Tuesday, June 26, 2007

4 Haziran 12:30

Uçaktayım. Samsuna gidiyorum. istanbuldaki hafta sonumu vakit geçirmeden yazayım dedim. Cuma günü mehmetle taksi ile havaalanına gittik. Orada ikimizin ortak arkadaşı ile karşılaştık. Eski hastanemizden arkadaşımız, onun da bu şehirde bulunma sebebi bizimkiyle aynı. Bir de hastanelerinden hemşire vardı, onlarla sohbet ettiğimiz için vakit çabuk geçti.

Mehmetle birlikte uçağa binişimiz sınırlı, her seferinde ya sallanır yada iniş sırasınd bir güçlük olur. Birlikte güzel bir yolculuk yapmadık. O yüzden de son zamanlarda uçak yolculuğundan biraz korkmaya başladım. Normalde 1 saat 40 dakika sürerken biz 1 saat 20 dakikada SGH’ına vardık. Servisle levente oradan da evimize gittik. Karnımız aç olduğu için ve evde de yiyecek olmadığı için abisine gidip bir şeyler yedik. Bu arada Mehmet biraz sitem etti ‘öldük mü kaldık mı kimse aramıyor’ diye. Ertesi gün evin yakınındaki simitçide kahvaltı edip, yürüyerek önce Yavuz Selim’e gittik. Haliçte uçak gösterisi vardı ve Mehmet buradan görüntünün çok daha iyi olacağını söylemişti ama bahçe hala tadilattaydı. Türbeyi ziyaret ettik. Aklıma Muhammet Emini Fatihin türbesine götürmem geldi. Zaten yol boyu onu düşündüm, aklımdan çıkmıyor. Yürüyerek haliçe indik. Kıyı şeridi tamamen doluydu. İnsanlar yanlarında meyve, yiyecek, içecek, çekirdek ne var ne yoksa getirmişler, sürekli yiyorlardı. Başlaması için bayağı bekledik. Başladığında da ben resim çekmeye çalıştım. Uçakları yakalaması biraz güç oldu ama yine de yakaladım. Çok fazla güneş vardı ve çeyrek finali seyredip ayrıldık. Gül camiine gittik. İçinde mozaikler bekliyordum ama öyle değildi. Diğer kilise camiiler gibi buranın da içi karanlıktı ama tavanı diğerlerinden daha yüksekti. Burada bir kabir varmış ve bunun kime ait olduğuna dair 3 rivayet varmış; 1. gül baba isimli bir şahsa, 2. bizansın son imparatoruna, 3. Hz İsanın havarilerinden birine.

Caminin isminin gül cami olması ile de ilgili 2 rivayet varmış; 1. gül baba’dan dolayı, 2. ise istanbulun fethinden bir gün önce Bizans halkı bu kilisede toplanmışlar ve dua etmişler, Fatih tarafından fethedilmemesi için. Ve kiliseye gelirken de çiçeklerle, güllerle gelmişler. Fetih gerçekleştikten sonra Osmanlı ordusu kiliseye girdiğinde burayı güllerle bezeli görünce buraya bu ismi vermişler. İstanbula gelirken güneş kremine bakmıştım ve gerekli olmaz diye düşünmüştüm ama yanılmışım, ikimizin de burnunun üstü kıpkırmızı oldu, ilaveten benim tombik yanaklarım da kızardı. Gül camii sonrası yürüyerek mehmetin abisine gittik. Biraz sohbet ve ayran içtikten sonra Mehmet habitata gitmek istediğimizi söyledi, sağolsun o da bizi kırmadı ve götürdü. Ben cevahir otel dediğim halde Mehmet alışveriş merkezi zannetmiş ve o yüzden de yol bayağı uzadı, trafiğe takıldık. Ama benim için gayet keyifliydi, çünkü yeni kapı tarafından gittik ve ben bol bol İstanbul manzarası seyrettim. Adressistanbul cevahir otelle aynı otoparkı kullanıyor. 1 saatliğine 8 milyon ödedik, halbuki çevrede park edecek bissürü yer vardı. Benim tahmin ettiğimden daha küçüktü (habitat). Ürünler de pahalıydı. Yanımda alışverişle ilgisi alakası olmayan 3 kişi olduğu için hiçbirşeye alıcı gözle bakamadım. Aslında ben bütün binayı gezmek istiyordum, Mehmet de gezseydin dedi ama ben istemedim. Peşimde kuyruk gibi 3 kişi, hiç zevkli değil. Çıkarken karteli gördüm. Tabii hemen o tarafa gittim. İstediğim sandalyelere ve abajura baktım. Oradan cevahire gittik. Girişteki büyük İngiliz mağazasında indirim olduğu için ordan kendime kırmızı süzgeç aldım. Genelde mehmetle cevahire gittiğimizde kumpir yeriz, yine

öyle yaptık. Buradaki kumpiri o pek beğenmiyor ben ise zaten yemiyorum. Akşam ağabeynin evine gittik. Mehmetin deyimiyle yenge hanım yemek hazırlamştı ama tok olduğumuz için yemedik. Çay ve yanında bizim getirdiğimiz kadayıfları yedik. Taşınma sırasında bize çok yardımcı olduğu için abiye aldığımız hediyeyi verdik. Gece evimize yatmaya gittik.

Ertesi sabah yani Pazar sabah geç kalktık. Mehmetin annesi, babası ve ablası ile konuştuk. Annesi birkaç gündür sürekli beni rüyasında görüyormuş, bayağı sıkıntılıymışım. Ben de ona muhhamedi söyledim, çok üzüldü. Kahvaltı için yürüyerek ağabeysne gittik. Fatih camiinin bahçesinden geçtik. Acayip kalabalıktı, kimisi banklarda oturmuş gazete okuyor, kimisi çimenlerde piknik yapıyordu. Kahvaltı sonrası bayağı sohbet edildi. Mehmet yeğeninin zoruyla satranç oynadı. Mehmete ‘ fatih camiine bari gidelim benim çok canım sıkıldı’ dedim. Biraz oturduk ve mehmetin sevdiği caminin önündeki iki meşe ağacına baktık. Fatihi ziyarete gittik. Bu kışdı galiba ablam Muhammed ve beyazıtla istanbula gelmişlerdi. Ablam beyazıtla camideyken ben de muhammedi Fatihi ziyarete götürmüştüm. Kapanmıştı ama rica edince sadece Muhammedi içeri aldılar. içeri girip hemen ayak ucunda diz çöküp duasını etmişti ve sonra da çıkmıştı. Gözümde o güzel manzara canlandı. Öyle sevimli gözüküyordu ki. Hiç aklımdan çıkmıyordu ama mehmeti de üzmemek için ona belli etmemeye çalıştım. Yoldan bizi abisi aldı, hep birlikte arnavutköye gittik. Deniz kenarında biraz yürüdük ve sonra da karşıdaki caminin bahçesindeki banka oturup çay içtik (çay bahçesi

dolu olduğu için) bir şeyler yedik ve manzarayı seyrettik. Buranın bizim için özel bir anlamı var.
mehmetin evlilik teklifini kabul ettiğim gün buraya yemeğe gelmiştik ve ben birkaç dakikalığına
onu beklerken bu bankta oturmuştum.


No comments: