bu kadar bekledim, neden? resim koymak için. bu kadar bekledikten sonra resimlerden vazgeçtim ve işte taaa ağustosta yaptığımız yozgat tatili.
tatilin ilk günü hatırladığım kadarıyla hamama gittik. akşam bayram bey mangal yakıp, tavuk, et ve sonrasında da ben közde mısır istiyorum diye bir kaç tane mısır pişirdi. et biraz sertti ama onun dışında hepsi çok güzeldi. pazartesi günü güya rosa'ya gidecektik. kozaklıdaki termal otele, havuzunu kullanmaya. mehmet sabah telefon açıp sordu, sadece otel müşterileri havuzu kullanabiliyormuş. hevesim kursağımda kaldı.salı günü bayram bey, ayşe abla, annem, mehmet ve ben kayseriye doğru yola çıktık. gezimiz sadece kayseripark'ı içeriyor. alışveriş yapmaya gidiyoruz yani o yüzden kuzucuk ve ailesi gelmedi, onlar istanbuldan geliyor, kayseripark'ı napsınlar? kayseripark'ta önce teknosaya girip laptop baktık ama istediğimiz yoktu. sadece harici hard disk aldık. sonrasında ayşe abla ile benim haricimdekiler kayseri merkeze gezmeye gittiler. ayşe abla eşinin kardeşinin düğününde giyinmek için kıyafet aradı ama bulamadı. ben ise sadece 1 tane nine west'ten ayakkabı aldım. bayağı bir ayakkabı denedim ama sadece bir tanesi hoşuma gitti. bir tanesi de ayağıma çok rahat olmadığı için almadım ama sonra keşke daha dikkatli baksaydım belki de olurdu diye düşünüp onu da almadığıma pişman oldum. bir tane de ceket eldım. esse'den beğendiğim çatal kaşık takımı burada vardı ama teşhirdeki olduğu için almadım. bir de paşabahçeden çay bardaklarımızdan (ırısh kahve bardağı) 4 tane daha aldım. kayseripark'tan çıkmış şehir merkezinde giderken annem tesbihini mescitte unuttuğunu söyledi. mehmet o tesbihi erzurumda öğrenciyken annesine almış, oltu taşı, bilezik kadar ufak birşey. geri döndük ve yukarı çıkıp tesbihi buldum. şehir merkezinden çıktık ve ayşe abla step'in halılarını görsün diye tepe home'u arayıp bulduk. halılara baktık ve sonra kaşıkla'ya gittik. mis gibi mantımızı yedik, çayımızı içtik. saat 22' de eve vardık.çarşamba günü akşam bayram bey eşi daha fazla müsade etmediği için sarıkayadan ayrıldı. babam geçen sefer son doğan 2 torunu için kurban kestirecekti ama mehmetle ben biz gidince kestirilsin, evde kargaşa olmasın istedik. bu sefer babam emrenin geçen aylarda sünnet olması sebebiyle kurban kestirdi. perşembe günü ayşe ablanın eşi geldi ve o akşam mehmet ve kuzucuk kurban etinden mangalda şiş ve kocaman but (erol taşın filmlerde yediği gibi) ve de annem ateşte et tava yaptı. hepsi de çok lezzetliydi. o akşam kuzucuk ve eşi, ayşe abla, mehmet ve ben tomarza höyüğü denen yerin yakınına gükyüzünü seyretmeye gittik. samanyolu muhteşem gözüküyordu. 3 tane yıldız kayması gördük ama ben hepsini göz ucuyla gördüm. üstümüzde hırkalarımız olmasına rağmen üşüdüğümüz için daha fazla seyredemedik. oraya daha önceki yıllarda da mehmetle yıldızlara bakmak için gitmiştik.tatilin son günleri yani çarşamba ve perşembe güzel geçmedi. evde sürekli çocuk sesi vardı. eskiden biz sokağa çıkardık ve eve girmek istemezdik. mehmetin yeğenleri ise bahçeye hiç çıkmıyorlar ve sürekli evde oynuyorlar, kavga ediyorlar, bağırıp çağırıyorlar. iki grup çocuğun bir arada olduğu dönemlerde orda olmak hiç de akıl karı değil. aslında ayşe ablanın çocukları gayet uslular ama kuzucuğun kızı (tavuk yada balık, sürekli yiyor aynı tavuk gibi ve balıklar gibi doyduğunu bilmiyor) gelince herşey değişiyor. kafamı iyice şişirdiler. bu arada bazı geceler aklıma geçici görev geldiği için uyuyamadığım oldu.cuma günü öğleden sonra ayşe ablalar yola çıktılar. kestirme bir yol varmış, o yolu göstermek için kuzucuk da kendi arabası ile onlarla gidecekti. o kadar yol gidilmişken yol üstündeki türbeyi de gidip ziyaret edelim dedi annem. gittik ve ziyaret ettik. zamanında o köy hristiyan köyüymüş ve türbesi olan bu zat yunus emre gibi, ..... gibi burayı müslümanlaştırmak için uzaklardan gelip buraya yerleşmiş. daha sonra burası yoldan geçen insanların gelip konakladıkları bir yer haline dönüşmüş.ayşe ablalar türbeden sonra yollarına devam ettiler. biz de o civarda bulunan yozgatın en büyük barajına doğru yöneldik. yolda mehmetin ordu-yozgat yolu boyunca almak istediği ayçiçeklerini bir tezgahta gördük ve mehmetin zoruyla kuzucuk geri döndü. bir kaç tane şemsamer (yozgatta ayçiçeğine böyle diyorlar) ve buruşuk salatalıklar vardı. mehmet bahçeden daha tazelerini toplayabilir misiniz? diye sordu. adam kendiniz toplayabilirsiniz deyince hep birlikte adamın tarlasına girdik. önce salatalık, daha sonra da 10 küsür tane şemsamer topladık. bugünün en keyifli yanı buydu. bayağı eğlendik. kuzucuk'un minik oğlu hakan 'aaa demek pazara salatalıklar burdan geliyormuş' demiş. yoldaki bir çeşmede durup hem pet şişelerimizi doldurduk hem de salatalıklarımızı yedik. bayağı lezzetliydi. mehmet bir poşetini eve getirmemiz için ayırmıştı. birazını da kendi evimizde akşamları meyve niyetine yedik.baraja giderken esenli diye bir yerden geçtik. buranın demirel zamanında bir belediye başkanı varmış. mehmet o zamanlar adam buraya bir at heykeli diktirmişti dedi. biz de merakla etrafa bakınmaya başladık at heykeli hala duruyor mu (hatta kendi aramızda espri bile yaptık, bir bakıyormuşuz at heykeli yerine bir ampul heykeli varmış falan diye) diye. sonra baktık ki at heykeli yerinde duruyor ama biraz bakımsız kalmış. mehmet zamanında (mehmet sağlık grup başkanlığı yaptığı için buraları daha önce görev icabı gezmiş) bu heykelin sarı olduğunu ve çok güzel parladığını söyledi. aslında mehmet ilk heykelden bahsettiğinde ben daha farklı bir şey bekliyordum. bu at sanki çizgi filmlerden fırlamış gibi. burada 4 minareli bir de cami var. küçücük yerde 4 minare bayağı ilginç oluyor. bu adam yani belediye başkanı belediyenin bulvarına, huzur evine, saat kulesine, ilköğretim okuluna kendi ismini vermiş. anlayacağınız heryerde bilal şahin yazıyor. gördüğümüz bir camidede zeynep şahin yazıyordu, herhalde eşi dedik. sanki kendi paralarıyla yaptırmışlar gibi belediye başkanlarının her yere kendi isimlerini vermelerine, hatta onardıkları tarihi yerlere şu belediye başk. onartmıştır diye yazdırmalarına çok kızıyorum. halkın parasıyla yaptırıyorlar ve zaten bunu yaptırmak onların görevi. mesela bizim nikahımızı kıyan samsun belediye başkanını yaptığı işlerden dolayı çok beğeniyorum. onun sayesinde samsunun çehresi değişti. ama yeni otogara kendi adını vermesini onaylamıyorum. bir yere adınız verilecekse bunu sizden sonra gelenlerin yapması lazım, sizin değil.sonra baraja gittik, bence çok da güzel değildi, nede olsa evimizin dibinde deniz var. baraj gölünü napayım? kene yüzünden de biraz dikkatli olmamız gerekiyordu, bu sebeple de pek de keyifli değildi.yozgatta gezerken farkettiğim başka birşey de geçtiğimiz her köyün mezarlığında türk bayrağı dikili olmasıydı. bissürü şehit....akşam evegelince balkonda bol bol şemsamer yedik, mehmetin yaptığı semaver çayından içtik ve sohbet ettik.cumartesi günü son kez hamama gittik. aslında canım pek de gitmek istemiyordu ama yola temiz çıkmak için başka da şansım yoktu. bu arada ilk geldiğimiz günlerde bol bol kese yaptırdım. öyle iyi geldi ki, tüm yorgunluğumu aldı, kendimi iyi hissetmemi sağladı. hamam sonrası, çıkışta dondurma yemek ise harikaydı. sonraki günlerde kese yapmaktan derim kalktı. her yerim acımaya başladı. ben de keseden vazgeçtim. bu seferki gelmemizde annemin bana verdiği (anneannemden anneme kalan ipek peştemal) peştemali de yanımda getirmiştim, onu kullandım. istanbula gittiğimde kapalı çarşıdan parlak renklerde (sarı, pembe) yeni peştemallerden almak istiyorum. hamam için bir de amasya civarlarında kadınların hamama giderken tarak, sabun vs'lerini koydukları bakırdan yapılmış çantadan almak istiyorum. tabii bulabilirsem. zamanında bir kez samsunda görmüştüm de o zaman ne işime yarayacak diye düşünüp almamıştım.pazar günü kahvaltımızı yaptık ve eşyaları mehmet arabayı yerleştirdi (kayınvalidemin çeyiz olarak hazırladığı yün yorgan ve yastıkları evde yer olmamasına rağmen, onun zoruyla (evlere hırsız giriyormuş ve yorganları çalabiliyorlarmış)). tam gitme saatinde bende bir karın ağrısı başladı. ilaç almama rağmen beni bir müddet bayağı rahatsız etti. yolda sadece çorumun şehir merkezine girdik, ama arabadan hiç inmedik. zaten geçen seferki aldığımız leblebi ve nohutlar hala bitmediği için yenilerini almaya da gerek yoktu. samsun merkeze girmeden babamın genelde uğradığı melemenci selahattinde durup melemen yedik. kirazlığa gelince kelebek mobilyaya uğradık. mutfak masamızı daha önce zaten beğenmiştik, onu aldık. sonra yan tarafa geçip beratla konuştuk. abd'den alacağımız laptop'ı netten gösterdi (dün telefonda konuştuk. getirtmekten vazgeçmiş. türkiyeden alacakmış. bana da sen de benimkine bak, hoşuna giderse sen de alırsın dedi. ama biraz tuzlu).hava hafif karardığında evimize geldik. ordu il sınırına girince yine aklıma geçici görev geldi. bakalım şimdilik hallolmuş gibi, sanırım benim yerime mehmet gidecek.bu kadar yazıyı bir günde yazdım. yazabildim çünkü evde değil, hastanede nöbetteyim. sabah mehmetle eden çıktık. onu yolda otobüse binmesi için bırakıp, arabayla hastaneye geldim. yanımda laptop'ı da getirdim. 2.5 yıl aradan sonra temel reisli nevresimlerimi bir kez daha serip uzandım. uzan uzan nereye kadar? sonra kalkıp bunları yazdım. saat 16:30 gibi annemle babam geldiler. köyden samsuna gidiyorlarmış ve hünkara yemeğe uğramışlar. bana da kuşbaşılı pide getirdiler. bayağı iyi oldu çünkü yemek hiç güzel değildi.sabah nöbet iznimi kullanacak mıyım tam belli değil. ama sanırım kullanacağım. burada yatmak evde yatmak gibi değil, hiç de dinlendirici olmuyor. istanbulda özeldeki nöbetleri para için çekiyordum. burada ise mecburiyetten, çünkü devlet nöbete doğru düzgün para vermiyor. Allah'tan ayda bir tane ve şef nöbeti.bu arada özeldeki nöbetten bahsedince aklıma birşey geldi. 2 gün önce mehmetle (istanbuldaki) nöbet tuttuğumuz özel hastanedeki doktor, uğur hanım telefon açtı ve mehmete iş teklifinde bulundu ama mehmet hem mecburi hizmeti bitmediği için hem de daha az işe burada daha çok kazandığı için böyle bir şeyi düşünmüyor.
tatilin ilk günü hatırladığım kadarıyla hamama gittik. akşam bayram bey mangal yakıp, tavuk, et ve sonrasında da ben közde mısır istiyorum diye bir kaç tane mısır pişirdi. et biraz sertti ama onun dışında hepsi çok güzeldi. pazartesi günü güya rosa'ya gidecektik. kozaklıdaki termal otele, havuzunu kullanmaya. mehmet sabah telefon açıp sordu, sadece otel müşterileri havuzu kullanabiliyormuş. hevesim kursağımda kaldı.salı günü bayram bey, ayşe abla, annem, mehmet ve ben kayseriye doğru yola çıktık. gezimiz sadece kayseripark'ı içeriyor. alışveriş yapmaya gidiyoruz yani o yüzden kuzucuk ve ailesi gelmedi, onlar istanbuldan geliyor, kayseripark'ı napsınlar? kayseripark'ta önce teknosaya girip laptop baktık ama istediğimiz yoktu. sadece harici hard disk aldık. sonrasında ayşe abla ile benim haricimdekiler kayseri merkeze gezmeye gittiler. ayşe abla eşinin kardeşinin düğününde giyinmek için kıyafet aradı ama bulamadı. ben ise sadece 1 tane nine west'ten ayakkabı aldım. bayağı bir ayakkabı denedim ama sadece bir tanesi hoşuma gitti. bir tanesi de ayağıma çok rahat olmadığı için almadım ama sonra keşke daha dikkatli baksaydım belki de olurdu diye düşünüp onu da almadığıma pişman oldum. bir tane de ceket eldım. esse'den beğendiğim çatal kaşık takımı burada vardı ama teşhirdeki olduğu için almadım. bir de paşabahçeden çay bardaklarımızdan (ırısh kahve bardağı) 4 tane daha aldım. kayseripark'tan çıkmış şehir merkezinde giderken annem tesbihini mescitte unuttuğunu söyledi. mehmet o tesbihi erzurumda öğrenciyken annesine almış, oltu taşı, bilezik kadar ufak birşey. geri döndük ve yukarı çıkıp tesbihi buldum. şehir merkezinden çıktık ve ayşe abla step'in halılarını görsün diye tepe home'u arayıp bulduk. halılara baktık ve sonra kaşıkla'ya gittik. mis gibi mantımızı yedik, çayımızı içtik. saat 22' de eve vardık.çarşamba günü akşam bayram bey eşi daha fazla müsade etmediği için sarıkayadan ayrıldı. babam geçen sefer son doğan 2 torunu için kurban kestirecekti ama mehmetle ben biz gidince kestirilsin, evde kargaşa olmasın istedik. bu sefer babam emrenin geçen aylarda sünnet olması sebebiyle kurban kestirdi. perşembe günü ayşe ablanın eşi geldi ve o akşam mehmet ve kuzucuk kurban etinden mangalda şiş ve kocaman but (erol taşın filmlerde yediği gibi) ve de annem ateşte et tava yaptı. hepsi de çok lezzetliydi. o akşam kuzucuk ve eşi, ayşe abla, mehmet ve ben tomarza höyüğü denen yerin yakınına gükyüzünü seyretmeye gittik. samanyolu muhteşem gözüküyordu. 3 tane yıldız kayması gördük ama ben hepsini göz ucuyla gördüm. üstümüzde hırkalarımız olmasına rağmen üşüdüğümüz için daha fazla seyredemedik. oraya daha önceki yıllarda da mehmetle yıldızlara bakmak için gitmiştik.tatilin son günleri yani çarşamba ve perşembe güzel geçmedi. evde sürekli çocuk sesi vardı. eskiden biz sokağa çıkardık ve eve girmek istemezdik. mehmetin yeğenleri ise bahçeye hiç çıkmıyorlar ve sürekli evde oynuyorlar, kavga ediyorlar, bağırıp çağırıyorlar. iki grup çocuğun bir arada olduğu dönemlerde orda olmak hiç de akıl karı değil. aslında ayşe ablanın çocukları gayet uslular ama kuzucuğun kızı (tavuk yada balık, sürekli yiyor aynı tavuk gibi ve balıklar gibi doyduğunu bilmiyor) gelince herşey değişiyor. kafamı iyice şişirdiler. bu arada bazı geceler aklıma geçici görev geldiği için uyuyamadığım oldu.cuma günü öğleden sonra ayşe ablalar yola çıktılar. kestirme bir yol varmış, o yolu göstermek için kuzucuk da kendi arabası ile onlarla gidecekti. o kadar yol gidilmişken yol üstündeki türbeyi de gidip ziyaret edelim dedi annem. gittik ve ziyaret ettik. zamanında o köy hristiyan köyüymüş ve türbesi olan bu zat yunus emre gibi, ..... gibi burayı müslümanlaştırmak için uzaklardan gelip buraya yerleşmiş. daha sonra burası yoldan geçen insanların gelip konakladıkları bir yer haline dönüşmüş.ayşe ablalar türbeden sonra yollarına devam ettiler. biz de o civarda bulunan yozgatın en büyük barajına doğru yöneldik. yolda mehmetin ordu-yozgat yolu boyunca almak istediği ayçiçeklerini bir tezgahta gördük ve mehmetin zoruyla kuzucuk geri döndü. bir kaç tane şemsamer (yozgatta ayçiçeğine böyle diyorlar) ve buruşuk salatalıklar vardı. mehmet bahçeden daha tazelerini toplayabilir misiniz? diye sordu. adam kendiniz toplayabilirsiniz deyince hep birlikte adamın tarlasına girdik. önce salatalık, daha sonra da 10 küsür tane şemsamer topladık. bugünün en keyifli yanı buydu. bayağı eğlendik. kuzucuk'un minik oğlu hakan 'aaa demek pazara salatalıklar burdan geliyormuş' demiş. yoldaki bir çeşmede durup hem pet şişelerimizi doldurduk hem de salatalıklarımızı yedik. bayağı lezzetliydi. mehmet bir poşetini eve getirmemiz için ayırmıştı. birazını da kendi evimizde akşamları meyve niyetine yedik.baraja giderken esenli diye bir yerden geçtik. buranın demirel zamanında bir belediye başkanı varmış. mehmet o zamanlar adam buraya bir at heykeli diktirmişti dedi. biz de merakla etrafa bakınmaya başladık at heykeli hala duruyor mu (hatta kendi aramızda espri bile yaptık, bir bakıyormuşuz at heykeli yerine bir ampul heykeli varmış falan diye) diye. sonra baktık ki at heykeli yerinde duruyor ama biraz bakımsız kalmış. mehmet zamanında (mehmet sağlık grup başkanlığı yaptığı için buraları daha önce görev icabı gezmiş) bu heykelin sarı olduğunu ve çok güzel parladığını söyledi. aslında mehmet ilk heykelden bahsettiğinde ben daha farklı bir şey bekliyordum. bu at sanki çizgi filmlerden fırlamış gibi. burada 4 minareli bir de cami var. küçücük yerde 4 minare bayağı ilginç oluyor. bu adam yani belediye başkanı belediyenin bulvarına, huzur evine, saat kulesine, ilköğretim okuluna kendi ismini vermiş. anlayacağınız heryerde bilal şahin yazıyor. gördüğümüz bir camidede zeynep şahin yazıyordu, herhalde eşi dedik. sanki kendi paralarıyla yaptırmışlar gibi belediye başkanlarının her yere kendi isimlerini vermelerine, hatta onardıkları tarihi yerlere şu belediye başk. onartmıştır diye yazdırmalarına çok kızıyorum. halkın parasıyla yaptırıyorlar ve zaten bunu yaptırmak onların görevi. mesela bizim nikahımızı kıyan samsun belediye başkanını yaptığı işlerden dolayı çok beğeniyorum. onun sayesinde samsunun çehresi değişti. ama yeni otogara kendi adını vermesini onaylamıyorum. bir yere adınız verilecekse bunu sizden sonra gelenlerin yapması lazım, sizin değil.sonra baraja gittik, bence çok da güzel değildi, nede olsa evimizin dibinde deniz var. baraj gölünü napayım? kene yüzünden de biraz dikkatli olmamız gerekiyordu, bu sebeple de pek de keyifli değildi.yozgatta gezerken farkettiğim başka birşey de geçtiğimiz her köyün mezarlığında türk bayrağı dikili olmasıydı. bissürü şehit....akşam evegelince balkonda bol bol şemsamer yedik, mehmetin yaptığı semaver çayından içtik ve sohbet ettik.cumartesi günü son kez hamama gittik. aslında canım pek de gitmek istemiyordu ama yola temiz çıkmak için başka da şansım yoktu. bu arada ilk geldiğimiz günlerde bol bol kese yaptırdım. öyle iyi geldi ki, tüm yorgunluğumu aldı, kendimi iyi hissetmemi sağladı. hamam sonrası, çıkışta dondurma yemek ise harikaydı. sonraki günlerde kese yapmaktan derim kalktı. her yerim acımaya başladı. ben de keseden vazgeçtim. bu seferki gelmemizde annemin bana verdiği (anneannemden anneme kalan ipek peştemal) peştemali de yanımda getirmiştim, onu kullandım. istanbula gittiğimde kapalı çarşıdan parlak renklerde (sarı, pembe) yeni peştemallerden almak istiyorum. hamam için bir de amasya civarlarında kadınların hamama giderken tarak, sabun vs'lerini koydukları bakırdan yapılmış çantadan almak istiyorum. tabii bulabilirsem. zamanında bir kez samsunda görmüştüm de o zaman ne işime yarayacak diye düşünüp almamıştım.pazar günü kahvaltımızı yaptık ve eşyaları mehmet arabayı yerleştirdi (kayınvalidemin çeyiz olarak hazırladığı yün yorgan ve yastıkları evde yer olmamasına rağmen, onun zoruyla (evlere hırsız giriyormuş ve yorganları çalabiliyorlarmış)). tam gitme saatinde bende bir karın ağrısı başladı. ilaç almama rağmen beni bir müddet bayağı rahatsız etti. yolda sadece çorumun şehir merkezine girdik, ama arabadan hiç inmedik. zaten geçen seferki aldığımız leblebi ve nohutlar hala bitmediği için yenilerini almaya da gerek yoktu. samsun merkeze girmeden babamın genelde uğradığı melemenci selahattinde durup melemen yedik. kirazlığa gelince kelebek mobilyaya uğradık. mutfak masamızı daha önce zaten beğenmiştik, onu aldık. sonra yan tarafa geçip beratla konuştuk. abd'den alacağımız laptop'ı netten gösterdi (dün telefonda konuştuk. getirtmekten vazgeçmiş. türkiyeden alacakmış. bana da sen de benimkine bak, hoşuna giderse sen de alırsın dedi. ama biraz tuzlu).hava hafif karardığında evimize geldik. ordu il sınırına girince yine aklıma geçici görev geldi. bakalım şimdilik hallolmuş gibi, sanırım benim yerime mehmet gidecek.bu kadar yazıyı bir günde yazdım. yazabildim çünkü evde değil, hastanede nöbetteyim. sabah mehmetle eden çıktık. onu yolda otobüse binmesi için bırakıp, arabayla hastaneye geldim. yanımda laptop'ı da getirdim. 2.5 yıl aradan sonra temel reisli nevresimlerimi bir kez daha serip uzandım. uzan uzan nereye kadar? sonra kalkıp bunları yazdım. saat 16:30 gibi annemle babam geldiler. köyden samsuna gidiyorlarmış ve hünkara yemeğe uğramışlar. bana da kuşbaşılı pide getirdiler. bayağı iyi oldu çünkü yemek hiç güzel değildi.sabah nöbet iznimi kullanacak mıyım tam belli değil. ama sanırım kullanacağım. burada yatmak evde yatmak gibi değil, hiç de dinlendirici olmuyor. istanbulda özeldeki nöbetleri para için çekiyordum. burada ise mecburiyetten, çünkü devlet nöbete doğru düzgün para vermiyor. Allah'tan ayda bir tane ve şef nöbeti.bu arada özeldeki nöbetten bahsedince aklıma birşey geldi. 2 gün önce mehmetle (istanbuldaki) nöbet tuttuğumuz özel hastanedeki doktor, uğur hanım telefon açtı ve mehmete iş teklifinde bulundu ama mehmet hem mecburi hizmeti bitmediği için hem de daha az işe burada daha çok kazandığı için böyle bir şeyi düşünmüyor.
No comments:
Post a Comment