Tuesday, April 07, 2009

18 mart 2009

bugün ikinci gün bitti. bu sabah saati erken saate kurdum. güya ilk ezanda odadan çıkıp diğer ezana kadar ibadet edecektim. bu yüzden bütün gece rahat uyuyamadım. sürekli uyanıp saate baktım. sonunda saat çaldığında kapatıp yattım.ve sonuçta namaza geç kaldık. dışarda kılmak zorunda kaldım ve farzın ortasında yakalayabildim. mehmetle buluştuk. gezi için mescidin bahçesinde toplanılacakmış. otel lobisinden geri mescide gittik. diyanette organizasyon sıfır. insanlar toplanabildiği kadar toplandı ve yürüyerek Ebubekir, Ali ve Gamame (Peygamberimiz burada iki bayram namazı kıldırmış. yağmur namazı ve kıldırdığı ve yağmur duası yağtığı yer burasıdır. burada Efendimizin başında bir bulut ona gölgelik etmiş. bu sebeple bu mescide gamame ismi verilmiş. gamame bulut demekmiş.) mescitlerine gittik.
 
Posted by Picasa

gamame mescidi osmanlı zamanında yapılmış ve üzerindeki küçük kubbeler hep birden bulut gibi gözüküyormuş (nette okudum ama ben pek benzetemedim)biz oraya giderken daha doğrusu toplanırken mescidde de namaz kılınıyordu hatta daha sonra annem 'bugün sabah mescidde farklı bir namaz kılınıyordu ne namazı anlamadım' demişti. hocalar o zaman bunun yağmur namazı olduğunu söylemişlerdi de bize Efendimizin gamame mescidinde yağmur namazı kıldırdığını söylememişlerdi. ya bilmiyorlardı yada gerek görmediler. bu mescitlerin hepsi kapalıydı. burada namaz mescidi nebevide kılındığı için ufak mescidlerin hepsi kapalı. mescitler sonrası tren istasyonuna ve osmanlıdan kalma bir camiye gittik.
 
Posted by Picasa
her ikisi de kapalı. suudlar osmanlıdan kalan tren istasyonunu müzeye çevirmişler ve sonra da kapatmışlar. cami ise yine diğer mescitlerle aynı nedenle kapalı. tren istasyonu hakkında kısa bir bilgi verildi ve caminin önünde dua ettik ve dualarımızı bu camiyi yapan ecdadımıza da gönderdik. tren istasyonunun kitabesini ve tuğrasını sökmüşler.
 
Posted by Picasa
Osmanlı devrinde Medine’ye yapılan önemli hizmetlerden biri demiryolu inşasıdır. İstanbul’dan yola çıkan birisi Medine-i Münevvere’ye kadar sağ-salim ve eziyet çekmeden ulaşabiliyordu. Sultan Abdülhamid cennet mekan bu faaliyet için İslâm dünyasında yardım fonu kurdurdu. Kendisi de başta olarak tüm mü’minlerin buraya yardımlarını temin etti. Toplanan paralarla en kısa zamanda demiryolunun bitmesi için ne gerekiyorsa yapıldı. Medine’ye ulaşan demiryolu, eğer imkanlar müsaade etseydi, belki de Mekke’ye kadar ulaşabilecekti.
 
Posted by Picasa
Demiryolunun inşası 1906’da bitti. Tren yolu vasıtasıyla Medine’nin dışarısıyla bağlantısı sağlandı. Bu yol ancak dokuz sene hizmet verebildi. İngilizlerin tahribiyle bu hat bombalandı.
 
Posted by Picasa
Suriye, Ürdün gibi ülkelerce tren hattının günümüzde kısmen de olsa kullanıldığı biliniyor. Şimdi restore edilen kısım Medinelilerin Anberiye diye adlandırdığı istasyon binası ve çevresindeki bölgeyi kapsıyor. Yani bitirilen istasyonun Hicaz Demiryolu’nun kalan kısmıyla irtibatı yok.
Mescid-i Nebevi'nin güneyinde Anberiye tarafında Osmanlı Askeri Kışlası yapılmış. Sonra ilgisizlikten yıkılmış. şimdi onun yerinde valilik binası var. İki minareli Anberiye Mescidi hâlâ ayakta ve istasyonla birlikte restore edilen eserler arasında. Medine Tren İstasyonu'nda inenler, kıble istikametinde karşılarında Ravza-i Mutahhara'yı bulurlarmış.
İstasyona ziyarete giden hacıların en çok konuştuğu hatıralardan biri de raylara döşenen keçelerle ilgili. O günün teknik imkanlarıyla yapılan kara tren çok gürültü çıkarıyormuş. Abdülhamid han 'Allah Resülü'nün kabrinde rahatsız edilmemesi' düşüncesi ile Medine'nin içine giren trenin hareket ettiği raylara keçe kaplattırmış ve tren raylarını mescidi nebevinin dibine kadar getirtmemiş, Mescid-i Nebi'ye 15 dakika yürüme mesafesinde. Abdülhamid han döneminde yapılan restorasyonlarda da yine Efendimiz (s.a.v) rahatsız olmasın diye çekiçlere keçe geçirmişler.
 
Posted by Picasa
Birbirinden ilginç hatıraları barındıran istasyonda en ilginç hatıralardan biri de milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a ait. Çanakkale Savaşı'nın zaferle sonuçlandığını Medine'de öğrenen Akif, istasyon binâsından biraz uzaklaşmış, bir kum tepeciğinin ardında ağlayarak, yönünü Medine’ye Ravzâ-i Mutahhara’ya çevirmiş, Efendimize müjde verir gibi, göz yaşları içerisinde Çanakkale Destanı’nı yazmaya başlamış. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde, “sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber” derken, manen Resûl-i Ekrem’i görür gibiydi. Evet, Çanakkale ya da Boğaz harbi şiiri İstanbul’da değil, Hicaz’da el-Muazzama tren istasyonunda yazılmış. bunları tabiiki netten buldum ve bulduğuma da çok mutlu oldum.
yürüyerek tekrar geri döndük. yolda hurma pazarını gösterdiler.
 
Posted by Picasa
herkes içeri girerse çıkarması zor olur ve kahvaltıyı kaçırırız diye içeri sokmadılar. yolda annemlerin otelini de gördük, bayağı uzakta. kahvaltı sonrası yorulduğumuzu daha çok hissedip, biraz uyuduk. öğle namazı için kalkıp koştur koştur mescide gittik. annemi aradım ve pembe eşarbımdan dolayı (mehmet geçen yıl doğum günümde almıştı. ben olmadan aldığı ilk hediye diyebiliriz) o beni buldu. beraber namaz kıldık ve tesbih çektik. sonra mescidin tuvaletlerine gidip (hem Kabede hem de mescidi nebevide tuvaletler çok temiz ve güvenli) abdest tazeleyip Ravzayı ziyaret etmek üzere tekrar mescide girdik. ikindiye kadar annemle ayrılmadık. Ravza'yı ziyaret ettik. kısaca nasıl olduğunu anlatayım. mescidin erkeklerle aramızdaki bölmelerinin bir kısmı açılıyor ve Ravza'ya o şekilde giriliyor. insanlar daha doğrusu bissürü kadın bu kapıların önünde yığılıyor, bekleşiyor. 10-15 dakika bekleme sonrası kapılar tek tek açılmaya başlıyor. açılan kapıdaki kadınlar koşmaya başlıyorlar, önce varmak için. cennet bahçesinde yer kapmak için. bu kapılar bildiğimiz dar kapılar değil, bir tanesi 2-2.5 metre genişliğinde vardır. o arada diğer kapılardaki kadınlar huzursuzlanmaya başlarlar ve kendi kapılarını beklemeden o kapıya doğru koşmaya başlarlar. kapının arkasında beklerken diğerlerinin sadece gölgelerini ve seslerini duyarsınız. sanki bir çağlayan gibi gelir sesleri. bunu düşünen sadece ben değilim. aklımdan bu düşünceler geçerken bir türk teyze de aynı şeyi söylüyordu. koşarken insanlar selavat getirerek, ağlayarak koşarlar. biz de genelde annemle el ele tutuşarak koşarız. sonra herkesi geçersiniz ama o kadar kişiyi geçmenize rağmen bir o kadar kişi de içerde ağlayarak birbirini iterek cennet bahçesine ulaşmaya çalışırlar. siz de o kalabalığın arasına katılıp siz de o itişmelerde dalgalanırsınız, ağlarsınız, dua edersiniz. sürekli 'esselatü vesselam aleyke Ya Rasülallah, esselatü veslam aleyke ya Habiballah' diyerek Efendimize selam verirsiniz. duvarda arapça,farsça, türkçe ve endonezya diliyle 'müslüman kardeşim lütfen paniğe kapılmadan sessizce sıranızı bekleyin. size cennet bahçesine girip namaz kılacak kadar yeterli vakit tanınacaktır.' yazıyor (bu yazı çok hoşuma gitmişti ve not ettim).
 
Posted by Picasa
(bu resmi mehmet kaçak çekmiş. kadınlar ziyaret ederken bu kesim boşaltılıyor ve ziyaret burada yapılıyor. Kuran'ların dizili olduğu rafların arkası peygamberimizin kabri. cennet bahçesi de bu direklerin arası.) Kabr-i saadetlerini ziyaretin faziletiyle ilgili olarak şu iki hadis zikredilir: "Kabrimi ziyaret edene şefaatim sabit bir hak olur" ; Kim ki, beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir" (Acluni, Keşful-Hafâ, Beyrut 1351, II, 250) bu hadisi şerifler sebebiyle insan heyecanlanır ve sürekli ağlar. çünkü O'nu orada hissedersiniz. sürekli ağlarsınız O'na layık olmadığınız için utanırsınız. Şefaati için yalvarırsınız.sonra da durabildiğiniz her yerde namaz kılmaya çalışırsınız. tabii birisinin sizi kollaması gerekir çünkü secdede her an birisi kafanıza basabilir. bu yüzden annem bana hemen namaza dur der sonra da beni çevrelemeye çalışır. üzerime gelenlere engel olmaya çalışır.
 
Posted by Picasa
cennet bahçesine gelince; Mescid-i Nebi içinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in kabr-i saadetleriyle minber-i şerif arasında kalan kısım demektir. Bu yer 10 m. genişliğinde ve 20 m. uzunluğunda 200 m2 lik bir sahadır. Bu alanın fazileti ile ilgili olarak Allah Resulu şöyle buyurur: "Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir" (buhara, fadlü's-salati fi mescid 57). bu hadisi şerife uyarak insanlar bu 5 direk arasında, yeryüzündeki cennet bahçesinde namaz kılmak için birbirleriyle yarışırlar. biri bitirdiği anda diğeri başlar. namaz kıldıktan sonra insanların arasından sıyrılıp buradan çıkmak bile çok zordur. annemle 2 kez ziyaret edebildik. bir gün de açılacak diye yanlış bir yerde bekleyip sonra insanlar dağılılnca herhalde bugün açılmıyor diye düşünüp öğle ve ikindi arasını annmele mescidde geçirdik ve o ertesi gün hatamızı anlayınca o kadar üzüldüm, o kadar üzüldüm ki anlatamam. eğer o gün yanlış yerde beklemeseydik Efendimizi bir kez daha ziyaret edebilecektik. sanırım ikinci gidişimizde genç bir arap kadın anneme çocuğunu vermiş, çocuk sürekli ağlıyor ve altına pislediği için de çok pis kokuyor. ben namaz kılıyorum tam en önde. annesi de bir yerde namaza durmuş. anneme baktım. çocuğu bana verip hemen benim yerime geçti. yan tarafımdaki diğer genç arap kadın bana birşeyler anlatmaya çalıştı. sonunda onun da ağlayan çocuğunu aldım. kucağımda pi kokan ve ağlayan iki çocuk, taşıyamadığım için ikisini de belimden aşağıda tutuyorum. sonra genç bir trük bana yardım ediyor. çocukların benim olmadığını söylüyorum. sonra da anneleri gelip aldı ve annemle çıktık. çıktık dediğim o kalabalıkta çıkılıyor ve insanlar yine namaz kılıp dua ediyorlar. arap polis yol üzerinde namaz kılmana izin vermiyor 'yöl hacı, yöl hacı' (yol demek istiyor) deyip sana daha uzak köşeleri gösteriyor. orada oturup namz kılıyoruz ve çantamdan beni okuyan çoğu insanın isimlerinin yer aldığı dua listemi çıkarıp Resullullah huzurunda duamı yapıyorum. sadece listedekiler değil, aklıma gelen herkese dua ediyorum, çoluk çocuk, eğitim, para, bolluk, bereket, sağlık ve hayırlı eş için. en çok da bekar arkadaşlarım için.
Huzurdan çıkarken etrafınıza şöyle bir bakınca insanların sessiz sakin yürüdüğünü görüyorsunuz. halbuki girerken öyle miydi? adeta bir çağlayan gibi akan insanlar bu insanlar mı? içeride insanlar tamamen deşarj oluyor ve dışarı çıkarken aynen tarif ettiğim gibi oluyorlar. bugün bizim teknisyenler konuşuyorlardı. türk sosyetesi oraya gezmeye mi gidiyor ibadete mi? orada gezecek bir şey yok. orada bu duyguları yaşayan her insan tekrar tekrar yaşamak ister. onlar da akıllı, neden bu duygudan mahrum kalsınlar? nalanla konuşurken ona da yoga örneğini vermiştim. yogayı insanlar spor için değil, meditasyon, arınma için yaparlardı , hala da yapıyorlardır. işte yoga ne ki? arınma işte burada oluyor. inanınki bu anlattıklarım sadece benim hissettiklerim değil, buraya her giden böyle hissediyor. o yüzden muhakkak en kısa zamanda imkanınız varsa sizler de bu tecrübeyi yaşamaya çalışın. yoksa çok şey kaçırırsınız. aynı şeyleri herkes yaşıyor, hissediyor dedim. Ravza ziyaretinde insanlar birbirini iterken ama bu itişme birbirini gerçekten itmek, üzmek için değil, (çünkü orada biri diğerini yanlışlıkla itse darılmasın diye biribirinin sırtını sıvazlar) sadece hedefe kilitlendikleri için. aklımdan Allahım şu insanlara bak, nasıl aşkla sana yalvarıyorlar, nasıl bu kalabalıkta namaz kılmaya çalışıyorlar? burası gerçek cennet değil de ne? diye aklımdan geçirirken bir türk teyze bağırarak 'şu kalabalığa bak ya, burası cennet cennet' dedi. orası gerçekten cennet... Allah yaptığımız duaları kabul eder İnşallah.
ikindi sonrası annemden ayrılıp mehmeti aradım, Ravza önünde buluşup Cennetül Baki'ye gittik.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
bayan ve erkek kapısı ayrıymış. ayrı ama zaten kadınları içeri almıyorlar. araplar kadınları mezarlıklara almıyorlar (sanırım kadınlar mezarlıklarda kendilerini paralamasınlar diye) merdivenden çıkıp şöyle dışardan bir bakıyorsunuz. ben mehmetten ayrılıp yolu tekrar geri yürüdüm. kadınları takip edip kapıyı buldum, iranlıların arasına karıştım. burayı ziyaret eden kadınların % 90'ı iranlı. itiş kakış ezilme tehlikesi.... zorla merdivenleri çıktım, ezilme ihtimali için duvar kenarından yürüdüm. yukarı çıktığımda çok ileri gidemedim ve gitmeye de niyetlenmedim.
 
Posted by Picasa
(resim netten)mezar taşları olan büyük bir mezarlık. ne yazı var ne birşey. kim nerede yatıyor belli değil. çabucak ve biraz da zorla o kalabalıktan çıkıp aşağı indim. mehmetle buluşup otele geldik. öğlende birşeyler atıştırdık ve tekrar abdest alıp koşturarak akşam namazına gittik. annemi buldum ve birlikte ibadet ettik. akşam namazı sonrası akşam yemeğini yedik. genelde yemek sonrası abdest alırsanız namaza zar zor yetişiyorsunuz. biz de o akşam biraz geç kaldık. ben cemaatle kılmayı çok iyi bilmiyordum ama şimdi öğrendim. bir de cemaatle kılarken namaz başladıysa ortasından başlayıp sonra ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. ama burada birkaç kez mehmet yüzünden gecikince bana yolda anlattı ve öğrenmiş oldum. namaza geç kalınca mehmet beni bıraksa koşarak giderim ama o geç kalınca koşulmaması gerektiğini, hadis olduğunu Peygamber Efendimizin 'vakarınızla yürüyünüz' dediğini söyledi. o yüzden de geç kaldığımda, koşmadan kafam dik ve vakarlı bir şekilde hızlı adımlarla yürüdüm.

No comments: