine bir ampul heykeli varmış falan diye) diye. sonra baktık ki at heykeli yerinde duruyor ama biraz bakımsız kalmış. mehmet zamanında (mehmet sağlık grup başkanlığı yaptığı için buraları daha önce görev icabı gezmiş) bu heykelin sarı olduğunu ve çok güzel parladığını söyledi. aslında mehmet ilk heykelden bahsettiğinde ben daha farklı bir şey bekliyordum. bu at sanki çizgi filmlerden fırlamış gibi. burada 4 minareli bir de cami var. küçücük yerde 4 minare bayağı ilginç oluyor. bu adam yani belediye başkanı belediyenin bulvarına, huzur evine, saat kulesine, ilköğretim okuluna kendi ismini vermiş. anlayacağınız heryerde bilal şahin yazıyor. gördüğümüz bir camidede zeynep şahin yazıyordu, herhalde eşi dedik. sanki kendi paralarıyla yaptırmışlar gibi belediye başkanlarının her yere kendi isimlerini vermelerine, hatta onardıkları tarihi yerlere şu belediye başk. onartmıştır diye yazdırmalarına çok kızıyorum. halkın parasıyla yaptırıyorlar ve zaten bunu yaptırmak onların görevi. mesela bizim nikahımızı kıyan samsun belediye başkanını yaptığı işlerden dolayı çok beğeniyorum. onun sayesinde samsunun çehresi değişti. ama yeni otogara kendi adını vermesini onaylamıyorum. bir yere adınız verilecekse bunu sizden sonra gelenlerin yapması lazım, sizin değil.sonra baraja gittik, bence çok da güzel değildi, nede olsa evimizin dibinde deniz var. baraj gölünü napayım? kene yüzünden de biraz dikkatli olmamız gerekiyordu, bu sebeple de pek de keyifli değildi.yozgatta gezerken farkettiğim başka birşey de geçtiğimiz her köyün mezarlığında türk bayrağı dikili olmasıydı. bissürü şehit....akşam evegelince balkonda bol bol şemsamer yedik, mehmetin yaptığı semaver çayından içtik ve sohbet ettik.cumartesi günü son kez hamama gittik. aslında canım pek de gitmek istemiyordu ama yola temiz çıkmak için başka da şansım yoktu. bu arada ilk geldiğimiz günlerde bol bol kese yaptırdım. öyle iyi geldi ki, tüm yorgunluğumu aldı, kendimi iyi hissetmemi sağladı. hamam sonrası, çıkışta dondurma yemek ise harikaydı. sonraki günlerde kese yapmaktan derim kalktı. her yerim acımaya başladı. ben de keseden vazgeçtim. bu seferki gelmemizde annemin bana verdiği (anneannemden anneme kalan ipek peştemal) peştemali de yanımda getirmiştim, onu kullandım. istanbula gittiğimde kapalı çarşıdan parlak renklerde (sarı, pembe) yeni peştemallerden almak istiyorum. hamam için bir de amasya civarlarında kadınların hamama giderken tarak, sabun vs'lerini koydukları bakırdan yapılmış çantadan almak istiyorum. tabii bulabilirsem. zamanında bir kez samsunda görmüştüm de o zaman ne işime yarayacak diye düşünüp almamıştım.pazar günü kahvaltımızı yaptık ve eşyaları mehmet arabayı yerleştirdi (kayınvalidemin çeyiz olarak hazırladığı yün yorgan ve yastıkları evde yer olmamasına rağmen, onun zoruyla (evlere hırsız giriyormuş ve yorganları çalabiliyorlarmış)). tam gitme saatinde bende bir karın ağrısı başladı. ilaç almama rağmen beni bir müddet bayağı rahatsız etti. yolda sadece çorumun şehir merkezine girdik, ama arabadan hiç inmedik. zaten geçen seferki aldığımız leblebi ve nohutlar hala bitmediği için yenilerini almaya da gerek yoktu. samsun merkeze girmeden babamın genelde uğradığı melemenci selahattinde durup melemen yedik. kirazlığa gelince kelebek mobilyaya uğradık. mutfak masamızı daha önce zaten beğenmiştik, onu aldık. sonra yan tarafa geçip beratla konuştuk. abd'den alacağımız laptop'ı netten gösterdi (dün telefonda konuştuk. getirtmekten vazgeçmiş. türkiyeden alacakmış. bana da sen de benimkine bak, hoşuna giderse sen de alırsın dedi. ama biraz tuzlu).hava hafif karardığında evimize geldik. ordu il sınırına girince yine aklıma geçici görev geldi. bakalım şimdilik hallolmuş gibi, sanırım benim yerime mehmet gidecek.bu kadar yazıyı bir günde yazdım. yazabildim çünkü evde değil, hastanede nöbetteyim. sabah mehmetle eden çıktık. onu yolda otobüse binmesi için bırakıp, arabayla hastaneye geldim. yanımda laptop'ı da getirdim. 2.5 yıl aradan sonra temel reisli nevresimlerimi bir kez daha serip uzandım. uzan uzan nereye kadar? sonra kalkıp bunları yazdım. saat 16:30 gibi annemle babam geldiler. köyden samsuna gidiyorlarmış ve hünkara yemeğe uğramışlar. bana da kuşbaşılı pide getirdiler. bayağı iyi oldu çünkü yemek hiç güzel değildi.sabah nöbet iznimi kullanacak mıyım tam belli değil. ama sanırım kullanacağım. burada yatmak evde yatmak gibi değil, hiç de dinlendirici olmuyor. istanbulda özeldeki nöbetleri para için çekiyordum. burada ise mecburiyetten, çünkü devlet nöbete doğru düzgün para vermiyor. Allah'tan ayda bir tane ve şef nöbeti.bu arada özeldeki nöbetten bahsedince aklıma birşey geldi. 2 gün önce mehmetle (istanbuldaki) nöbet tuttuğumuz özel hastanedeki doktor, uğur hanım telefon açtı ve mehmete iş teklifinde bulundu ama mehmet hem mecburi hizmeti bitmediği için hem de daha az işe burada daha çok kazandığı için böyle bir şeyi düşünmüyor.
dün mehmetle ikindide dışarı çıktık. çıkmadan önce çay demleyip termosa doldurdum. bayramın 1. günü yaptığım ve yarısını nöbete götürdüğüm browninin 2 dilimini sandviç kabıma koydum. 2 tane erik, masa örtüsü, 2 tane porselen kupa ve kesme şeker dolu şekerliğimizi de tayland gece pazarından aldığım sepete koydum.
önce pazardan aldığım kırmızı biberleri közleyip koyacağım kavanozları aldık. sonra da mehmetle gidip testere alabileceğimiz nalbur aradık. neyse nalburdan ve bir elektrikçiden yaptığımız alışveriş bitince arabaya uğrayıp sepetimizi aldık. deniz kenarına gidip uygun bir banka oturduk. masaörtüsünü aramıza serip servisi yaptım. çayımızı içtik sonra da meyvemizi yedik. bayağı güzel oldu. sonra da evimize döndük.
bugün kahvaltıdan sonra mehmetle karyolamızdaki mdf'yi alıp hole sandığın üstüne getirdik. mehmet testere ile mdf'yi kesti ben de elektrik süpürgesi ile tozları çektim. bu işlem sırasında yorulmadım ama sonra karyolaya yerleştirme aşamasında bayağı yoruldum. mehmete de biraz kızdımç dediğine göre bende hiç matematik zekası yokmuş. bir de 65 kiloymuşum ama hiç gücüm kuvvetim yokmuş, fosmuşum. n'apayım kiloluyum ve de gücüm yok. çabuk yoruluyorum ve hiç bir şeyi de kaldıramıyorum. kızdım ama iş bitince kocamla gurur duydum. hiç bir yere gitmeden evimizde 7 ytl verip aldığımız testere ile işimizi hallettik. br de tv'mizin kablosunu yaptı, o iş de gerçekten güzel oldu. akşam ise önce meralin doğum günümde aldığı başucu sürahimin bardağını kırdım. ondan 5 dakika sonra da 2-3 ay önce babama aldırdığım 4 ayrı başlığı olan blendırımı yere düşürüp çatlattım. bayağı canım sıkıldı. mehmet de benimle dalga geçip beni güldürmeye çalıştı. bu kadar yorgunluktan sonra yemeği dışardan söyledik.
bugün bizim muhammedin doğum günü. 11 yaşına girdi. sabah arayıp doğum gününü kutladım. Allah hayırlı uzun ömürler verir İnşallah. İnşallah o kötü günleri bir daha yaşamayız.

Friday, October 03, 2008

bayram tatili

mehmet de ben de icapçı olduğumuz için tüm haftayı evde geçirdik. evlendikten sonraki hafta dışında hiç bu kadar evde birlikte kalmamıştık. tatil başlamadan çok uzun gibi gelmişti ama şimdi nasıl geçtiğini anlamadım bile. bayramdan önce pazar günü pazar alışverişi ile geçti. pazartesi nihayet uzun zamandır beklediğimiz karyolamız geldi. ama sorun hala bitmedi çünkü yatağın konulacağı mdf iki parçadan oluşuyor ve karyoladan daha büyük. iki parçayı biri diğerinin üzerine gelecek şekilde yerleştirdik ama daha yatağa yatmaya çalışırken gacur gucur bissürü ses çıkıyor. mdf'yi alıp sanayide kestirmemiz gerekiyor. karyolayı ilk gördüğümde bayağı canım sıkıldı. çünü bir ton para verdiğimiz yatağımız mağazadakinden boyutu küçük olduğu için oyuncak gibi görünüyordu. halbuki arada sadece 300 ytl fiyat farkı vardı ve mehmet ilk önce büyük olanın pazarlığını yapmıştı ama ertesi gün ona yalvaryakar telefon açtırıp büyük karyolayı iptal ettirmiştim. çünkü bizim yatak odamız 9 metrekare ve yatak 200-200 cm lik boyutu ile tüm odayı kaplayacaktı. bu sebeple 160-200 cm'lik karyolayı aldık. mehmetin de canı sıkıldı. ilk defa annemin sözünü dinlediğim için pişman oldum. sonra yatağı yerleştirdik, sonra da karyola gayet güzel görünmeye başladı. o gün o kadar sevindim ki ilk defa hem komodinimiz hem karyolamız olacaktı. komodin üstinde duran saati görmek için başımı yukarı kaldırmaya uğraşmayacaktım. cep telim çaldığında komodinin üstünden almak için çabalamayacağım.
biraz komik olacak ama ilk evlendiğimizde sadece çift kişilik bir baza almıştık (başını almamıştıksonra alacağımız gardrop vs ye uymaz diye, bir de mağazadaki yatak başlarını beğenmemiştim) ama ben istanbuldayken baza bir türlü gelmedi. evlenip istanbula döndüğümüzde yeni gelmiş bir baza bizi bekliyordu. yeni evli çiftlerin yataklarını bizim orda çeyilzeiyle bir güzel donatırlar ama bizde öyle bir şey olmadı. üstüne üstlük adam yanlış yatağı göderince 1 ay poşetten çıkmamış yatakta yatmıştık. sonra yatak değişti ama yine yanlış geldi. ben o bazayı misafir yatak odasında kullanmayı düşünüyordum ama sonra istanbuldaki evde bırakmaya karar verdik. şimdi fatihteki evde.
sonra mehmet fatihteki evden atmayı planladığı çift kişilik yatak olan koltuğu diyarbakıra götürdü. o rahatsız koltukta tam 7 ay yattık. her yerim tutuluyordu.
sonra samsunda beratın odasında ona yeni aldığımız bazadaki 2-3 ay sonrasında kendi evimizde yerdeki günler başladı ve Allah'a şükür bu güne geldik.
yatağımız arefe günü geldi ve ertesi gün mehmet bayram namazına gittiğinde ben hala acaba yanlış mı yaptım? acaba büyük karyolayımı almalıydık diye düşünmeye devm ediyordum hatta metreyi alıp ölçüm dahi yaptım. sonra iş işten geçti ve eminim ki büyük karyolayı alsaydık bu sefer de acaba küçük olan daha mı iyi olacaktı diye düşünecektim çünkü çok büyük olduğu için bize bu evde biraz sorun teşkil edecekti.
bayramın ilk günü hastaneye uğramam gerekti. bir hastayı sevkettim. o gün ertesi gün için hazırlıkla geçti. tüm kardeşlerimi kahvaltıya davet etmiştim. ümmühan ilk defa gelecekti, hidayet ise gelemedi.
sabah erkenden kalktım ama yine de yetiştiremedim. en büyük etken ilk defa kullandığım ve çok memnun kaldığım tefal fritözümüzün koku yapmaması için ocağın üzerine yerleştirmemdi.
çaı demlemeyi unuttum daha doğrusu tam demleyecekken geldiklerini anlayıp üstümü değiştirmeye gidince hemen oturmak isteyen insanlara meyve suyu ikram ettik ve kahvaltıya başladılar. ben bayağı sonra oturdum ve çok az yiyebildim. onlar gelmeden önce tüm süs eşyalarını kaldırdık. halı ve koltukların kirlenmemesi için gözüm sürekli çocukların üstündeydi. her şeker yediklerinde ellerini siliyordum. şükür kazasız belasız atlattık. evimizi herkes çok beğendi. ümmühan evin bilimum yerlerinde resim çekindi ve heryeri arkadaşlarına göstermek üzere kameraya çekti. yatak odamızı çok beğendiler, karyolamızı da tabii. çocuklar en çok mutfakla salon arasındaki perdeyi sevdiler. ayşenur tiyatro perdesine benzetti. tabii bizim tiyatro sahnemiz mutfağımız. benim rolüm de yemek yapan ev hanımı.
kahvaltı sonrası masayı toplarken biraz sohbet ettik. sonra hep birlikte bolamana gittik. masaları deniz kenarından kaldırmışlar. orda kahve içtik. sonra hep birlikte geri döndüler.
bu arada muhammedin saçları radyoterapi yüzünden yine dökülmüş. sadece kafasının arkasında ortada bir tutam saç kalmış, sanki japonlar gibi. steroid yüzünden kendisi de balon gibi şişmişti. İnşallah hayırlısyla şu hastalıktan sağ salim kurtuluruz.
davet gününü hayırlısıyla atlattığımız için benden ziyade mehmet sevindi. eve misafir gelmesini istemiyorum, sen benimle ilgilenmiyorsun diyor. hakkı da var.
dün mehmet de ben de neöbetçiydik, iyi geçti.
bugün ise nöbet sonrası evde geçti. ve geriye sadece hafta sonu kaldı.
tatilden önceki hafta sonu bizim teknisyenlerden biri kaza geçirmiş. bir kaç yıl önce ailesi ile giresundan bu tarafa gelirken bir köprüden geçiyorlarmış ve sel gelip köprüyü ve onların arabalarını almış. annesi ve babası o kazada ölmüşler. bizim kız, abisi ile birlikte fındık dallarına tutup kurtulmuşlar. bu olayı ilk öğrendiğimde bayağı üzülmüştüm. yasemin o kazadan sağ salim kurtulmuş ama sanırım buna yenik düşecek. ilk başta genel durumunu iyi diye söylüyorlardı ama sonra genel durumu kötüleşmiş. yolda hızla giderken köpeğin birine çarpmış sonrakilere çarpmamak için kırınca kaza olmuş. yanında yine aynı ağabeyi varmış. sanırım o iyiymiş. icap nöbetlerimiz yüzünden giresuna gidip ziyaret edemedik. zaten gitsek de onun tamamen değişen vücudundan başka bir şey göremeyeceğiz.