Wednesday, January 13, 2010

canım yeğenim

muhammedi kaybedeli 1 hafta oldu. geçen hafta bu saatlerde son dakikalarını yaşıyordu. içimden hiç yazmak gelmiyor ama yazmasam bu sefer de ileriki yıllarda olayları unuturum.
 
Posted by Picasa

(izmirde kemik iliği naklinde kiraladıkları evde, beyazıtla birlikte. sanırım muhammedin elindeki ankaradan kiracıları saliha halasının getirdiği kel oğlan bebeği. onsuz hiç yatmıyormuş. bir gün ablam ondan hiç ayrılmadığını söyleyince ânne ben ona gece neler neler anlatıyorum. herşeyimi ona anlatıyorum' demiş. ablam bu seferki yatışımızda onu istemedi, anne bu sefer götürmeyelim, evde kalsın demiş.geçen hafta salı günü kayınvalidemi karşılamak için samsuna gidecektik. hastaneden erken çıktık.hastaneye gittiğimizde muhammedin yüzü normalden biraz daha kırmızı görünüyordu, solunumu her zamanki gibi fazlaydı. başında granülosit verildiği için monitör vardı. halası bir tepsi sütlaç getirdi, bir kasenin yarısını yedirdim. ümmühan o gün şemsiyeli çikolata getirmiş, ama yememiş. bunu sonra yiyeceğim dedi. ümmühanın yılbaşı için getirdiği renkli şekerleri yastığının altına koymuş, her gün bir tane yiyormuş (daha sonra eşyaları eve geldiğinde onları odasındaki pembe sepetin içine koydum).
 
Posted by Picasa

(beyazıtın Kuran düğününde kardeşiyle birlikte hediyeleri açarken)odasında 15 yaşlarında ama daha küçük görünen sanırım ismi hüseyin olan bir çocuk vardı. tv'de haberleri seyredip birbirlerine gösteriyorlardı. özellikle kar haberi dikkatlerini çekmişti. dışarı çıkamadıkları için özenmesinler diye dışarda hava çok soğuktu bile diyemedim. ablam dağlaarda kar olduğunu söylemiş de muhammed 'dağlarda olsun ama buralara yağmasın. çünkü buraya yağdığında evde olup kar topu oynamak istiyorum' demiş. o gün odasında büyük çocuk olduğu için mutlu olmuştum. önceki gece bayağı kötü saatler geçirmişler, muhammed bayağı kötüymüş. serviste bütün anneler onun için dua etmişler. ablam o gün ölecekti ama çok uğraştılar ve 2 gün daha yaşadı diyor. o gün ayrılmadan önce son çekilen filmine baktım, ciğerlerini dinledim sonra da hoşçakal deyip odadan çıktım ama içimden bir ses gidip sarılmamı yoksa pişman olabileceğimi söyledi. odaya geri gidip ona sarıldım. cumartesiye kadar onu göremeyecektim.
 
Posted by Picasa

(kemik iliği sonrası steroidli hali. bu halini ben de görmedim. izmirde geçirdi)aşağı indim ve annemlerle ve ablamlarla vedalaşıp yola çıktık. uçağın iniş saatini yanlış hesaplamışız, biz hastaneden çıkarken uçak çoktan inmiş. annemi aldık ve eve gittik. gece yatmadan telefon açtım, babaannesi muhammedin top kek yediğini ve gayet iyi olduğunu söyledi. o konuşmadan sonra ben gayet rahat uyudum. ertesi gün ablamı aradım,sanırım 10 civarıydı, şuayip abi çıktı. muhammed bütün geceyi uyanık geçirmiş. solunum sıkıntısı ve taşikardisi (kalp hızı 150'nin üstünde) varmış, yatamadığı için masayı getirmişler ve üzerine 2 tane yastık koymuşlar ağzında maske olduğu için başını yan çevirip uyumaya çalışmış. gece annem de o da hiç uyumamış. ablam ise 10-15 dakika uyumuş ve bu muhammede çok dokunmuş. ablam hiç uyumadık deyince 'hiç de, ben uyumadım. sen uyudun' diyormuş. o sabah muhammed kötü diye odasını değiştirmişler, hemşire bankosunun karşısına almışlar. şuayip abi rica edince odaya başka hasta almamışlar. o sabah üçü birlikte odada kahvaltı etmişler. o gün muhammede son kez granülosit vereceklerdi ama kötüleşince veremediler. o gün taşikardisi 180'lere çıktı. solunum sayısı da bayağı artmış, normalde kırk civarındaydı. sanırım 50'lere çıkmıştı. 2 haftadır devam eden ateşi birden düştü, ama ne düşüş 35'lere. hemşire ablama yanlış bakıyorsun demiş. defalarca ablam bakmış, muhammed yanlış çıkıyor diye selpakla koltuk altını silmiş ve birkez daha yerleştirmiş. gerçekten 35 olduğunu anlayınca bu sefer kazak giydirmişler. canım benim ablam ateşini çıktığını hemen anlardı diyor, anne ayaklarım üşüyor, yine ateşim çıkıyor dermiş.
kardiyolojiyi çağırmışlar, ekoya götürmüşler. doktor muayene ederken düz yatmak istememiş. doktorun kızmasına rağmen ablam nefes alabilmesi için biraz oturtmuş. canım benim çok özlüyorum onu. şimdilerde ablam da vefat haberini almıştı ve sabırla yoğun bbakımın önünde onu görebilmek için bekliyordu. sistolik disfonksiyon var demişler. kalp hızını yavaşlatmak için yarım tablet dideral vermişler. sürekli uyumak sitiyorum, bana uyku ilacı versinler diyormuş. ablam hemşireye gidip muhammede sf yapmasını, belki de psikolojiktir demiş. bir müddet sonra bu ne biçim uyku ilacı hiç işe yaramıyor, uykumu getirmedi demeye başlamış. o kadar kötüleşmiş ki bir ara bir kaç kere 'anne galiba ben ölüyorum' demiş. babası 'ne kadar kötü olursa olsun hiç bir zaman kötüyüm demezdi, her zaman iyiyim derdi ama o gün ilk defa kötüyüm dedi' diyor.
ablam bir kaç hafta önce ona her zamanki gibi annesinin gülü demiş ve muhammed de 'gülün soldu anne' demiş. ablam muhammedin ilahileri özellikle de sordum sarı çiçeğe ve Aman çeşme canım çeşme. Sen Ahmed'i görmedin mi ilahisini çok seviyormuş ama ablam ona bu sonuncu ilahiyi
'Aman çarşı canım çarşı
Nur Ahmed'i görmedin mi
Biraz önce kefen aldı
Şu karşıki kabire sor Aman kabir canım kabir
Muhammed'i görmedin mi
Şimdiye kadar sizindi
Şimdi ise bizim oldu.'
 
Posted by Picasa
sözlerinden dolayı ona hatırlatmamaya çalışıyormuş. ablam sürekli salavat getirdiğini, hatta son dönemde umreye hazırlık için 'lebbeyk'i ezberlediğini, tavafın nasıl yapıldığını öğrendiğini, doktorlar kan almaya geldiğinde yüksek sesle şahdet geitrdiğini ve doktorların 'muhammed canını almaya gelmedik' dediklerini ve muhammedin de 'olsun canımı çok yakmayın, tek seferde kanımı alın' dediğini anlattı. bazen doktorlara vampirler tüm kanımı aldılar, sonra da kanı düşük diyorlar dermiş. dideralden 1.5 saat sonra kötüleşmiş. garip hareketler yapıyormuş, kendini arkaya doğru atıyormuş. ablam muhammed niye öyle yapıyorsun demiş. 'bilmiyorum, anne kendiliğinden oluyor' demiş. sonra kendini arkaya atmış, uyuyor gibi. 24 saat boyunca oturur pozisyonda olduğundan, nefes alamadığı için kesinlikle yatmadığından ablam bir gariplik olduğunu anlamış. doktoru çağırmış, tüm gece uyumadığı için uyuyor demiş. ablam inanmamış ve diğer doktoru çağırmış, yoğun bakıma almışlar.
içimden hiç gelmediği için spora gitmeme kararı almıştım, eve yeni gelmiştik ki telefon geldi. yemek yedikten sonra hazırlanıp yola çıktık, ben her ihtimal için valizimi de hazırlamıştım.
 
