Sunday, January 11, 2009

16 aralık ve sonrası

16 aralık 2008, Salı

Bu akşam istanbuldan ayrılmamız gerekirken, arabanın işlemleri uzadığı için (arabayı ancak cuma ya da cumartesi teslim ediyorlar, araç gümrükteymiş.) bileti açığa aldırdık ve üç gün daha yıllık izin alıp hafta sonu samsuna dönmeye karar verdik.

Sabah arif’in telefonu ile uyandım. Ayakkabı dolabımı vitrine koymuş, vesile olduğum için teşekkür etti. Şöyle muhteşem oldu, böyle muhteşem oldu diye anlattı ve tabii marangozun parasını istedi.


Hidayete telefon açıp parasını vermesini söyledim. Hemen aradı ve ‘bu dolap fatsa’ya fazla yaa’ dedi. Bayağı merak ettim. Daha sonra mailime arifin attığı resimlere bakınca hayal kırıklığına uğradım. Çok daha güzel bir şey düşünüyordum. Ona böyle söyleyince çok şaşırdı. Çok beğeneceğimi zannetmiş. ‘Sen gel de bir de canlı gör, dokun, öyle karar ver’ dedi.

Bakalım samsuna gittiğimizde ilk iş ona gideceğim ve dolabıma bakacağım.

Bayram tatili için geldiğimizden beri ne zaman odaya dinlenmek için gitsem ayşe kulin’in veda adlı kitabını okuyordum. Ve nihayet dün kitap bitti. Bayağı hoşuma gitti. Sonlarında gözlerim bile doldu.


Tam da bu kitabın ardından bugün Dolmabahçe sarayına gitmemiz çok hoş oldu. Sarayın selamlığında gezinirken roman kahramanı, Osmanlının son döneminin maliye nazırı Ahmet Reşat Efendi’yi düşünmeden edemedim.

Mehmetle sabah kahvaltı yaptık ve annemle fevzi paşada buluşup taksi ile dolmabahçeye gittik. Biraz geç gittiğimiz için sadece selamlık ve saat müzesini gezebildik.


Bu dolmabahçeye ilk gidişim değildi. Seneler önce asistanlığımın ilk yıllarında ablamın henz iki çocuğu varken, Muhammed sanırım 4 yada 5 yaşlarındayken, ablam, çocuklar ve ümmühanla birlikte gitmiştik. O zaman da geç gittiğimiz için sadece haremi gezebilmiştik. Ben o zaman en çok sarayın girişindeki büyük havuzu beğenmiştim.


İlk bahardı ve havuzun etrafındaki ağaçlar, çiçekler çiçek açmışlar, her yer renk cümbüşüydü. (tabii bu resim yeni çekildiği ve kış olduğu için önceki gördüğüm kadar ihtişamlı değildi) Önünde Muhammed (ufacık ve şortlu) ve ayşenurla (ikimiz de mavi eteklerimizle) resmimiz var.


Neyse saraya girerken müze kartımızı kullanabileceğimizi zannediyorduk ama Dolmabahçe kültür bakanlığına değil, TBMM’ne bağlıymış. bir de dolmabahçenin kendi sitesini gördünüz mü? bana da berat gösterdi. buradan örnek alıp mağazaya site yaptıracakmış. sitenin girişinde sarayın resminin yarısı geçmişe, yarısı ise şimdiki zamana ait. denizde ilerleyen saltanat kayığı, bir bakıyorsunuz yelkenli olmuş, sesi açmayı unutmayın.


Sadece selamlığı gezmek için 15 tl verdik.saraydaki resimler, avizeler, aynalar, tavanlar, her şey acayip gösterişliydi. Fatih’in Fausto Zonaro’ya ait olan, tarih kitaplarında gördüğümüz istanbulun fethi resimlerinin orjinallerini görmek çok ilginçti. Grup rehber eşliğinde hızlı ilerlediği ve biz de bayağı geride kaldığımız için maalesefki iyice inceleyemedik. Güya resimlerini çektim. Daha önceki kariye resimlerini silmediğim için tektek resimleri silerken yanlışlıkla Dolmabahçe resimlerini de silmişim.


(elimdeki sarayın içinde çekilmiş tek resim bu. bunu da nasıl çekmişsem?)

Sarayda kullanılan zarflı fincanlar, gümüş çay takımları, tepsiler o kadar muhteşemdiler ki hepsine büyük hayranlıkla baktık. Padişahın banyosunu (hamamını) gördük. Özel, ışığı geçiren mermerler kullanılmış. Tavanı cam ve boğaza bakan kocaman camları var. Harika bir hamamdı. Selamlık, yabancı elçileri vs orada ağırladıkları için oldukça gösterişliydi. Dolmabahçe gerçekten muhteşemdi.

Selamlık sonrası gruptan ayrılarak hızla saat müzesine gittik.


Çok ilginç saatler vardı.

Sonra kuşların, tavukların olduğu yere baktık. Tavuskuşları dışarıda geziniyorlardı.


Dışarısı soğuktu ve ben üzerime şal almama rağmen bayağı üşüdüm.


Sarayın yan tarafındaki çay bahçesinde çay içtik ve taksiyle fatihe geri döndük. Annemi aldığımız yere bıraktık. Meğer Mehmet sinemaya gideriz diye düşünmüş. Evde yemek olduğunu ve karnımın çok acıktığımı söyleyip onu ikna ettim ve eve gittik. Yemek sonrası biraz koltukta uyukladım. Akşam ak ve hb’yi aradım. Perşembe İnşallah ak ile görüşeceğiz.

Muhammed dün samsunda hastaneye yatmış. Vücudunda çıkan döküntüler zonaymış. Zona stres altında çıkar ve bayağı ağrılıdır. Ablam muhammedin ağrısı olmadığını, biraz kaşındığını söyledi. Hastanede zona, zatüre tanısı konmuş. Hastaneye kontrole gitmişken 10 günlüğüne hastaneye yatmak ikisinin de bayağı canını sıkmış.

Muhammed tedavi oldu ve şükür Allaha şu an iyi. 2 hafta sonra da izmire kontrole gidecekler.

Benim çamlıcadaki ev kapandığından beri istanbula gelmediler. Ablam da Ayşenur de Muhammed de istanbulu çok özlediler.

Geçen sene tam bugün evimizi boşalttık, diyargaleria’daki evimizi ( d blok, 7. kat, 33 numaralı daire). 17 aralıkta da diyarbakırdan ayrıldık.


Çarşamba günü noterde işlerimiz olduğu için karaköydeki Fransız geçidine sevgili arkadaşım gönülün (asistanlıktan yol arkadaşım) yanına gittik. Çay içtik sohbet ettik. Onu ve diğer yol arkadaşlarımı (noterde çalışan herkes gönülün kuzeni) gördüm. İşlerimizi halledince Karaköy güllüoğluna gidip suböreği ve baklava yedik.


Sonra galata köprüsünü yürüdük ve eminönünde biraz alışveriş yaptık. Mehmeti kuaför malzemeleri satan bir yere götürdüm ve annesine ve babasına makas, kendisine de tarak aldı. Tabii ben de bir şeyler aldım. Her zamanki gibi sarılgana girdik, kepçelere baktım (her zamanki gibi) ve bu sefer bir şey almadan çıktım. Sarılgan benim eminönündeki favori mağazalarımdan biri. En çok alışverişi bu mağazadan yaparım. Mis kokulu kuru kahve aldık ama bir türlü istanbulda içmek nasip olmadı. Eve getirip evde içtik.

Perşembe günü Mehmet annesinin yanına bayram beylere gitti. Ben de taksiye atlayıp eminönüne gittim. Yeni camide şule ile buluştuk.


Yağmur yağdığı için ak’yı caminin içinde bekledik. Sonra konuşa konuşa yağmur altında biraz gezindik ve kızların karnı acıktığı için aslı böreğe gittik. Ben tatlı yedim kızlar börek. Daha önce Sinan bey ve mehmetle gittiğimde sarma yemiştik ve çok beğenmiştim ama bu sefer pek beğenmedim. Kızlara da o kadar methetmiştim. O gün beğenmediğimi söylemeyi unutmuşum. Şulenin biraz canı sıkkındı. Normalde hep neşelidir, sürekli konuşur. Yine konuşuyordu da dediğim gibi aile meseleleri yüzünden biraz canı sıkkındı. Ak işe canım benim onu görmek her zaman beni mutlu eder. Ona hb’nin bendeki kitabını verdim (scarlet feather). Bana telefon geldi ve yine fax işi ortaya çıktı. Şule işe gitmek üzere ayrıldı ve biz ak ile galata köprüsünden yürüyüp yine Fransız geçidine notere gönülün yanına gittik.

Böylece iki gün üst üste gönülle görüşmüş olduk. Noter sonrası ak’yı motora bindirdim ve ben de taksiye atlayıp bayram beylere gittim. Akşam kuzucuklara çaya davetliymişiz. Annem de eve gitmeyin yemeği de burada yeyin demiş. O akşam önce bayram beylerde sonra da kuzucuklarda geçti. Annemi ak’nın derslerine gitmesi için kayıt ettirmek istiyorduk ama annem istemedi.


Cuma günü arabayı belki teslim ederler diye düşünürken olmadı. Cuma ne yaptığımızı hatırlamıyorum. Cumartesi sabah erken kalktık. Telefon geldi arabayı 13 te alacaktık. Ben hızlı hızlı kahvaltı yapıp hazırlandım. Mehmet normal bir şekilde kahvaltısını yaptı. Aheste aheste keyif çayını içti ve benim uyarmamla hızlı bir şekilde giyindi ve evden çıktık. Sonradan fark ettim ki buraları zaten daha önce anlatmıştım.

No comments: