Thursday, November 01, 2007

hasankeyf

Cuma günü temizlik yaparak geçti. Biraz da ütü yaptım. Ertesi gün için hazırlık bunlar. Gece de nette hafta sonu yapacağımız gezi içn biraz araştırma yaptım. Gece 12 olduğunda ben hala bir şeyler bakıyordum ama mehmetin kızması üzerine (kaç gündür ne yapıyordun? Yeni mi aklın başına geldi gibi….) bıraktım ve yatışım 2 yi buldu. Tabii benim gürültümden Mehmet de uyuyamadı. Sanırım ondan önce uyumuşum, bu onu daha da kızdırmış.

Sabah misafirimiz 6 da gelmiş olacaktı ama otobüsün lastiği patlamış ve ancak 10 saatlik yolculuk sonrası 7 de gelebildi. Saat 7 de Mehmet gibi otogardan esme’yi alıp geldi. Ben de kahvaltı hazırladım. Bir taraftan da yol için kurabiye hazırladım. İyi ki de hazırlamışım. Yolda çok iyi oldu. Esme de çok beğendi. Tahmin etmiştim zaten beğeneceğini. Aslında kahvenin yanında daha iyi oluyor ama biz yanımıza aldığımız minik termosumuzdaki çayla yedik. Kahvaltı sonrası götüreceğimiz eşyaları hazırlayıp aşağıda yıkanan arabamıza binip yola çıktık. Önce esmeye pil almak için megacentera uğradık. Savaş, bahar ve oğulları efe bizi orada bekliyorlardı. Baharla tanışma faslından sonra (bahar ve efe konyadan geldiler. Bahar çocuk doktoru ve 4 aylık hamile) yola çıktık. Konuşa konuşa batmana geldik. Saat 12 olmuştu ve mehmetin arkadaşları batmanda madoya gidin demişler biz de arayıp madoyu bulduk.

Batmanda mado sanki çölde bir vaha gibiydi. Güzel bir bina ve bir de harika bir bahçe. Doğuda olduğunu anlamak zor. Madonun dışında güneydoğunun en büyük alışveriş merkezi diye reklamı yapılan alışveriş merkezini de gördük. Gerçekten de bizim yaşadığımız şehirdekinden daha büyüktü. Kayseriparkdan biraz daha küçüktür. Şehre girerken adıyamanla bir karşılaştırmamız oldu ve adıyamanın buradan çok daha güzel olduğuna karar verdik. Madoda brunch vardı ama biz sadece portakal suyu ve su böreği aldık. Sonrasında da çaylarımızı içip kalktık. Sonraki hedefimiz hasankeyfti. Zaten batmana gelişimizin sebebi de oydu.


Yolda bir tane atbaşı gördük ve onun arabadan resmini çektim. Mehmet bunları çok merak edermiş, böylece onun da merakı gitmiş oldu. Batmanda rafineri var (bilmeyenler için). Hasankeyfe girdiğimizde görmemiz gereken bir türbeyi savaşlar es geçtiler ve direkt köprüye gittiler. Biz de yanlarına gidip köprünün kalıntılarına baktık ve sonra geri dönüp türbeyi ziyaret ettik.

Akkoyunlular 1462-1482 yıllarında Hasankeyf’e tam hakim olmuşlar. Bu dönem içinde Hasankeyf'te bıraktıkları tek eser Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın oğlu Zeynel Bey Türbesi'dir. Dicle’nin kuzey yakasında yer alan bu eserin giriş kapısı üzerindeki kitabede, buranın Zeynel Bey'e ait olduğu ifade ediliyor.

Eser dıştan silindirik, içten ise sekizgen bir özellik arz eder .Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert, sırlı tuğla ile dört kuşak oluşturulmuştur. Birinci kuşakta '' ALLAH'' , ikinci ve üçüncü kuşaklarda baş kısmında “AHMET'' devamında ise ''MUHAMMED'' dipteki son kuşakta ise “ALİ'' isimleri hayranlık verici bir şekilde yazılmıştır. (alttaki resimde yazılar görülüyor, yan duvarda)

Türbenin içi boş. Mezarın türbenin altında olduğu rivayet ediliyormuş. Hasankeyf ılısu barajının suları altında kaldığında bu türbede sular altında kalacağı için türbeyi buradan daha yukarıya taşımayı planlıyorlarmış. Ama taşıma işi bayağı maliyetliymiş.

Türbenin de köprünün de başı çocuklarla dolu ve sizi bir türlü rahat bırakmıyorlar. İlla bişeyler anlatıp para almak istiyorlar.

Hasankeyf köprüsü bizimkilerde hayal kırıklığı yaşattı. Kala kala sadece bu mu kalmış diye.

Köprünün üzerinde herhangi bir kitabe olmadığından kesin yapılış tarihi bilinemiyor . eserin Artuklular'a ait olabileceğini söylüyorlar.

Hasankeyf'in Müslümanların eline geçmesini anlatan kaynakta burada açılıp kapanan bir köprüden bahsedilmektedir. Kemer açıklığı itibarıyla Ortaçağ'da yapılan köprülerinin en büyüğüdür. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir.

(yukardaki resim netten alındı) Araştırmalara göre köprünün en büyük kemerinin orta kısmı ahşaptandı. Düşman şehre saldırdığı zaman bu ahşap kısım yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirdi. Bu özellik şehrin savunması açısından bir avantaj ise de köprünün dayanaklığı açısından dezavantaj olmuştur. Eyyubiler döneminde 1349 tarihinde köprü Melik Adil tarafından tamir edilmiştir. Ayrıca 15. asrın sonlarında Akkoyunlular zamanında da tamir gördüğü tarihî kayıtlarda anlaşılmaktadır. Ne zaman yıkıldığı ise bilinmiyor.

Eski köprüyü seyrettikten ve yeterince resim çekindikten sonra, yeni köprüden karşıya geçip arabamızı park ettik ve el-rızık camiini gezdik.

Dicle Nehrinin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide yer almaktadır. Portal girişindeki kitabeden eserin Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 811/409 tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kitabenin orta kısanında bitkisel süslemelerin içine Allah'ın doksan dokuz ismi yazılmıştır . (alttaki resimde görülüyor)

Bu gün caminin asli yapımdan, sağlam olarak sadece minare kalmıştır. Minarenin üzerindeki süsler, Arapça Kufi yazılar hayranlık verecek kadar güzeldir. Minarenin en önemli özelliği de çift merdivenli olmasıdır. Bu çift merdiven birbirini görmeyecek şekilde yapılmış.

Camii ise minicik bir şey ve gerçekten eski ile bir alakası yok. Minaresi gerçekten çok güzel ve en tepesine leylekler yuva yapmışlar. Tabii şimdi üzerinde leylek falan yok. alttaki resimde caminin dibindeki çarşı

Diclenin kenarına inip orada su içindeki tahtlara çıkıp kahve içtik ve sudaki kazları seyrettik.

(kaz mı ördek mi pek emin değilim) orada bayağı bir vakit geçirdik.

Kazlara ekmek attık, resimlerini çektik. Bayağı bir güldük, eğlendik ve de dinlendik.

Doğruyu söylemek gerekirse oraya kadar gitmişken kaleye çıkmamak ne derece mantıklı bilmiyorum ama biz kaleye çıkmadık. Bunda zamanın azlığı ve yanımızda hamile bir kadının varlığı da etkendi. Ama en çok da karanlığa kalmamak için. Çünkü daha Mardin midyata gideceğiz ve sonra da mardine geçip orada geceyi geçireceğiz. Dediğim gibi kalenin dibine kadar yürüdük ama sonra geri döndük.

Kale kapısı ; doğudan kaleye çıkan merdivenli yolun başlarında yer alır. Üzerindeki kitabeden 820/1416 Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. 580 yıldır ayakta kalabilen kapıda, dayandığı kayaların çökmesi nedeni ile tehlikeli çatlaklar oluşmuştur.(alttaki resim netten)

Hasankeyf kalesi; kalenin iskan yeri olarak kullanılması, milattan önceki binlerce yıla dayandığı söylenebilir. Bu konuda kesin bir tarih tespit edecek hiçbir bilgi ve bulguya sahip değiliz. Kale haline dönüştürülmesi M.S. 363 yılında olmuştur. Bu tarihte Bizanslılar; Sasanilere karşı Hasankeyf’e bir kale yapmış ve sınırlarını koruma altına almıştır.

Kale bütünü ile tabii kayalardan oluşmuştur. Biri doğuda biri batıda olmak üzere iki merdivenli yol ile buraya ulaşılmaktadır. Doğudaki yol hayli geniş, moloz taşlarla döşenmiş ve aralıklarla yapılan kapılarla tutulmuştur. Bu kapılardan biraz önce söz etmiştik. Hatta Artuklular döneminde bu yolun üzerinde yedi tane kapının yer aldığı tarihler de geçmektedir.

Kalenin kuzeyinde kayalara oyulmuş, tamamen gizli ama şimdi tabii yıkılmalar sonucu kısmen ortaya çıkmış iki merdivenli yol bulunmaktadır.(yukardaki resimde merdivenler görülüyor) Normal yollarla kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde kale sakinleri bu merdivenli yollarla Dicle'den su ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Arabaya binip giderken yorumlar şu şekildeydi. Esme ve mehmetin yorumu ‘ hasankeyf dedikleri bu muymuş? O kadar da güzel değil, su altında kalabilir’ benim yorumum ise onların dediği kadar kötü değil bence. Geçmişten günümüze kadar ayakta kalabilmiş ve taaa o zamanlar bu eserleri yapabildilerse muhakkak ki çok kıymetlidir (sanki günümüzde böyle eser mi yapılıyor?). ben gerekli kıymeti veriyorum ama sonuç aynı. ‘Ben gördüm ya artık su altında kalabilir’. Biliyorum biraz bencilce. Sadece şaka tabii. Aynı şeyi italyada pisa kulesini gezdikten sonra da artık yıkılabilir diye söylemiştim.

daha fazla resim isterseniz, onlar da burada.

No comments: