Monday, November 17, 2008

sümela

trabzonda pazar günü yani son günümüzde öğretmenevinde kahvaltı sonrası maçkaya doğru yola çıktık, sümelaya. maçka merkezden sümelaya harika bir manzara eşliğinde çıktık. hareket halindeyken sürekli resim çekmeye çalıştım.

her bir virajda 'harika, harika, harika...' deyip duruyordum.

yol kenarında coşandere bize eşlik ediyordu.

yukarı çıkarken, dönüşte nerede yemek yiyeceğimize karar vermek üzere tesisleri de inceliyorduk.

sümela manastırı, altındere milli parkı içinde. parkın girişinde arabalardan 6 ytl (sanırım) alıyorlar. mehmet de ben de daha önce sümelaya gelmiştik (üniversite yıllarımızda), yaya olarak yukarı çıkılan yere geldiğimizde sorduk ve araba yolu için daha yukarı gitmemiz gerektiğini öğrendik.

bu yol bazı yerlerde tek arabanın geçeceği genişlikteydi. bu yüzden mehmet karşıdan araç gelmeden çıkmak için biraz hızlı çıkmaya başlayınca nemrutta da aynı şeyi yapmıştın deyip biraz kızdım. yolda biraz çıkınca arabalarını park etmiş 2 adam gördük, spor yapıyorlardı. yukarı çıkmışlar, yol tamamen çamurmuş, gitmemizi tavsiye etmediler. ama mehmetle yukarı çıkma kararı aldık. arabayı diğer arabalar gibi yokuşa park edip çamurlu yolda yürümeye başladık.

ilk başta 'amann buna mı çamur demişler' dedik ama sonra gördük ki gerçekten yürüme yolu çamur ve dozerle yol yapım çalışması var. bu kadar çamura rağmen bence aşağıdan çıkmaktan daha kolay. geçen sefer genç olmama rağmen zorla çıkmıştım.
bizimle birlikte bir turist grup da vardı. ama millet çamurda öyle bir yürüyor ki, üstleri başları umurlarında değil.
çamurdan çıktığımızda mehmet gayet dikkatli yürüdüğü için, ayakkabıları tertemizdi. benimkiler ise onunkine göre biraz daha kötü durumdaydılar.

çamurlu yol sonrası resimde görülen ağacın köklerine basıp, aşağı doğru yolumuza devam ettik.

ağaç sonrası yol düzeldi.
evet görüldüğü üzere sümela görülmeye başladı.

aşağıda ise yukarı çıkmayı başaran insanlar görülüyor. içeri giriş 8 ytl. biz müze kart sayesinde parasız girdik ama bizden sonra gelen bazı gruplar, aileler 8 ytl'yi duyunca o kadar yukarı çıktıklarına mı yansınlar, verecekleri paraya mı yansınlar bilemediler. gelen öğrenci grubundan pazarlık edenler dahi vardı.

ve burası da manastırın içi.
ben seneler önce geldiğimde restorasyon devam ediyordu, hala da devam ediyor.

manastırın bazı yerleri hala açılmamış durumda. her yerde olduğu gibi burada da duvarlara yazılar yazılmış hatta yukarı da olan freskler dahi sanırım taş atılarak tahrip edilmeye çalışılmış.

aşağıdan bakılınca görülen pencerelerinden dışarı baktık ama sisten başka bir şey görmedik.

küçücük odalarda aşağıdaki derenin sesinde ibadet eden rahipleri düşündük. tam bir dünyadan kopuş yeri.
manastır sonrası arabaya yürüken mehmet oradaki tek seyyar satıcıdan kestane aldı.
mehmetin bu huyunu çok seviyorum. yolda yürürken sık sık kestane alır ve biri çöp olmak üzere iki kese kağıdı ile kestane yiyerek yürürüz. babam hiç dışardan bir şey almazdı. diğer resimler de geri dönüş yolundan.
bu arada mehmet manastırı gezerken montunun kapşonunu başın çekti ve çoook çok hafif çiseleyen yağmurdan etkilenmezken ben bayağı ıslandım (ne yağmuru deyip çantamda taşıdığım şemsiyeyi açmama izin vermedi sonra da çok üzüldü.) o yüzden de aşağıda pek resim çekinmedim.
yürüme yolu bu tesisin olduğu yerden başlıyor. son resimler de aşağıdan çekildi.

evimize dönüş yoluna geçmeden karnımızı doyurmamız gerekiyordu ve yukarı çıkarken beğendiğimiz coşandere tesislerinde durduk.

restaurant dışında yan tarafında bir de oteli var. mehmetle boş olan şömüne başında oturduk diğer herkes cam kenarında (manzara seyretmek için) oturuyordu.

bizden sonra bayağı taliplisi oldu masamızın. dışarısı soğuktu ve şömine ısınmak için harikaydı.

ikimize birer alabalık istedik ben bir de kuymak istedim. balıklarımız ufacıktı. mehmet benim zorlamamla kuymağın tadına baktı. dışarı çıktığımızda mehmet sahibi ile tanışmış. bu tesis bayağı hoşumuza gitti. tekrar sümelaya çıkarsak tekrar burada yiyeceğiz.

bunlar da market bölümünde hoşuma gidenler.


Saturday, November 15, 2008

trabzon,ayasofya

Atatürk köşkü sonrası arayıp bularak ayasofya müzesine gittik. aslında yeri çok kolaymış ama önce sahil yoluna inmek gerekiyormuş.

sahil yolunda horon oynayan heykelin ordan yukarı çıkılması gerekiyor, zaten orda oklarla gösteriliyor. biraz aradıktan sonra bulduk.

içeri giriş 3 ytl idi ve mehmetle müze kart çıkarttırıp parasız girdik. biz gittiğimizde hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. o yüzden de içindeki freskleri çok iyi göremedik.

Zamanında imparatorların taç giydiği bu kilise eski bir dini yapının yerine yapılmış. osmanlının fethinden sonra camiye dönüştürülmüş ve 1. dünya savaşı sırasında trabzonu işgal eden ruslar tarafından depo ve askeri hastane olarak kullanılmış. 1964 ten beri de müze olarak kullanılıyormuş.

İstanbul, Haçlı seferine çıkan Latinler tarafından işgal edilince, Gürcü kraliçesi halaları Tamar’a sığınan Doğu Roma İmparatoru Komnenos hanedanından iki kardeş , kendini deviren hanedanı tanımayarak burada kendini imparator ilan etmiş ve İstanbuldaki Ayasofya'ya rakip olarak da bu kiliseyi yaptırmış.

hiç bir bizans kilisesinde çan kulesi olmamasına karşın burada vardır ve kulenin, yıldızları gözlemek ve astronomi dersleri vermek amacıyla kullanıldığı bildirilmiştir.

boğa başı trabzonda başka bir yerde bulunup buraya getirilmiş, hellenistik döneme ait bir sembol olduğu sanılıyor.

müzenin bahçesinde bissürü mezar taşı sergileniyor. bunlar padişah kardeşlerine vs aitmiş. yol çalışmaları, zağnos vadisi çalışmaları gibi kazılarda bulunmuşlar yada yerlerinden sökülüp sergilenmek üzere buraya getirilmişler.



atatürk köşkü

trabzonu gezeli bayağı oldu ama daha anlatmadığım bissürü şey var. trabzonun üstünden geçen hafta 9 günlüğüne istanbula gittik, tekrar araba baktık ve kitap fuarına gidip bissürü kitap aldım. bunları ne zaman anlatabileceğim bilmiyorum.

Atatürk Köşkü ve Müzesi şehrin güneyinde Soğuksu’da çam ormanları ile çevrili bir tepede. 1897-1903 yıllanrı arasında Rus tebasından ve Rum zenginlerinden Konstantin Kabayanidis tarafından yaptırılmış. Bu yazlık köşk daha sonra Hazineye kalmış. Atatürk, köşkü ilk kez 1924’te ziyaret etmiş, yapıyı çok beğenmiş ve bunun üzerine vilayetçe satın alınarak 1930 yılında konak kendisine hediye edilmiş.

1937 yılında Atatürk 3. kez geldiğinde Doğu isyanını bastırmak için tüm doğu illerindeki yöneticileri buraya toplayıp , 2 gece konaklayarak strateji toplantıları yapmış. Trabzon Belediyesi, 1943’te Atatürk’ün kardeşinden konağı satın alıp müzeye dönüştürmüş (Atatürk ölmeden önce kendine ait diğer şehirlerdeki evleri devlete bağışlamış, burası hariç).

ilkokulda bizi samsundaki evine götürmülerdi. o evden aklımda kalan tek şey cibinlikli yatağıydı. daha önce hiç öyle bir yatak görmemiştim ve hayran olmuştum. sanırım hala devam eden cibinlik merakım burdan geliyor. atatürk'ün diyarbakırda da bir evi var, gazi köşkü . orada sanırım 9 ay kadar kalmış. orası böyle gösterişli değil, dicleye bakan güzel bir yerde ama sadeydi. trabzondaki köşkte gittiğimizde sadece japon 3 turist vardı. daha sonra biraz kalabalıklaştı.

evin girişindeki yer döşemeleri ve tavandaki avize muhteşemdi. holde kocaman avizenin altında bir bilardo masası vardı.

evde ilk katta kalorifer sobası ve odalarda kalorifer petekleri vardı. yerlerde iran halıları seriliydi. üsta katta ise merdiven başındaki büfede çok güzel yemek takımları vardı yeşil desenli. ben bu takımı ünlü bir alman markasının yemek takımına benzettim.

üst kattaki odalardaki dolaplar harikaydı, tıpkı benim ayakkabılık olarak netten indirdiğim resimlere benziyordu. ben bu küçük dolabın resmini çekebildim, aslında diğer odada daha büyüğü vardı ama resim çekmek yasak olduğundan onu çekemedim (utanarak söylüyorum). yalnız içeride sadece bir görevli vardı ve ben böyle sayılı resim çekerken bizden sonra insanlar bissürü resim çektiler. yani içerdeki görevli sayısı artırılmalı. üst katta Atatürk'ün burada yaptığı toplantıda işaretlediği haritada vardı. üst kattaki banyoda ayaklı bir küvet, alafranga tuvalet ve bir de dinlenme koltuğu vardı. şimdi bile hiç bir evde böyle modern bir banyo yok. evdeki diğer tuvalet de alafrangaydı.

yukardaki resimlerde mutfak görülüyor. mutfak masası ve sandalyeleri de çok güzeldi. tabii ayrı bir yemek odası da var. çok güzel bir bahçesi, havuzu vardı.

havuzun içinde küçük turuncu balıklar vardı, sanırım 7 taneydi. üstteki resimde dikkatli bakıldığında görülüyor. bir de havuzun dört köşesinde sarı metalden kuşlar vardı.

evin etrafında ladin ağaçları vardı. evin arka tarafında çay bahçesi vardı ama biz gittiğimizde kapalıydı, sanırım yazın açık olur.