Monday, January 28, 2008

23 ocak

Pazar günü kuzucukla maskoda casa’ya gittik. Koltuk takımlarına ve yemek odalarına baktık. Beğendiğim bir yemek odası takımını bizimle ilgilenen adam tavsiye etmedi. Biz çok taşınacağımız için çizilirmiş, bize o takım yaramazmış. Onun yerine koyu renkli bir takım gösterdi. Mehmet de ben de beğenmedik. Koltuk takımlarının yüzlerinin çıkıp çıkmadığını, yıkanıp yıkanmadığını sormayı akıl ettim de açılıp yatak olup olmayacağını akıl edemedim. Koltuk takımları 5000 ytl civarındaydı. Beğendiğimiz bir televizyon duvar ünitesi de 3000 ytl civarındaydı. Daha önceden oturma odası için baktığım koltuk takımlarını şimdi salon için bakıyorum, muhtemelen büyük bir ev bulamayız diye. Şimdilik sadece bakıyoruz. Mehmet benim tayin yerim belli olana kadar ev tutmayalım diyor. Belki de annemlerden her gün ünyeye gidip gelecek. Maskoda başka yere bakmadan çıktık. Eve geldiğimizde herkes şaşırdı, çok daha geç geleceğimizi zannetmişler. Annem arabaşının çorba kısmını yapıyordu ve bana da gösterdi. Kuzucuk da arabaşı çorbası var diye Mehmet davet edince bizimle eve gelmişti. Hep birlikte sofraya oturduk. Bir tepsiyi bıraksak babam hepsini yerdi ama annem ona izin vermedi. Bizim hakkımıza göz dikmemesini söyledi. Kuzucuk biraz titiz olduğu için kendine hamurlardan ufak bir tepecik yapmıştı ama gül böceği onun hamurlara göz dikti ve sürekli onun hamurlarını tabağına doldurup durdu. Arabaşı çorbasının kocaman kocaman baklava dilimleri şeklinde hamurları oluyor. Bir tane hamurdan alıyorsunuz biraz da çorbadan, sonra hamuru çiğnemeden yutuyorsunuz. Ben bu işi bayağı iyi yapmaya başladım. Geçen yıl arife’nin yaptığı (arife bayram beyin eşi, hani şu yazın doğum yapan, mehmetin prenses diye nitelendirdiği eltim. Eşine bayram dediğim için ona da arife diyorum) arabaşını yerken hamuru yutarken boğulur muyum diye düşünüyordum ama boğulmadığımı gördüm. Mehmet’e yaptığım bir kaç denememi yedirdikten sonra annemlere de yapmayı planlıyorum.
Gece Sinan bey nihayet geldi, gül böceğinin sevinci görülmeye değerdi. Biraz oturduk, sohbet ettik.
Pazartesi günü Sinan bey, Mehmet ve ben kuzucuğun arabasını alıp maslak’a gittik. Hedefimiz pabetland’dı ama paşabahçede öğrendik ki orası kapanmış. Paşabahçede gezindik ve biraz alışveriş yaptık. Yeni yemek takımımızın yanına aldığım 12 kişilik yemek takımı (52 ytl) alt kattaki outlette 32 ytl idi. Ama değiştirmedik, Mehmet kendimizi teselli için ‘kimbilir onlara kaç kişi dokunmuştur’ dedi. Oradan çıkınca mudoya uğradık. Sinan bey girişi kaçırdığı için arabada bekledi. Harika antik, çin dolapları vardı. Mehmete gösterip bak bunlardan istiyorum dediğimde ‘o eski şeyleri ne yapacaksın? Madem o kadar para vereceğiz yeni bir şey al’ deyip beni biraz güldürdü. Arabaya dönüp Sinan beye anlattığımızda gelmediğine çok pişman oldu. Sonra tekrar gideriz dedi ama o nasıl tekrar gider bilmiyorum.
Pazartesi geceden sabah erken kalmaya anlaşmıştık ama benim dışımda kimse kalmadı. Mutfakta kahvaltı hazırlarken radyo açtım, ses yaptım, tek umudum gül böceği bile uyanmadı. Mehmete gidip kalkması için yalvardım. O da bana uyumak için yalvardı. Sen de gel yat dedi. Çayı demlemişim, patatesi kızartmışım nasıl yatayım? Mehmet kızdığımı görünce hemen kalktı. Üzülmeme dayanamıyormuş, ama bunu ona karşı silah olarak kullanmamam gerekiyormuş. Kalktı ve ekmek almak için çıktı. Ben de kahvaltıyı odamızda yaparız diye düşündüm ve sofrayı orada hazırladım. Mehmet gelmeden onlar da kalktılar ve bizim odada hep birlikte kahvaltı yaptık ve hazırlanıp evden çıktık. Gül böceği de bizimle geldi. annemi kuzucuklardan alıp mercana gidip arabayı otoparka bıraktık. Beyazıt meydanına gittik, Beyazıt camiini gezdik. Harika bir şadırvanı vardı. Oradan sahaflara geçtik. Biraz gezindikten sonra bayram bey geldi ve okuldan arkadaşının resim atölyesine gittik. Birkaç öğrenci karakalem çalışıyordu. Duvarlarda resimler asılıydı. Çay içtik ve biraz sohbet ettik. Sinan bey yağlı boya resim istediği için bu adam sulu boya çalıştığı için başka bir arkadaşına götürmeyi teklif etti. Biz yolda onlarla gitmekten vazgeçip ayrıldık. Sinan bey zonaronun dolmabahçe önünde alman kayserinin karşılandığı bir resim almış ve bir de senelerdir sarıkayadaki mutfak duvarında asılı duran takvimdeki resmi yaptırıyormuş. Osmanlı ressamlarından Halil paşanın kahve pişiren bir kadın resmi. Resimdeki kadın anneme (kayınvalidem) çok benzediği için Sinan bey annemin vesikalık resmini götürmüş ve resimdeki kadının anneme benzemesini istemiş. Total 2000 ytl ödeyecekmiş.
Biz onlardan ayrılınca Namık kemal müzesine girdik. Müzede bir şey yoktu. Sadece kitaplar vardı. Yolun karşısına geçip içinde türk ocağının olduğu mezarlığı gezdik (buraya asistanlık dönemimde birkaç kez ramazanda hb’nin üniden 2 arkadaşıyla birlikte gelmiştik). Ziya gökalp’in mezarı vardı. Mezarlıktaki asıl yapı 3 padişahın bulunduğu türbeydi. Türbeyi ziyaret ettik. Sultanahmet camiini karşıdan seyredip kestane yerken diğerleri geldiler. İbadet için sultanahmetin karşısındaki firuzağa camiine girdik. Bayram beyin önceden dediği gibi yerden ısıtmalıydı. Bu sayede ayaklarım biraz ısındı. Kapı girişinde de herkese ayakkabılarını koyması için yeni poşet veriyorlar. Büyük camilerde bile böyle değil. Tuvaletinde de sıcak su akıyor. Sonrasında alman çeşmesini ve hipodromu gezdik. Bol fotoğraf çektik. Resimleri koyamadığıma çok üzülüyorum. Sultanahmete girdik. Özlemişim ve unutmuşum içini. Camii sonrası ayasofya yakınındaki hamama girdik. İçerde türk el halıları vardı. Annemin hamam bayağı hoşuna gitti. Hava kararmak üzereydi. Mehmet illa topkapı sarayının kapısının önündeki çeşmeyi de görelim dedi. Harika bir çeşme. Buraya kadar gelmişken Mehmet soğuk çeşme sokağına da girelim dedi. Oraya da girdik. Sonra taksiye atladık ve mercandaki otoparka gittik. Arabayı alıp eve döndük.
Güya uzun uzun anlatacaktım ama resimler olmayınca ve dolu dolu geçen günlerin tamamını yazamayınca böyle yarım yamalak yazdım işte. resimleri buraya koyamadım ama buraya koydum.

No comments: