Sunday, August 26, 2007

yozgat ve çamlık

Her zamanki gibi çok erken kalkamadık. Annem (kayınvalidem) istanbuldan biz kalktıktan sonra geldi. Halbuki biz uyurken gelir zannediyorduk. Hep birlikte kahvaltı yaptık. Ben bulaşıkları yıkarken diğer herkes piknik malzemelerini hazırladı. Mehmet hasta olduğu için yanıma yedek çamaşırlar ve kendim için de (kene riski yüzünden) mehmetin çoraplarından birini aldım (geçen yıl kendime uzun çorap almayı unuttuğum için, onun kara çoraplarını giymiştim. Bu yıl da kendime çorap alma gereğini duymadım). Bizim arabamıza ayşe abla, sude ve ender bindiler. Yolda tofita yiyerek ve sohbet ederek diğerlerinden önce gidip Yozgat merkezde gezdik. Önce büyük çapanoğlu camiine gittik. Tahmin ettiğimden çok daha güzeldi. daha önce gezdiğim camilerden hiç birine benzemiyordu.

‘Çapanoğullarının ve Yozgat’ın altın döneminde Süleyman Bey imzası var. Sene 1794, ağabeyinin yaptırdığı camiye bir ek yaptırıyor, ardından dönemin şartlarına göre görkemli sayılabilecek bir saray. Günümüze sadece şöhreti ulaşan sarayda her gün 300 kişiye yemek veriliyor, hayır hasenat işlerinde artış oluyor. Yozgat artık bir şehir; yollar Arnavut kaldırımı, büyük bahçeler, güzel konaklar var. Kayseri’den getirtilen Ermeni ve Rumlar kuyumculuğun gelişmesinde ve mimarinin güzelleşmesinde rol oynuyor. Süleyman Bey, ne ağabeyine benziyor ne babasına.
(caminin giriş kapısı, tavan) Halka karşı daha müşfik. Alimlere ve sanat erbabına cömert. Halveti tarikatına mensup ve aynı zamanda hattat. Yozgat’ta yetişip sarayda görev alan isimler bir hayli fazla o dönemde; şairliğiyle ünlü Akif Paşa, Süleyman Bey’in kâtibiyken vezir oluyor. Devlet-i Aliye’nin ilk hariciye nazırı ve son reis-ül küttabı aynı zamanda. Posta teşkilatının geliştirilmesinde emeği olan gazeteci Yusuf Agâh Efendi de bir Çapanoğlu. Daha sonraki dönemlere ait mühim bir isim; Çapanoğlu Müşir Ahmet Şakir Paşa. Sultan 2. Abdülhamid’in yaveri.
(caminin içinde böyle bir kapının olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. ama ilerleyen günlerde mehmetin her Allahın günü okuduğu gazetedeki bu yazıyı görünce sebebini anladım. meğer camii 16 yıl arayla iki kardeş tarafından yaptırılmış. yani camii 2 ayrı kişi taraından yapıldığı için 2 ayrı bölümden oluşuyormuş. ve bu camii ilk defa modern resmin kullanıldığı ilk camii imiş. aydınlatıcı bir yazıymış.)
‘Her taşın altından bir Çapanoğlu çıkar.’ sözü de Süleyman Bey’in sadece Anadolu’da değil, İstanbul’da da çok etkili olduğu bu dönemde söylenmiş. Anadolu’yu yakından takip eden Osmanlı, sonunda ‘Tamam.’ diyor, ‘Bu kadar güç fazla.’ ve Çapanoğullarının ileri gelenlerini İstanbul’a, göz önüne getirtiyor. Beyliğin Yozgat’taki ikbal dönemi de Süleyman Bey’in oğlu vezir Mehmet Celalettin Paşa’dan sonra kapanıyor; ama ailenin İstanbul’da yaşayan çocukları her zaman iyi görevlere getiriliyor.’ Burayı aksiyon dergisinden aldım. Yazının sonrasında Osmanlıya başkaldırışları anlatılıyor. Çamlıktan yozgatı seyrederken annem de çapanoğulları yüzünden bu şehrin cezalandırıldığını ve bu şehir bira fabrikası dışında hiçbir yatırım yapılmadığını anlattı.

Caminin girişinde duvarın üstünde caminin, saat kulesinin ve kendi konaklarının resmi (yukardaki resimde görülüyor) vardı ama tamamen tahrip olmuşlar. Camii Osmanlı mimarisinden çok farklıydı. Mehmet Osmanlıya karşı oldukları için bilerek farklı yapmışlardır diyor.
Caminin dışındaki çeşmenin resmini çekerken yaşlı bir amca ‘resim çeken kız, resim çeken kız, gel burayaaa, nerelisin?’ diye bana seslenip durdu. Ama benden bir yanıt alamadı (ne yapayım burada yabani oldum). Sonunda ‘benim de resmimi çek’ dedi. Ben de ‘çektim, çektim merak etme’ dedim.
İçine girilmeyen kilisenin arabadan resmini çektim (sıradan bir binaydı) ve sonra da saat kulesinin resimlerini çektim. Saat kulesinin saati antika değeri kazandığı için orjinali müzeye kaldırılmış. Yimpaştan tavuk aldık ve çamlığa gittiğimizde bir tanesinin bozuk çıktığını gördük. Bu şehre en büyük yatırımları yimpaş yapmış, tabii artık kendisi de bitmiş.

Çamlık Türkiye'nin ilk milli parkı imiş. Buradaki ağaçlar abdulhamit tarafından diktirilmiş (herhade yaveri sayesindedir) ve türkiyede başka yerde bu ağaçlardan yokmuş. Daha doğrusu sadece gürcistanda bu ağaçlardan varmış. Geçen yıl bana ağaçları anlatırken burun kıvırıp karadenizde çok daha güzelleri olduğunu söylemiştim. Ama sonra fark etteim ki bunlar gerçekten farklı. Çadır gibiler, yukarı doğru dik gitmiyorlar da yelpaze gibiler, gölgelik yapıyorlar.
Kene sebebiyle çamlıkta yukarılara çıkmaya izin verilmiyor, yoksa yukarılarda benim gördüklerimden çok daha güzelleri varmış. Çamlıkta bir otel (futbol takımları burada kampa giriyormuş) ve bir de göl var. ama biz daha yukarılarda piknik yaptık. Mehmet mangalı aldığı halde üstündeki ızgarayı almadığı için tekrar şehre inmek zorunda kaldı. mangal yakıldı, semaverde çay demlendi. Közlenmiş patlıcandan salata yapıldı ve biz Sinan bey ve kuzucuk (en büyük abiye çocuklar tarafından verilen isim. Onlar dayılarını böyle çağırıyorlar ve ben de başka isim aramaya üşeniyorum) tarafından etler ve tavuk pişirildi, babam tarafından çay demlendi.

Karnımızı bir güzel doyurduk. Bu arada çocukları etrafımızdan uzaklaştırmak için kozalak toplamaya yolladık. Geldiklerinde bunları satacaklarını ve o parayı paylaşacaklarını söylüyorladı. Gerçekten de dediklerini yaptılar ve bizim tüm bozuk paralarımızı alıp bize birkaç tane kozalak verdiler. Onların ve ağaçların ve semaverin ve ızgaranın ve hepimizin bissürü resmini çektik. Bu arada ben dediğim gibi oraya gidince mehmetin çoraplarını giydim ama kuzucuk ve ailesi biraz abartıp hepsi pantolonlarını çoraplarının içine soktular. Öyle komiktiler ki onları bu halleriyle çektik.
Yenge hanım bu durumu önceden fark edip paçalarını düzeltti. Mehmet onunla dalga geçince ‘keneden değil, karıncaların üstüme tırmanmasını istemiyorum’ gibi şeyler söyledi. Halbuki böyle demeye ne gerek var ki ben olsam açık açık ‘ ne olmuş, ben keneden korkuyorum ve tedbirli davranıyorum’ derdim. Piknik boyunca gülün kardeşi hakan tuvaletini yapmadı. Annesi ve babası kaç kere wc de dahil bilimum yerlere götürdüler ama o, sarıkayada tuvaletimi yapacağım diye tutturdu. Sonunda da yolda mola verdiğimiz yerde işedi ve Mehmet de habersiz onu kucağına aldığı için üstü başı battı. Aldığım çamaşırlar o zaman işe yaradı. Mehmet bayağı bir sinirlendi, çocuğa değil, annesine.
Sarıkayaya onlardan önce vardık ve trt de canlı olarak yayınlanan konseri görmek için büyük bir parka gittik. Bayağı kalabalıktı ve daha önce bu parkı görmemişim. Sadece şöyle bir bakınıp eve döndük. Evde anneme aldığımız hediyeleri verdim (ceyodan güzel bir ev terliği ve maraştan hamam tası). Annem kızım her seferinde bir şeyler getiriyorsun beni mahcup ediyorsun gibi bişeyler söyledi. ben de bana verdiği heybe için teşekkür ettim. mehmet heybenin hikayesini sordu. mehmetin nikah şahidinin kız kardeşinin düğününde annemin babasının at arabası gelin arabası olmuş ve o zamanlar (şimdilerde konvoydaki arabalara tülbent, havlu, tül bağlandığı gibi) arabalara heybe takılırmış. annemin babası düğün sonrası heybeyi anneme vermiş. annem de hem babasının, hem de şimdi rahmetli olan (benim adaşım) gelinin hatırası olarak bugüne kadar saklamış. sonra da ben gereken önemi veririm diye bana vermiş. ben de çok beğendiğimi ve onu çerçeveleteceğimi söyledim. bu da onu daha çok memnun etti.

Annem geldiği için artık bizim buradan götürdüğümüz ünlü karpuzumuzu Sinan bey kesti. Bu hakkı en çok kendinde gördü. Çünkü Mehmet karpuzu hiç taşımamasına rağmen, o arabadan alıp önce eve sonra da çamlığa giderken belki yeriz diye çamlığa sonra da orada yemeyince tekrar eve taşıdı. Karpuz tahmin edilidiği gibi tam olmamıştı. Ağustos sonunda tam oluyorlarmış.

Beyaz olan kısmı bayağı genişti. Tadı da öyle çok güzel değildi yine de yarısını yedik. Diğer yarısı sonra yenir diye kaldırıldı ama bir daha yenmedi ve çöpe gitti. O akşam bir de Maraş dondurmasının geri kalan 1 kilosunu çıkarttık. Biraz ermişti ama yine de hep birlikte afiyetle yedik. Son gece olduğu için millet yine okey oynadı. Ben yorgun olduğum için elime kitabımı alıp yanlarına oturdum. Ama sonunda okeyi bırakıp pis yediliye geçtiler ve beni de oyuna dahil ettiler. Kim yendi hatırlamıyorum ama son günlerdeki oyunlarda pek de başarılı değildim.

No comments: