bayram tatili için cuma günü evden çıktık, yoldan mehmetin teknisyenlerinden birini kızıyla birlikte aldık ve samsunda şehir içinde bıraktık. iftara geç kaldık, biz gecikince annemler de başlamamışlar. akşam yemeğini hep birlikte yedik.
ertesi gün öğlende yola çıktık. babamın dediği gibi yol kalabalık değildi. çorumda alacahöyük'ü gezdik. küçük bir müzesi var. Alacahöyük’te ele geçen buluntular asıl Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyormuş. yapılan araştırmaların neticesinde höyükte, dört kültür çağı ve on dört yapı katı tesbit edilmiş. bu bana bayağı ilginç geldi. hava biraz serindi ve bizim üstümüz inceydi ve de vaktimiz kısıtlı olduğu için fazla vakit kayvetmeden tekrar yola çıktık. iftardan önce yozgattaydık. hava bayağı soğuktu ve ben ikimiz için de yeterince kalın kıyafet almamıştım. annem kanepelerin altından zamanında mehmet ve bayram bey için ördüğü desenli kazakları çıkardı ve giyindik. bayağı sıcak tutuyorlarmış.
ertesi sabah erkenden kalktık, annemle kahvaltıyı hazırladık. önce mehmet, sonra babam geldiler ve bayramlaştık. kahvaltı sonrası annemleri arayıp bayramlaştım. kahvaltı sonrası annem konya için valizini hazırlamaya başladı ama bu arada birileri bayramlaşmaya geldi, sonra birileri aradı ve uzun uzun telefonda konuştu sonra yine birileri geldi. mehmet babamın ve annemin ısrarla konya için toplamasını istedikleri elmaları ağaca çıkıp topladı. sonra birileri daha gelmeden hızlı hareket ederek evden çıktık. mehmetle uzun yolda giderken ilk defa arka koltukta oturdum ve de tabii kendi arabamın arka koltuğunda ilk defa bu kadar uzun süreli oturdum, yol da arkada oturmak da çok sıkıcıydı. yolda mola verdik, aksarayda ağaçlı diye bir tesiste, çok güzel bir tesisti. zaten sanırım 1 numaraymış, gazete küpürünü duvara yapıştırmışlardı. tek sorun biraz sinek vardı. bu tesise kadar hiç olmazsa nevşehir falan vardı, değişik manzaralar eşliğinde gittik ama ağaçlıdan sonra yol hiç zevkli değildi. biz konyaya varana kadar hava karardı ve sinan beyin evine ilk defa gidiyorduk. yolda durup telefon açtık ve yolun bir kısmını tarif etti ama hem yazıları takip etmek hem de babamın sürekli ben biliyorum, şurdan git burdan git, şöyle bir yerde diye konuşması işi bayağı zorlaştırıyordu. özellikle de eve iyice yaklaştığımızda mehmet çileden çıktı ve arabayı yol kenarına çekip arabadan inmek istediğini söyledi. sonunda biraz daha sabredip eve vardık. siteleri de evleri de gerçekten çok güzeldi.
gittiğimizde verda hastanedeydi. tüm günü hastanede geçmiş, icapçıymış. annesi ve babası hastanede çalıştığı için gül böceği herkesin hastanede çalıştığını sanıyormuş ve 'ayşe hala neden hastaneye gitmiyor? çocukları çok yaramaz olduğu için mi kendisi onlara bakıyor' diyormuş.
yemek sonrası önce ayşe ablalar sonra da verda geldi. bu arada biz üst katta ki misafir yatak odasına yerleşmiştik ve evi bize gül böceği gezdirmişti. sohbet ettik, çay içtik. getirdiğimiz tatlı vs ne var ne yoksa yedik.
konyada 5 gün kaldık ve ilk günler evde pineklemekle geçti.
konyaya önceki iki gidişimde Mevlanayı ziyaret edememiştim. bu sefer ziyaret etmeden ayrılmak istemedim. ümmühan üniversitede ilk yılı konyada okumuş sonra yatay geçiş yapmıştı. üni yıllarımızda onun bir arkadaşının evine gidip kalmıştık. ne zaman lise ve üni arkadaşlarımı bir araya getirmeye çalışsam muhakkak bir sorun çıkar ve ben arada kalırım. işte orda da öyle olmuştu, üzülmüştüm biraz. diğer olay ise italya gezmizdi. sağolsun elif herşeyi zorlaştırmıştı.
daha önceden gidip gördüğüm için evlendikten sonra konyaya gidişlerimde mehmeti hadi şuraya gidelim, hadi buraya gidelim diye hiç sıkıştırmadım ama bu sefer de her yerini gezmedik. yani daha sonraki gidişlerimizde gezeceğimiz yerler bıraktık. daha önceki gittiğimizde iki sefer sille'ye gitmiştik. gerçekten güzeldi, muhakkak görmek lazım.
annem, babam, mehmet, sinan bey ve çocuklar hep birlikte önce Mevlanayı ziyarete gittik ama tatil günü olduğu için çok kalabalıktı, gerçi her zaman kalabalık oluyormuş. kapısından girmeden daha sonra ziyaret edelim diyerek arabaya geri bindik ve onun yerine Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesini ziyaret ettik. burayı çok fazla kişi bilmediği için her gelen ziyaret etmiyormuş ama ziyaret edilmesi gereken bir yer. buradan sonra yanımızda çocuklar olduğu için kule siteye gidip en üst katına çıktık. buradan şehri seyredebiliyorsunuz. hem de kafesi veya restaurantı var ve orada yemek yenebiliyor.
burası da sinan beyin evinden de görülen takkeli dağ, zamanında burada bir kale varmış. antik çağda bereket tanrıçası kibelenin ismiyle anılıyormuş, sonra türkler buraları fethedince ismi gevele olarak değişmiş. dağ ismini takke görüntüsü veren bu kale sayesinde almış. sinan bey bu dağın görüntüsünü çok sevdiği için bissürü resmini çekmiş, hatta hala çekmeye devam ediyor olabilir.
yukarısı (yani kule)biraz rüzgarlıydı ve sürekli yukarı kalkmaya meyilli eteğimle biraz sorun yaşadım. bu yüzden de kulenin her yönüne bakamadım. sonra alışveriş merkezine inip biraz gezindik.
ertesi gün mevlanayı ziyaret için evden çıktık. mevlananın karşısına arabayı park edince önce şehitliği ziyaret edelim dedik. yürürken mezarlıktaki mezar taşları çok hoşuma gitti ve bir kaç resim çektim.
şehitlikte mezar var zannediyordum ama yoktu. duvarlarda şimdiye kadar konyadan kurtuluş savaşı,yemen,sarıkamış..... ve terörde şehit olan bütün insanların isimleri ve yerleri yazılmış. içerde ise miniatürkteki gibi maketlerin olduğu bir yer var ve bence buradaki maketler miniatürktekinden daha güzel.bu da düğün alayı mevlanayı ziyarete gittiğimizde önceki gün gibi yine kalabalıktı. içeri girerken daha önce ayakkabılar çıkarılıyor diye hatırlıyorum. (mehmet ısrarla kabul etmiyor ama bu anlattığım 199o'lı yıllardaydı.) hatta hatırladığım kadarıyla ayakkabıları kapalı bir yerde bulunan bir adam pencereden alıyor ve çıkışta da geri veriyordu. o zamanlar bu adamın kimsenin ayakkabısını karıştırmadığını herkese doğru ayakkabıyı verdiğini söylüyorlardı. bizimkisini doğru mu verdi hatırlamıyorum. b içerde dualar okuduk. Mevlana Hazretlerinin kullandığı seccade,kıyafetleri, el yazması kitapları, Kuranı Kerim'i ve gümüş bazı eşyalar, elyazması Kuran'lar gördük. dışarda bazı yerlerde tadilat vardı. bahçesinde biraz gezdik. arka kısımda muhammed ikbal ve şair nef'i ye verilen makamları gördük. arka kısımda iki tane restaurant görülüyor, sinan beyin dediğine göre oradan manzara çok güzel gürülüyormuş. bir de onların yan tarafında mavi renkte butik otel görülüyor.
yazıdan çok resim koydum, bunun sebebi maalesefki giderken Hz Mevlana hakkında yakın zamanda hiç bir şey okumamış olmam. aslında son günlerde şu ünlü aşk adlı kitabı okumak istiyordum ama elime geçmedi ve bu sebeple sadece gidip gezdik, dua okuduk, biraz duygulandık, biraz da kendi kendime okumadığım için kızdım. kkayınvalidemle birlikte buradan su içtik ve onun isteği ile dilek dileyip buraya attım. daha sonra buradan çıktık (buraya kadar gelmişken 2 rekat namaz kılmadan buradan ayrılacak halim yoktu herhalde) ve annemle yandaki camiye gittik. sanırım ismi Yavuz Selim Camii'ydi.
Friday, October 02, 2009
kısır döngü
iki gündür içim kan ağlıyor, kendim de ağlayıp duruyorum. canım yeğenim, benim en sevdiğim bir tanem 1 yıl sonra tekrar hastalandı. çarşamba günü ablamlar ayşenuru da alıp hoplaya zıplaya izmire gittiler. gezdiler, tozdular, alışveriş yaptılar, hastanenin kampüsünde olan otel zincirinde karşılıklı iki odada kalıyorlardı. dün kontrol amaçlı kan vermeye hastaneye gittiler ve trombositleri düşük gelmiş. bugün kemik iliği yapıldı ve maalesefki hastalık tekrarlamış. dün çocukların canı sıkılmasın diye ikisine de birşey demediler. ablam muhammed çok sıkıntı edeceği için sabah söyliyeceğim diyordu. sabah söylediğinde (kemik iliği yapılacağını) ağlamış. ama şimdi tekrar hastaneye yatması gerektiğini, aynı sıkıntılı süreci yaşayacağını, okula gidemeyeceğini, evde kalamayacağını ve çocukluk günlerinin sonunu da hastanede geçireceğini öğrenince kimbilir nasıl ağlamıştır. ayşenur bugün tüm günü otelde onları bekleyerek ve sonucu aşsğı yukarı tahmin ettiği için can sıkıntısından uyuklayarak geçirmiş. ben de tüm günü hastanede poliklinikte ağlayarak ve hiç durmadan ayetel kürsü okuyarak geçirdim. ama sonuç dua ettiğimiz gibi iyi olmadı. Allah sonunu hayırlı eyler İnşallah. daha önce de sanırım yazmıştım, canım gerçekten çok sıkkın olduğunda uyuyup her şeyi unutmak isterim, ama uyandığımda hiç bir şey değişmiş olmuyor. pazartesi doğum günü, 12 yaşında olacak.Allah İnşallah ona hayırlı uzun ömürler verir.
buradayım, tv seyrediyorum, mehmetle konuşuyorum ama aklım hep onlarda. ablam napıyor? neler hissediyor? çocukların karşısında normal durmayı nasıl beceriyor? hele ayşenur, asıl o napıyor? aynı odada kalıyorlar, ağlamaya bile vakti yok. canım Muhammed teyzesinin kuzusu, bir tanesi, o napıyor, teyzesi gibi ağlıyor mu?
Allah hepimize özellikle de Muhammede ve ablama kolaylıklar verir İnşallah. duaya ihtiyacımız var...
buradayım, tv seyrediyorum, mehmetle konuşuyorum ama aklım hep onlarda. ablam napıyor? neler hissediyor? çocukların karşısında normal durmayı nasıl beceriyor? hele ayşenur, asıl o napıyor? aynı odada kalıyorlar, ağlamaya bile vakti yok. canım Muhammed teyzesinin kuzusu, bir tanesi, o napıyor, teyzesi gibi ağlıyor mu?
Allah hepimize özellikle de Muhammede ve ablama kolaylıklar verir İnşallah. duaya ihtiyacımız var...
Monday, September 28, 2009
2009 ramazan
en son ramazandan önceki hafta yazmıştım ama word'de sorun olduğu için copy yapamamıştım. hala da yapamıyorum. kadir gecesinde yazayım dedim olmadı, bayram dedim hiç olmadı. bayram sonrası yazıyorum ama ramazandan bahsetmeden geçemeyeceğim.
ramazan benim için çok kolay geçmedi. açlığa bir türlü alışamadım. ayın sonunda 3 kilo verdim ama bayramda 2 kiloyu tekrar aldım. resimde ramazanın ilk hafta sonunda mehmet ve kendim için hazırladığım sofra görülüyor.
bakır sahanı ayşe abla vermişti. tuzlukları biz ortaokuldayken babam singapurdan getirmişti. kısırı koyduğum tabağı taksimde asistanken istiklaldeki vakkodaki indirimden almıştım.
mehmetle nöbet izinlerimizi kullanıp 3 günlüğüne samsuna gittik. annemler her zamanki gibi köydelerdi. sahuru ve iftarı ablam hazırladı. sahura ayşenuru ve beratı zorla kaldırıyorduk. eğer sahurda börek yada farklı bir yiyecek varsa muhammed de sahura kalkıyordu. biz ordayken bir kez oruç tuttu ama gün boyunca çok susadım deyip durdu. ayşenurun dediğine göre su içmiş, ama muhammed inkar etti. babası da hayır içmedi deyip onu destekledi. doğrusu neydi bilmiyorum. ama muhammed demişken şunu da söylüyeyim muhammed bu hafta okula başladı bu sebeple evdeki herkes çok heyecanlı. ablam ilk gün heyecandan muhammedin uyuyamadığını söyledi. ablam kendisinden bu kadar uzun süreli ayrı kalmadığı için gün içinde çok merak ettiğini bu sebeple bazen ümmühanı aradığını ve ona muhammedi sorduğunu anlattı.
o hafta sonu bir akşam kuzenlerde iftar açtık. tüm akrabaları orda gördüm. aslında sadece ramazanda bir hafta sonunu samsunda geçiririz diye d,üşünüyorduk ama herşey her zaman planlandığı gibi olmuyor.
sanırım bir hafta her akşamı fasülye ve domatesi kesip, pişirerek kış için dondurucuya atmak için hazırladım. her gece yorgun bir şekilde yattım. pazardan aldığımız fasülyeler yetmiyormuş gibi önce sefa sonra da mehmetin hastası fasülye getirdi. sefanın getirdiklerini hazırladım ama hastanın getirdiklerini hazırlamaya fırsat olmadan onları toplayıp annemlere götürdüm. sanırım tüm kışı fasülye yemekle geçireceğiz.
normalde icap olayı yüzünden cep telefonuyla yapışık gibi yaşıyoruz ama nasıl olduysa bir gece nasıl olsa icapçı değilim diye düşünerek telefonu yatak odasında bıraktım, mehmetin de telefonu kapalıydı. sahuru yaptık, yatarken telefonumu sabah kalkacağım saate kuracaktım ki telefonumda cevapsız 3 arama olduğunu gördüm. 1 saat önce 2 kere babam, 1 kere de annem aramış. hemen kalkıp annemi aradım ama o birkaç dakika o kadar korktum ki anlatamam. telefona acaba hangisi çıkacak? acaba ne oldu? hastalar mı, hayattalar mı? annem açtı, o konuşana kadar sanki ömrümden ömür gitti. sonunda giresunda hastanede olduklarını öğrendim. babam teravih sırasında çok ağrısı olunca ve boıl miktarda kusunca arabayla köyden ilçeye acile gitmişler. ordan da gece ambulansla giresuna göndermişler (uçurumlarla dolu bayağı kötü bir yol), mide kanaması ve böbrekte taş nedeniyle. gece sıkıntıdan hiç uyuyamadım. mehmete de hastaneye gitmeyi teklif edemedim çünkü sağanak şeklinde yağmur yağıyordu. bu bölgede böyle yağmurlarda sel olabiliyor.
kendim için hızlı bir şekilde valiz hazırlayıp mehmetle giresuna doğru yola çıktık. vardığımızda annem ve babam acilin önünde, babam pijamalı her ikisi de yorgun bizi bekliyorlardı. babamı önce kendi hastanemden bir doktora gösterdim, babam çok ağrısı olduğu için ona ağrı kesici yaptım. mehmeti eve bıraktık ve yola çıktık. mehmetin hastanesinde durup tomografi çektirdik. samsuna vardığımızda babam berbere traş olmaya gitti. berberin koltuğunda iyice gevşemiş ve bayağı uyumuş. biz annemle çarşıya gidip babama pijama vs aldık. sonra da babamın daha önce ameliyat olduğu doktoruna gittik. adam ertesi gün hastaneye yatıracağını söyledi. akşam bütün kardeşler evdeydi. babam sadece bir kase çorba içip uyuya kaldı. sonra gece ağrılar içinde uyandı. serum takıp ağrı kesici yaptım. geceyi rahat geçirdi. sabah erkenden kalktım ve babamla hastaneye gittik. hastalar hastaneye geldiklerinde Allah düşürmesin ama yokluğunu da göstermesin derler, haklılarmış. haklı olduklarını biliyordum ama bir kez daha hak verdim. yatışı yapana kadar bayağı yoruldum. babam hafta sonunu annemle birlikte hastanede geçirdi. araya hafta sonunun girmesi kötü oldu. perşembe gecesinden sonra hiç ağrısı olmadı. o hafta sonu tüm kardeşler hep birlikte dışarda iftar açtık (annemin fırçası işe yaradı). pazartesi günü geri döndük. hafta içi ameliyathanede taşı alnıcaktı ama kadir gecesinde kimin duası kabul olduysa ameliyathaneye girip filmde taşın düştüğü anlaşılıp geri çıktı. sonra da taburcu ettiler. şimdi arabayı almaya yine köye gittiler. kar yağıyormuş ve onlar da soba başında keyfini çıkarıyorlarmış, ayın 10'una kadar geri dönecekler çünkü 10'unda yeni mağazanın açılışı var.
bayrama gelince önce yozgata sonra da konyaya gittik. onlar daha sonra.
ramazan benim için çok kolay geçmedi. açlığa bir türlü alışamadım. ayın sonunda 3 kilo verdim ama bayramda 2 kiloyu tekrar aldım. resimde ramazanın ilk hafta sonunda mehmet ve kendim için hazırladığım sofra görülüyor.
bakır sahanı ayşe abla vermişti. tuzlukları biz ortaokuldayken babam singapurdan getirmişti. kısırı koyduğum tabağı taksimde asistanken istiklaldeki vakkodaki indirimden almıştım.
mehmetle nöbet izinlerimizi kullanıp 3 günlüğüne samsuna gittik. annemler her zamanki gibi köydelerdi. sahuru ve iftarı ablam hazırladı. sahura ayşenuru ve beratı zorla kaldırıyorduk. eğer sahurda börek yada farklı bir yiyecek varsa muhammed de sahura kalkıyordu. biz ordayken bir kez oruç tuttu ama gün boyunca çok susadım deyip durdu. ayşenurun dediğine göre su içmiş, ama muhammed inkar etti. babası da hayır içmedi deyip onu destekledi. doğrusu neydi bilmiyorum. ama muhammed demişken şunu da söylüyeyim muhammed bu hafta okula başladı bu sebeple evdeki herkes çok heyecanlı. ablam ilk gün heyecandan muhammedin uyuyamadığını söyledi. ablam kendisinden bu kadar uzun süreli ayrı kalmadığı için gün içinde çok merak ettiğini bu sebeple bazen ümmühanı aradığını ve ona muhammedi sorduğunu anlattı.
o hafta sonu bir akşam kuzenlerde iftar açtık. tüm akrabaları orda gördüm. aslında sadece ramazanda bir hafta sonunu samsunda geçiririz diye d,üşünüyorduk ama herşey her zaman planlandığı gibi olmuyor.
sanırım bir hafta her akşamı fasülye ve domatesi kesip, pişirerek kış için dondurucuya atmak için hazırladım. her gece yorgun bir şekilde yattım. pazardan aldığımız fasülyeler yetmiyormuş gibi önce sefa sonra da mehmetin hastası fasülye getirdi. sefanın getirdiklerini hazırladım ama hastanın getirdiklerini hazırlamaya fırsat olmadan onları toplayıp annemlere götürdüm. sanırım tüm kışı fasülye yemekle geçireceğiz.
normalde icap olayı yüzünden cep telefonuyla yapışık gibi yaşıyoruz ama nasıl olduysa bir gece nasıl olsa icapçı değilim diye düşünerek telefonu yatak odasında bıraktım, mehmetin de telefonu kapalıydı. sahuru yaptık, yatarken telefonumu sabah kalkacağım saate kuracaktım ki telefonumda cevapsız 3 arama olduğunu gördüm. 1 saat önce 2 kere babam, 1 kere de annem aramış. hemen kalkıp annemi aradım ama o birkaç dakika o kadar korktum ki anlatamam. telefona acaba hangisi çıkacak? acaba ne oldu? hastalar mı, hayattalar mı? annem açtı, o konuşana kadar sanki ömrümden ömür gitti. sonunda giresunda hastanede olduklarını öğrendim. babam teravih sırasında çok ağrısı olunca ve boıl miktarda kusunca arabayla köyden ilçeye acile gitmişler. ordan da gece ambulansla giresuna göndermişler (uçurumlarla dolu bayağı kötü bir yol), mide kanaması ve böbrekte taş nedeniyle. gece sıkıntıdan hiç uyuyamadım. mehmete de hastaneye gitmeyi teklif edemedim çünkü sağanak şeklinde yağmur yağıyordu. bu bölgede böyle yağmurlarda sel olabiliyor.
kendim için hızlı bir şekilde valiz hazırlayıp mehmetle giresuna doğru yola çıktık. vardığımızda annem ve babam acilin önünde, babam pijamalı her ikisi de yorgun bizi bekliyorlardı. babamı önce kendi hastanemden bir doktora gösterdim, babam çok ağrısı olduğu için ona ağrı kesici yaptım. mehmeti eve bıraktık ve yola çıktık. mehmetin hastanesinde durup tomografi çektirdik. samsuna vardığımızda babam berbere traş olmaya gitti. berberin koltuğunda iyice gevşemiş ve bayağı uyumuş. biz annemle çarşıya gidip babama pijama vs aldık. sonra da babamın daha önce ameliyat olduğu doktoruna gittik. adam ertesi gün hastaneye yatıracağını söyledi. akşam bütün kardeşler evdeydi. babam sadece bir kase çorba içip uyuya kaldı. sonra gece ağrılar içinde uyandı. serum takıp ağrı kesici yaptım. geceyi rahat geçirdi. sabah erkenden kalktım ve babamla hastaneye gittik. hastalar hastaneye geldiklerinde Allah düşürmesin ama yokluğunu da göstermesin derler, haklılarmış. haklı olduklarını biliyordum ama bir kez daha hak verdim. yatışı yapana kadar bayağı yoruldum. babam hafta sonunu annemle birlikte hastanede geçirdi. araya hafta sonunun girmesi kötü oldu. perşembe gecesinden sonra hiç ağrısı olmadı. o hafta sonu tüm kardeşler hep birlikte dışarda iftar açtık (annemin fırçası işe yaradı). pazartesi günü geri döndük. hafta içi ameliyathanede taşı alnıcaktı ama kadir gecesinde kimin duası kabul olduysa ameliyathaneye girip filmde taşın düştüğü anlaşılıp geri çıktı. sonra da taburcu ettiler. şimdi arabayı almaya yine köye gittiler. kar yağıyormuş ve onlar da soba başında keyfini çıkarıyorlarmış, ayın 10'una kadar geri dönecekler çünkü 10'unda yeni mağazanın açılışı var.
bayrama gelince önce yozgata sonra da konyaya gittik. onlar daha sonra.
Saturday, September 05, 2009
bim ve geri dönüşüm saçmalığı
uzun zaman önce birşeyler yazdım ama yeni bil.da word kilitlendi ve yazdıklarıma hiç müdahale edemediğimden buraya da koyamıyorum.
bir senedir yaşadığımız bu ilçede geri dönüşüm diye birşey yok. onu bırakın ilçenin çöpü tam hastanenin karşısında, yazları çok sıcak olduğu günlerde camları açtığımızda arada mesafe olmasına rağmen buram buram çöp kokuları geliyor. daha yeni akılları başlarına gelmiş de çöpü taşıyacaklarmış ve geri dönüşüm için de gerekli şeyleri yapacaklarmış. ben onları beklemeden 1 yıldır her hafta ne kadar kağıt ve pet şişe, soda şişesi varsa topluyordum ve hafta sonları yaptığımız market alışverişlerinde mehmet ne kadar laf etse de kocaman poşeti bagjdan çıkarıp bim'in kasadan sonraki paketlemede kullanılan masaların altındaki plastik kovaların (bunların üzerinde kağıt,plastik,cam yazıyor)yanına bırakıyordum. oraya bu plastik kapları bırakıp üzerine de o yazıları yazınca insan ne düşünür? herhalde bunları toplayıp sonra istanbula yada başka bir yere geri dönüşüm için gönderiyorlar, en azından ben böyle düşündüm. tam 1 yıl boyunca o maddelerin evde kokmalarına ve yer kaplamalarına, mehmetin benimle dalga geçmelerine aldırış etmeden doğa için ben de birşeyler yapayım diye tüm atıkları istikrarlı bir şekilde biriktirdim. ve 1 sene boyunca o markete götürüp bıraktım. bir seferinde ben bıraktım, markette alışveriş yaptıktan sonra bir baktım kocaman poşeti dışarı atmışlar. gidip kızdım ve kasadaki kız yeni başladığını kimin çıkardığını bilmediğini söyledi. aradan bir kaç ay geçti ve bir gün çalışanlardan biri 'abla bunları siz mi getiriyordunuz? ben arkadaşlara söyledim ama size söylemediler galiba, bunları belediye almıyor.' ben de herhalde belediye almıyor, bunu biliyorum. zaten alsalar ben buraya ne diye taşıyayım iş yerime, hastaneye götürürüm dedim. o da 'abla biz o kovaları koymak zorundayız ama onları bir yere göndermiyoruz, siz onları bir daha getirmeyin.'
artık önüme geleni içim kan ağlayarak ve mehmetin gülmeleri eşliğinde çöpe atıyorum. sakladığım 3 tane pili de (bimde bunları da toluyorlar ama onları da çöpe mi atıyorlar bilmiyorum.) bim'e bissürü laf sayarak çöpe attım.
önceden geri dönüşüm yüzünden muhakkak market alışverişinde önce bim'e uğrardım. şimdi çoğunlukla orayı es geçiyoruz. bime gitmek için fazla bir nedenim kalmadı.
bir senedir yaşadığımız bu ilçede geri dönüşüm diye birşey yok. onu bırakın ilçenin çöpü tam hastanenin karşısında, yazları çok sıcak olduğu günlerde camları açtığımızda arada mesafe olmasına rağmen buram buram çöp kokuları geliyor. daha yeni akılları başlarına gelmiş de çöpü taşıyacaklarmış ve geri dönüşüm için de gerekli şeyleri yapacaklarmış. ben onları beklemeden 1 yıldır her hafta ne kadar kağıt ve pet şişe, soda şişesi varsa topluyordum ve hafta sonları yaptığımız market alışverişlerinde mehmet ne kadar laf etse de kocaman poşeti bagjdan çıkarıp bim'in kasadan sonraki paketlemede kullanılan masaların altındaki plastik kovaların (bunların üzerinde kağıt,plastik,cam yazıyor)yanına bırakıyordum. oraya bu plastik kapları bırakıp üzerine de o yazıları yazınca insan ne düşünür? herhalde bunları toplayıp sonra istanbula yada başka bir yere geri dönüşüm için gönderiyorlar, en azından ben böyle düşündüm. tam 1 yıl boyunca o maddelerin evde kokmalarına ve yer kaplamalarına, mehmetin benimle dalga geçmelerine aldırış etmeden doğa için ben de birşeyler yapayım diye tüm atıkları istikrarlı bir şekilde biriktirdim. ve 1 sene boyunca o markete götürüp bıraktım. bir seferinde ben bıraktım, markette alışveriş yaptıktan sonra bir baktım kocaman poşeti dışarı atmışlar. gidip kızdım ve kasadaki kız yeni başladığını kimin çıkardığını bilmediğini söyledi. aradan bir kaç ay geçti ve bir gün çalışanlardan biri 'abla bunları siz mi getiriyordunuz? ben arkadaşlara söyledim ama size söylemediler galiba, bunları belediye almıyor.' ben de herhalde belediye almıyor, bunu biliyorum. zaten alsalar ben buraya ne diye taşıyayım iş yerime, hastaneye götürürüm dedim. o da 'abla biz o kovaları koymak zorundayız ama onları bir yere göndermiyoruz, siz onları bir daha getirmeyin.'
artık önüme geleni içim kan ağlayarak ve mehmetin gülmeleri eşliğinde çöpe atıyorum. sakladığım 3 tane pili de (bimde bunları da toluyorlar ama onları da çöpe mi atıyorlar bilmiyorum.) bim'e bissürü laf sayarak çöpe attım.
önceden geri dönüşüm yüzünden muhakkak market alışverişinde önce bim'e uğrardım. şimdi çoğunlukla orayı es geçiyoruz. bime gitmek için fazla bir nedenim kalmadı.
Subscribe to:
Comments (Atom)






