mehmetin hastaneden arkadaşları ismail (taksimden) ve çetinler perşembeden uzungöle geçtiler. bizi de çağırdılar ama mehmet hastanede o hafta aktif çalıştığı için ve benim de diyetim olduğu için biz cuma akşamı ayderde katıldık onlara.
cuma günü ben öğlende çıktım, mehmet yine gecikti. benzin aldık ve hastaneden mehmeti aradılar. telefonla konuşması çok uzayınca ben geçtim direksiyona. acaba giresuna kadar sürermiyim diye düşünürken ordu girişinde polis durdurdu. 145'le radara girdiniz dedi. ben direkt 'sollama yaparken olmuştur, yoksa o kadar basmıyorum' dedim. sonra aklıma geldi 'yok imkanı yok, ben 110 üstüne çıkmadım' dedim. meğer emniyet kemerine bakıyorlarmış. o noktada mehmetle yer değiştirdik. rizeye varışımız çok uzun sürmedi. çay bahçelerini seyrettik yolda. ayder yoluna saptığımızda mehmet 'aa iyi iyi yol çift şerit oluyor' dedi. meğer milli park girişiymiş. giriş ücreti aldılar, 10 tl.
ayder'e vardığımızda hava henüz kararmamıştı. odaya yerleşip dışarı yürüyüşe çıktık.
otelden yukarı doğru yürüdük. çimenlerde resim çekindik. ayşe yokuş aşağı yere yatıp yuvarlandı.
otelin karşısındaki pansiyon. eski görüntüsü çok hoşuma gitti. en çok da mutfakta cam kenarında dizili olan tabaklar. bana eski zamanları hatırlattı.
bunlar da buralı insanların kaldıkları yayla evleri.
daha önce üniversitedeyken nalanlara geldiğimizde bizi aydere getirmişti ve bizi tanıdıklarının otel, pansiyon herneyse oraya getirip gezdirmişti. çok hoş bir yerdi, kuşpuni (kuş yuvası demekmiş) dağ evi.
orayı gördüm. kalmak için güzel bir yer olur herhalde. bir dahaki geldiğimizde aynı otelde kalmak istemiyorum. burası alternatiflerden biri. diğeri de nette araştırırken gördüğüm ve çok hoşuma giden bukla oberj.
siteleri de çok hoş. sanırım bizimkisine göre biraz daha pahalıdır.
sonra gelin tülü'ne (şelale) gittik.
orada resim çekindik ve yemek yemek üzere otele geri döndük.
yemekler yöresel yemeklermiş, pancar çorbası, ortada salata çeşitleri (patlıcan salatası özellikle çok güzeldi),
makarna, dolma biber (bunun neresi yöresel?)yöresel yemek deyince sarma düşünmüştüm. yemeklerin tadı gayet güzeldi. ben makarnayı yedim, diyeti bozmamak için.
yemek sonrası tekrar dışarı çıkıp aynı istikamette yürüdük ve fırtına çay bahçesinde çay içtik. yanan ateşi söndürdükleri halde biz istiyoruz diye bize mangalda mısır pişirdiler ve biz de afiyetle yedik.
sonra otele döndük ve yattık. otelimiz natura lodge. biz merdivenlerden çıkışta hemen solda kalan odada kaldık. odanın nemruttaki odadan pek farkı yoktu. küçücük, havlular farklı olarak temiz, tabii çarşaflar da. fazladan tv ve bizim odanın kaloriferi çalışmadığı için ufo vardı. ben odada en çok banyoya sinir oldum. tasarruf için sensörlü ışık takmışlar. ışık 1 dakika bile açık kalmıyor sürekli içerde ışığın yanması için elini kolunu sallaman lazım. bir de sönerken ve yanarken çıkardığı tık sesi beni sinir etti.
gece milletin odası kalorifer yandığı için sımsıcak olmuş, biz de yatmadan biraz ufoyu çalıştırdık. gece sadece kollarım üşüdü. sabah 5 gibi seslerle uyandık. mehmet odada birisi var zannetmiş. hemen merdivenin dibinde olduğumuz için saat 5'ten kalkana kadar milletin ayak seslerini dinledik. uykusu da yayla uykusu gibi değildi.
sabah kahvaltı sonrası önce fiyatı 50 tl sonra da 70 tl deyip ama size 60 tl olur diyen harunla minibüse atlayıp gezimize başladık.
önce yukardaki minik pastaneden gelin ketesi alalım dedik ama gelin ketesi yokmuş. minik pizzaları çok güzel görünüyordu. pizza ve poaça aldık. ben yanıma diyetime uygun olan haşhaşlı ekmek almıştım evden.
önce çay bahçesinde durduk ve bize uzaktan çay bahçesini gösterdi. isterdim ki bahçeye girip nasıl toplanıldığını görelim, köylülerle sohbet edelim ama öyle bir şey olmadı.
sonra şenyuva köprüsünde (diğer adı çinçiva) durduk.
bu arada buraya gitmek gayet kolay, aydere giderken zaten çat, zil kale diye bir tabela var. o istikamette gittik. sonra yolu bozuk olan (ama çok iyi olmayan bir araba ile (mesela bizim toyota corolla)(ama biz benim aracımla gitmiştik) gidilebilir) zil kaleye gittik.
zil kaleyi bulması da zor değil. 1 gün önce ismailler aydere gelmeden gidip gezmişler.
burası zamanında trabzon-erzurum arası ipek yolunun sık sık yağmalanması üzerine alternatif yol olarak kullanılmış.
yola devam edip palovit şelalesine gittik.
bu çeşmenin yanındaki yoldan şelaleye gittik.
yolu bayağı bozuktu. araba çıkıyordu ama bence arabaya yazık. yolda inip şelaleye kadar yürüdük.
Saturday, July 09, 2011
ayder 1
şelale sonrası aynı yolu geri inip şenyuva köprüsünün yakınındaki kahvehane benzeri yerde mola verdik. biz çay içtik. minibüste ismail, eşi ve kızı ve mehmetle ben beşimiz en arkada oturuyorduk. önümüzde 12 yaşlarında güzel bir oğulları olan ankaradan bir aile vardı. önlerinde çetinler ve onların önünde 2 teyze (biri rizede oturuyor) ve 2 kızları ve minik torunları. cam kenarlarında ismailin eşi ve ben oturuyordum. yol bayağı kötüydü. öyle gidiyoruz bir taraf sürekli uçurum ve döne döne çıkılan yolda ya ferah yada ben uçurum tarafında kalıyoruz. arada araç geri kayıyor ve bizim aklımız başımızdan gidiyor. önümüzdeki kadın sürekli araçtan inelim, yürüyelim deyip duruyor. en rahat en öndeki teyzeler. millet bize bakıp gülüyor ama araç geri kaçınca uçuruma ne kadar yakın olduğumuzu sadece biz görüyoruz.
bu yol gerçekten çok kötü. jiple falan belki daha güvenli olur ama bence minibüsle asla güvenli değil. nette gezinirken bazı turların unimog diye bir araçla buralara götürdüğünü okumuştum.
ikide bir araç geri kayınca biz inelim dedik ve aracın içinde sadece birkaç kişi kaldı. biraz yürüdük ve tekrar bindik. bu böyle sanırım 5 kez oldu. en son bindiğimizde ankaradan gelen kadın oğlunun kovboy şapkasını yüzüne koymuş, dışarı bakmıyordu.
yukarı çıktığımızda yani pokut yaylasına şu resmi çektim ve sonra yemek yiyeceğimiz yere gittik. bu yayladaki tek çektiğim resim çünkü sonra sis oldu ve biz hiç bir yeri göremeden ve gezemeden aşağı indik. yol gidiş dönüş tam 3 saat sürüyor ve sonrasında sisi görmek hiç hoş olmuyor. herkes yani bizim grup temiz havada geçirmemiz gereken saatleri araba içinde geçirmemizin suşlusunu harun ilan ettik. burada yaşayan insan bilmezmi öğleden sonra yaylada sis olacağını. bizi sabah yaylaya çıkarsa belki yaylayı sevecektim ama sile karşılaşınca bu yol kesinlikle değmezmiş dedik. yemek yediğimiz yer çok otantik görünüyordu çok hoşuma gitti. bize masa hazırlamışlardı ama masadakiler yemekten ziyade çay saatinde yenecek şeylerdi ve bence grup için yeterli değildi. şahsen ben masadan tam doymadan kalktım. ama herşey lezzetliydi. tatlı niyetine gelen süte yatırılmış tel şehriye tatlısını başka bloglarda ballandıra ballandıra anlatmışlar ama biz beğenmedik.
doğruyu söylemek gerekirse sahiplerinin çok güler yüzlü olduğunu anlatan diğer bloglar yerine ben sadece yasemin isimli kızın gülümsediğini gördüm. diğer kadın, ablası mıydı yoksa annesi miydi bilemeyeceğim hiç de güler yüzlü değildi. bizim gezimiz bu aileye para kazandırmaya yönelik oldu. çünkü burda yemek dışında bu yaylada hiç bir şey yapmadık. sağolasın harun.
yemek sonrası dışarda çay içtik. burada kalıp tus çalışmanın ne kadar güzel olacağından konuştuk. bu arada başka insanlar da vardı sanırım onlar bu evde kalıyorlardı. yediğimiz şeyler azdı ama lezzetliydi. şimdi haklarını yemeyeyim. muhlamalarının içinde dağ soğanı yada yayla soğanı varmış (adını tam hatırlamıyorum), yani yabani bir ot. farklı bir tat vermişti. börekleri de ısırgan ve başka bir ot karışık yapılmış.
çay sonrası harun hadi artık sal yaylasına gidelim dedi ve yürüyüşe geçtik.
ben de zannediyorum ki şöyle 1 saat gezineceğiz, trekking yapacağız. en sonda mehmetle ve teyzelerden biriyle yürüyüruz. teyze bize otları gösteriyor, bilgi veriyor. sonra harun sis var, sal yaylasında birşey göremezsiniz deyip bizi minibüse götürdü. bunların ne olduğunu tam anlamadım. harun anlattı ama o an onu dinlemiyordum. ağaçları korumak için ilaç mıymış neymiş... dediğim gibi tam bilmiyorum.
sonrasında aynı yolda sallana sallana aşağı indik. bu arada yollarda çok güzel çiçekler vardı, ağaç gibi, bunlar dağ gülüymüş. aşağılarda pembe yukarılarda beyaz ve sarı.
aşağı indiğimizde tekrar şenyuva köyü muhtarlığının olduğu yerde durduk.
yukarda teyzelerle muhabbeti ilerlettiğimden bizim gruptan ayrılıp onların yanına gittim ve orada muhtarlığın çnünde oturmuş yöre kadınlarıyla sohbet ettik.
genç olanına başını nasıl bağladığını sordum ve bana gösterdi. oyaları da başlarını bağlamaları da çok hoş.
sonra yollarındaki tabelalarda esprili sözler yazan ortan mahallesine (çamlıhemşin konaklar mahallesi) gittik.
eb beğendiğim ev harunun deyişiyle mucit amcanın eviydi. adamda ne zevk varmış.bu suyun içinde sanırım 2 tane canlı orta boy balık var. bu sistem sayesinde bir zamanlar evinin elektiriğini kendisi üretmiş.
amca yakın zamanda felç geçirmiş. ismail onun filmlerine baktı. amca da o yzüden dışarı çıktı. biri eşi, diğeri ablası. hem de ablası ile evin gelini. eşinin mezarı evin arkasındaymış.
serenderin üstünde Allah yazısı ve Türk bayrağı
bu da son evin vinç sistemi burda yoldan uzak otellerde de böyle vinç sistemi var. eşyaları yukarıya bu vinçlar sayesinde taşıyorlar. bu da vinçin halat sistemi
bu evlerle ilgili son olarak; bu da evlerin gördüğü manzara
bu evlerden sonra güya harun bizi raftinge götürecekti ama geç oldu dedi ve ona da gitmedik. gerçi bizim grup tam karar vermemişti ama malzemelerimizi yanımıza almıştık belki görünce hoşumuza gider de yaparız diye. neyse bu gezinin son aşamasında bir tesise uğradık onu da sonra yazayım çünkü gece 2 oldu ve yarın iş var.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
1 comment:
MaşaAllah ne güzel gezmişsiniz :)
İçim açıldı inanın resimlerle..
Karadenizi seviyorum :)
Yemyeşil,öyle huzur dolu,öyle duru..
İyi tatiller,hayırlı kandiller diliyorum..
Sevgilerimle..
Post a Comment