Posted by Picasa
(muhammed sadece 4 gün giyebildiği okul forması ile)
hastaneye vardığımızda ben yoğun bakıma çıktım, mehmet ve annesi kafeteryaya gittiler. herkes yoğunbakımın önünde oturmuş bekliyordu. izin alıp içeri girdim. muhammedi, canımı ayrı bir odaya almışlar, monitörize, maske ile oksijen alıyor, başı biraz kaldırılmış, gözleri kapalı, elleri bağlı. görünce ağlamaya başladım, sanki kabustaymışım gibi sesim çıkmadı. biraz kendimi zorladım ve sesim titreyerek ve kendimin dahi tanımadığı bir sesle 'muhammed, muhammed' diye iki kez seslendim. hiç bir tepki vermedi. gözünü açmaya çalıştım, biraz zorlukla açtım, bayağı dilateydi. memesini sıktım, hiç tepki vermedi. onunla ağlayarak konuştum, 'muhammed, muhammed annen dışarda seni bekliyor. hepimiz dışarda seni bekliyoruz. sana dua ediyoruz. muhammed lütfen iyileş olur mu...' ilk başta kızarlar ve bir daha içeri girmeme izin vermezler diye dokunmadım, daha sonra okşadım, alnından öptüm. canım benim durumunun ne kadar kötü olduğunu gördüğüm halde bir kaç saat içinde öleceğini tahmin edemedim, hatta dışarı ağlayarak çıktığımda bundan birşey çıkmaz diye düşünürken, ablamlara iyileşecek derken kendimi de inandırdım.
bekledik, bekledik, kafeteryaya gittik ve ablamlar yemek yediler. diğer çocukların anneleri gelip ablama destek olmaya çalıştılar. aşağıdan yukarı çıktım, anne ve babasını çağırıyorlar dediler. içeri gittim, ne oldu ben teyzesiyim dedim. önce babasına söyleyeceğiz dediler, sonra doktor, müdahale ettik, entübe ettik, her yerinden kan geldi, kaybettik dedi. ağlamadım, kendimi tuttum, şuayip abiyi bulup getirdiler, n'oldu? dedi. kaybettik dedim, o içeri girdi. sonra hidayet ve berat geldi, hidayete sarılıp birlikte ağladık. berat önce anlamadı, sonra anladı ve ağlamaya başladı. onun ilk tanıyı duyduğundaki hali aklıma geldi. daha ablam bilmiyordu, şuayip abi ablana git bak demişti. ama şuayip abi de dıaşrı çıkmadığından merak ettim ve hidayetle ısrar edip içeri girdik. şuayip abi aygın baygın bir yerde yatıyor mu acaba diye düşünürken o çocuğunun yanında diz çökmüş, elini tutmuş, dua ediyor. hidayetle muhammedi görünce ikimiz birlikte tekrar ağlamaya başladık. şuayip abi 'ağlamayın, susun, benim oğlum cennette' dedi. ben dışarı çıkıp aşağı inip ablamı buldum, wc'deydi. neden bei çağırıyorlar dedi. makineye bağlayacaklarmış, onay istiyorlar dedim. 'şimdi ne olacak' dedi. dışarı çıktığımızda annemle ona sarıldık 'n'oldu?' dedi. ve yukardan ağlama sesi duydu, elimizden kurtulup asansörlere doğru koşmaya çalıştı. birisi ağlıyor, bırakın beni diyordu. asansöre bindik, yukarı çıktığımızda şuayip abi ile sarıldılar. herkes ağlıyordu. şuayip abi hazırlasınlar içeri alacaklar dedi. sabırla yoğun bakımın önünde sandalyede oturup bekledi. bağırarak ağlayan muhammedin halasına 'susun, kimse bağırmasın, aşağıdaki çocuklar bu sesleri duymayacak, onlar korkarlar' dedi. başsağlığına gelen doktorlara teşekkür edip helallik istedi. sizleri çok zorladım(arada hocaya şikayet ediyordu ve bazen de doktorlarla tartışıyordu), sizler muhammedin hep gönlünü yaptınız dedi. bayan doktorlardan biri gelip ablama sarıldı ve ne kadar sabırlısınız dedi. bir müddet sonra anladık ki muhammedi çoktan aşağıya indirmişler. ablamı aldık ve hidayetin arabasına annem öne, arkaya ben, ablam, seda yada ayşenur bindik. yolda hepimiz ağlıyorduk ama ablam çok ağlamasın diye kendimizi tutmaya çalışıyorduk. yolda hidayet birara bayağı ağladı, annem kaza yapar diye korkup onu uyardı. eve geldiğimizde elmas teyzelerin evi (ablamın kayınvalidesi) çoktan dolmuştu. içeri girdik. ablam sürekli cam kenarındakilere gelmedi mi muhammed diye soruyordu. ümmühanlar gelirken bellona kamyonetini görmüş ve muhammedin onunla getirildiğini tahmin etmiş. (hastanede ümmühan fenalaştığı için babam onu eve göndermişti. ona telefon açıp haber verdik. bu arada mehmet ve annesi de evimize geri döndüler ve mehmet 2 saat sonra geldik diye aradığında ben muhammedin başında ağlayarak muhammedin vefat ettiği haberini ona verdim)
muhammed geldiğinde ablam eve kimse gelmesin ben eve çıkacağım ve onu evde ben karşılayacağım dedi. birlikte çıktık, erkekler muhammedi kocaman bir tabut içinde getirdiler. salona yere koyup tabuttan çıkardılar. yere mavi bir battaniye koyduk. onun üstüne muhammedi ve üstüne de beyaz bir çarşaf. önce kafası kıble tarafındaydı daha sonra erkekler girdiğinde ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırmışlar.
muhammedin başında sadece ağladık, hiç gürültü, patırtı olmadı. ses biraz yükseldiğinde ablam bağırmayın, muhammedi korkutmayın, o bağırılmasını istemez dedi. yüzünü açıp sadece çok yakın olan kişiler baktık, yüzü aynı, hiç değişiklik yok, sadece yüzünün bir yerinde batikon var ve sonra farkettik ki yüzünün bir tarafında kılcal damarlanma artmış.
ablam 'o bize misafirmiş de ben anlamamışım' diye ağlıyordu. muhammedin misafirlerini ağırlıyoruz diyerek evdeki en güzel tabak, çanak, havlu vs'lerini çıkardı. muhammed 'anne evde sadece bir gece kalmak istiyorum' diyormuş. aynen öyle oldu evde bir gece kalabildi. yeni yatağında bir gece bile yatamadı. o gece ablam ve şuayip abi muhammedin odasında kaldılar ama uyuduklarını pek zannetmiyorum, çünkü ablamın ağlama sesleri ve şuayip abinin teselli sesleri geliyordu. adamın biri geldi ve bana beratı işaret edip bunu bir yere yatır dedi. onu alıp ablamların odasına götürüp saatlerdir uyuyan beyazıtın yanına yatırdım. takım elbiseyle yattı. ayşenurun odasında ayşenurun yatağında hidayet ve ayşenur birlikte yattı. açılan kısımda ben ve ümmühan, 2 teyzem, annem ve 2 yengem yerde battaniye üstünde uzanmıştı. muhammedin başında 3 tane adam bekliyordu. herkes o kadar konuştu ki sonunda kalktım ve muhammedin yanına gittim. hidayet ve seda da oradaydılar. onlar odadan gittiler ve ben onu yalnız başına tanımadığı adamlarla bırakmamak için başından hiç ayrılmadan sessiz sessiz ağladım. ablam 5'te kalktı, geldi.
erkenden kahvaltı yaptık, berat hariç. ablam gece şuayip abiyi sıkı sıkı tembihledi, muhammedi belediyenin adamları yıkamayacak, öyle yalaka bir hoca da değil. ona yakışır, onu kimseye göstermeyecek, kendisi de kesinlikle onun vücuduna bakmayacak saygıdeğer bir hoca yıkayacak. babamı arayıp söyledim, tamam dedi.
sabah muhammedi gelip aldılar, yıkanmak üzere götürdüler. bu arada söylemeyi unuttum, ablam çocuk tabutunda getirirler herhalde diye düşünüyormuş. ama muhammedin boyu o kadar uzamış ki yetişkin tabutunda ayakları tam tutmuş.
o yıkanırken yanında 3 hoca varmış, bir tanesi yıkarken diğerleri Kuran okuyormuş. ablamın arkadaşının oğlu yıkanırken yanına girmiş. çocuk muhammedin gülümsediğini, kendisini resim çekmemek için zor tuttuğunu söylemiş.
yıkandıktan sonra muhammedi eve çıkarmadılar. fatma yengenin kapısının önüne iki sandalye üstüne(apartmanın girişi) tabutunu koydular. ablam bakmak istedi ama açtırmadık, o da ısrar etmedi. babaannesi illa beyazıt baksın dedi ama ona da göstermedik. beratın da anlattığı gibi beyazıt bir ara bu kutunun içinde ne var falan diye sordu. başında hoca dua etti. hoca dua ederken beyazıt bağırdı 'o benim abim, ben onun kardeşiyim' diye. hepimiz için o kadar zordu ki, biraz sonra bizi bırakıp gidecekti. aşağı indirdiler, sokağa çıkardılatr. tekrar dua edildi. biz ablamla bahçenin dışına çıktık, onu görebileceğimiz bir yere. o kadar zor ki aradan kaç gün geçti (30 gün) ama hala yazarken ağlıyorum. hepimiz ağlıyorduk, berat öyle bir ağlıyordu ki önceki günden üstündeki ince kravatlı takım elbisesi, elindeki mendili yok, hem göz yaşları hem de burnu damlıyor. ona sarılıp mendil verdim. helallik istediler, onu aldılar ve cenaze arabasına koydular. berat ve hidaayet arkaya yanına oturdular, babası öne. ablam sadık diye seslendi 'sadık sen onun tek amcasısın, sen de onun yanına bin, onu yalnız bırakma' dedi. araba hareket etmişken durdurdular ve amcası da bindi. bizim meleğimiz böylece gitti. büyük camide kendisine yaraşır bir arkadaşı varmış, musalla taşında. zafer ofsetin sahibi. çok muhterem bir insanmış. büyük cami dolmuş taşmış, mezarlık da öyle. yetişkin bir insanın cenazesi gibi kalabalıktı diye anlattılar. mezarlıkta herkes gittikten sonra hoca ve isamil abim yalnız kalmasın diye bir müddet yanında beklemişler.
o hafta ablamlarda kaldım. ben yalnız kalmadım. diğer kardeşler de sırayla kaldılar. ilk gece ablamla beyazıt beyazıtın yatağında ayşenurla ben de muhammedin yatağında yattık. ablam bana muhammedin yorganını verdi (istanbuldan debenhamstan zamanında alıp kargoyla yolladığım kaz tüyü yorganı), ayşenur da yastığını almış.
her gün muhammedi ziyarete gittik (ablam mezarlık deyince kızıyor). bir gün gittiğimizde bissürü çiçek ekilmişti, ablam haricinde hepimizin haberi vardı. ümmühan muhammed için lale soğanları almış ama sadık ondan önce davranıp çiçekçi getirip çiçek ektirmiş. ablam acayip mutlu oldu, 'oğlum, çiçek mi açtın sen?' dedi. ayşenur da 'anne, artık sanki muhammedin yanakları pembeleşmiş, hasta değilmiş, sağlıklıymış gibi geliyor bana' dedi. biz dua ederken beyazıt da abisine yasin okudu. son gittiğimde ise hava çok soğuktu ve beyazıta muhammede hastanede hediye edilen atkıyı taktı ve 'beyazıt, abine söyle abicim atkını taktım diye, abin mutlu olsun' dedi. beyazıt da 'sevinir mi anne?' dedi. ablam da 'tabii olmaz mı' dedi. ablamlarda kalmak ilk gece öyle garip geldiki muhammed hep onlarda kalmaızı isterdi ve biz hep beraber onlarda kalıyorduk hem de onun için.
gelen giden hiç eksik olmadı, küçük kuzenler, istanbuldaki ev sahibim amcam (felçli), muhammedin arkadaşı olan amcamın oğlu, kuzenlerin muhammedin arkadaşı olan çocukları hepsi bir kaç gün sonra öğrendi. sarılıp onları teselli ettik. bu küçücük yaşlarında arkadaş acısını tattılar.
muhammed çarşamba vefat etti ve ben pazartesi işe başladım. perşembe günü tekrar izin alıp ablamlarda yapılan tevhide katıldım. 300'e yakın kişi gelmiş. 300 tane yaptırılan mevlüt şekerleri yetmedi. baisağlığına gelen insanlara ikramda bulunduğumuzda yemek istemediklerinde muhammedin misafirisiniz, onun ikramı lütfen yeyin dedik. ablam 'şimdi çocuklarını kaybeden ailelerin acısını paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. biz kendimizi düşünerek dayanamam diyoruz ve cenazeye gitmiyoruz ama gitmek gerekmiş' diyor. gelene, telefon açan acımızı paylaşan herkesten ALlah razı olsun.
geceleri yattığımda artık hayal kuramıyorum. sadece onu düşünüyorum. hastanede aklıma o geliyor, kendimi kötü hissediyorum. o kan benzeri madde vücuduna verildikten sonra vücudunda olabilecek şeyleri düşünüyorum, kızaran, kıpkırmızı olan yanakları, akciğerden kan gelmesini, muhtemelen intrakranial meydana gelmiş kanamayı.... sağlıklı halini düşünüyorum ve öleceğini o haliyle öğrendiğini ve bize daıldığını düşünüyorum. kafamdan saçma sapan şeyler geçiyor. onu özlüyorum. ablamlar hala normal hayata geçmediler. ablama göre normal ama ayşenura göre koskacaman plazma dururken tv'yi açmamak anormal oluyor. anne ne zaman normal hayata döneceğiz diye soruyormuş. beyazıt geceleri ağlayarak uyandığı için ayşenurun odasında yatıyorlarmış. muhammedin odasında yatmıyor diyor. ben ordayken ziyaret dönüşü depodan muhammedin kitaplarını çıkarıp kitaplığına dizdik. en çok sevdiği kitabı merve sonsuzluk ülkesinde'yi akşam beyazıta ve cemale okudum. muhammed cennette olduğu için ve kitapta cenneti anlattığı için büyük merakla dinlediler. hepsinin en mrak ettiği şey bu ara cennet. beyazıt babasına 'baba hani dünya var ya, cennet onun içinde mi? içinde mi yoksa yüzeyinde mi?' diye sormuş. şuayip abi de 'oğlum cennet dünyada olsa biz de giderdik abinin yanına' demiş. ilk gün beyazıt abisinin telefonun aldı ve abim telefonunu götürmeyi unutmuş dedi. ablam da cennette çok daha güzel telefonu oldu dedi. bu sefer anne abimin telefonunu söyle onu arayacağım, onunla konuşacağım dedi. ne kadar arayamazsın, onu duyamazsın ama sen konuşursan o seni duyar, seni görüyor dediysek de sürekli ağladı ve hayırrrrrrrrr konuşacağım deyip durdu, hatta gece uyandığında sayıklayarak konuşacağım diyordu. kuzenin kızı ile konuşmuşlar kız abin nerde demiş. beyazıtta abim cennette, çok güzel değişik meyvelrden yiyor ve bize gülümsüyor demiş. kız demiş ki beyazıt biz de cennete gidip o meyvelerden yiyebilirmiyiz? beyazıtta iyi olrsak gidebilirmişiz demiş. kız 'acaba meyvelrden yiyebilirmiyiz?' demiş. beyazıt yeriz demiş. kızın kafasında yine soru işereti 'iyi de sen abin gibi erkekesin, ben kızım, ya bana izin vermezlerse' demiş. güldük, zavallı bu yaşta kadın erkek eşitsizliğini öğrenmiş dedik.
muhammed bu bahsettiğim kitabı çok severmiş. onu ayşenura almışım. muhammed okuma yazma bilmezken ablasına sürekli okturmuş. sonra kendisi sürekli okumaya başlamış.
 
Posted by Picasa
, sevgili ercan, muhammedin abisi. kemik iliği naklinden önce hastanede yattıklarında 1 ay ercanla aynı odada kalmışlar. birbirleri ile sürekli didişip durmuşlar. arada muhammede telefon açıyordu. hiç yemek yemediği bir dönemde okuldan izin alıp gelmiş. ablam o gün çok güzel geçti. odaya ben hiç girmedim, ercan ona yemek yedirdi, oynadılar, çok güzel bir gün geçirdi diye anlatmıştı. muhammed yoğun bakımda yatarken, biz kafeteryadayken ercan aradı, ablam ona dua etmesini söyledi. ertesi gün cenaze akşamı eski bir arabaya 7 kişi atlayıp merzifondan gelmişler, muhammede süpriz yapacaklarmış. samsuna gelince telefon açmışlar, haberi öğrenip eve geldiler. ercan 'muhammed bana çok kötü bir süpriz yaptı dedi. meğer onun doğum günüymüş'. ablamlar da muhammedin iyi olduğu dönemde onları ziyarete merzifona gitmişlerdi. onları uğurlarken, arabayı ve onların zorla arabaya sığmalarını görünce dünyada ne iyi insanlar var, küçücük çocuğun gönlünü yapmak için bu kadar insan bu şartlarda bu kadar yolu gelmişler diye düşündüm.
 
Posted by Picasa

furkanla birlikte. kuzenimin oğlu, muhammedin yakın arkadaşı. ablam sanki büyük adam gibi muhammedin her dediğini yaptı, hiç gönlünü kırmadı diyor. muhammedin vefatını bir kaç gün sonra okuldaki arkadaşlarından öğrenmiş, zaten bütün okulda konuşulmuş. bayağı ağlamış. 'anne yazın playstation oynadığımızda ben yenmiştim' diyormuş. suçluluk duyuyormuş, onun kazanmasına izin vermediği için.
 
evde karne alırken.
 
Posted by Picasa
hastaneden son çıktıklarında (bir kaç saatliğine) beyazıt ablasını çok kızdırmış, çıldırtmış demek daha doğru. ablam diyor ki' beyazıtı yanına oturtmuş, sanki kendisi de o da büyük adam gibi kardeşine öğüt veriyordu. bak beyazıt böyle yapmaman lazım, ablayı üzmemen lazım.... ''o kardeşine son nasihatlarıymış'. benim güzel yeğenim, her gece kardeşine 365 günde sevgili peygamberim (yine aynı yazarın kitabı) adlı kitabı okuyormuş. ablam işaretlediği yer hala duruyor diyor. merve sonsuzluk ülkesinde cennet anlatılıyor. muhammed bir gün hastanede hilale cenneti anlatmış (hilal 18 yaşlarındaydı) hilal bayağı şaşırmış. ablam anlatınca ben de şaşırdım, çünkü anlattıklarını ben de bilmiyordum. muhammed vefat edince çocuklarla birlikte bende de bir cennet merakı başladı. benim de işe yarar kitap bulup okumam lazım.
 
Posted by Picasa
bu da babaannesi ile. ayşenur sağolsun bütün resimlerini toparladı ve hepimize dağıttı.

Sunday, January 10, 2010

muhammedin düğünü var cennette cennette

 
Posted by Picasa


6 ocak 22:30-23:00 arasında yüreğimize ateş düştü. muhammed emini cennete damat olarak gönderdik. resim vefatından 1 gün önce çekildi.

Friday, January 01, 2010

salı günüm hastanede sıkıntı içinde geçti. öğlende poliklinikte ağlayarak dua ede ede uyuya kalmışım. hoca ablamlarla konuşmuş ve daha da kötüleşirse yoğun bakıma alacağız demiş. bunu duymak beni iyice korkuttu. işten erken çıkıp eve geldim. mehmet de gelince samsuna doğru yola çıktık. ulusoyun tesisinde tost yedik ve muhammede hediye kafası yara bantlı bir ayı aldım. hastaneye varınca mehmet kafeteryaya şuayip abinin yanına gitti. ben muhammedin odasına girince ablamın arkası dönüktü ve muhammed beni görünce 'teyzeee' dedi. ablam kız kardeşim geldi zannetmiş, içinden muhammed neden bu kadar sevindi diyormuş. yol boyunca ağladığım ve ayşenurla koşarak bana sarılışları aklıma geldiği için gidip ona sarıldım ve yanaklarından öptüm.
 
Posted by Picasa

(bu bereyi atkı ve eldiveniyle birlikte yılbaşı hediyesi olarak getirmişler. çok mutlu olmuş. hastanedeyken ufacık bir hediye dahi gelse mutlu oluyor)benim güzel yeğenimin elleri mor, siyah renk arasında, dudakları tamamen çatlamış (normal çatlama değil, filmlerde çöldeki insanlarda yaptıkları gibi, kocaman kocaman kabuklu), oksijen maskesi yüzünden yüzünün bir kısmında kırmızı renkte maskenin yaptığı laserasyon var. hızlı ve derin derin nefes alıyor ve tamamen halsiz. iyiki gitmişim, o kadar mutlu oldular ki.. ayıyı çok beğendi, isim ne koysak diye düşündük. evdeki lahana bebeklerinin ismi çilek olunca buna kayısı dedik, sonra muhammed tüylü dedi. ama ertesi gün ablası hastaneye gidince ona isim bulmasını söylemiş.
 
Posted by Picasa
bir müddet sonra ümmühan geldi, elinde kocaman mavi tüllü bir sepetle. içinden neler neler çıktı; dualar, oyuncaklar, yılbaşı süsleri. ablam sepeti hemşireye gösterdi ve hemşire muhammedden önce davranıp hediyeleri tek tek açtı, hepsine methiyeler dizdi.
 
Posted by Picasa
 
Posted by Picasa
muhammede de sen uğraşma diye ben açıyorum dedi. muhammed de 'iyi de iki elimde boş, intraket ayağımda kendim açabilirim' dedi. bu arada geldiğimde damar yolu tıkandığı için ket odasına gitmesi gerekiyordu. çok halsiz olduğu için tekerlekli sandalyeyle götürmek zorunda kaldık. işlem sırasında o kadar çok ağladı ki kendimi bayılacakmış gibi hissedip odadan çıktım. bu arada servisi tamamen süslemişler, çam ağacı bile vardı. bir kaç gündür böyleymiş.
 
Posted by Picasa
bunları yazarken aklıma muhammedi taksime hastaneye götürüşüm ve beraber gezmemiz geldi ve eski sayfalarda arayıp bu güzel günü buldum. nurten bazen eski yazıların çok eğlenceliydi, o yazıları özlüyorum diyor, haklı da. ben de özlüyorum.
 
Posted by Picasa
ümmühan geldiğinde ağlıyormuş, mehmet ona durumunun çok kötü olmadığını, ablama ve muhammede moral vermemiz gerektiğini söylemiş. ümmühan da onun sayesinde biraz rahatlamış. şuayip abi de gittiğimizde bayağı kötüymüş, mehmet onunla konuşup iyi olacağını, korkmamasını söylemiş.
giderken ağlayıp duruyordum, görünce biraz rahatladım, iyi olacak dedim. ertesi günlerde ablam yemesine dikkat etti, elinden geleni yaptı ama muhammedin ateşi sürekli çıkıyor ve geceleri uyumadan geçiriyorlar. kemik iliği hala boş, bu yüzden de toparlayamıyor. yarın hücre transfüzyonu yapacaklarmış, çok sık kullanılmayan bir metod, komplikasyon riski yüksek.
yılbaşı akşamı uyumamak için çok direnmiş ama gece uyumadığı için akşam uyuya kalmış. ablam 12 den sonra onu uyandırdı ve beni aradı. canım benim yeni yılımı kutladı. ben de onunkini, 'nice güzel sağlıklı günlere' dedim. Allahım lütfen iyileşsin. onu çok seviyorum. çok küçük ve çok çekti. onu bizden alma. bizi bununla imtihan etme.
yeni yılın ilk 15. dakikasında telefonum çaldı ve hasta değildir herhalde derken hastaneye çağırıldım. ilk 1 saatimi orada geçirdim.mehmet iyi bir başlangıç yapmadın dedi. sonraa 2. günü sabah tekrar telefonla uyandım ve yine hastaneye gittim. gerçekten iyi bir başlangıç olmadı.
dün rahattım, orduya gezmeye gittik, hatta alışverii bile yaptım. bir ayakkabı ve de deri ceket aldım. ama bugün muhammedin kötü olduğunu öğrenince günüm ağlamakla geçti. arasıra buzdolabına gidip bakıyorum, 4 yaşlarında esranın düğününe geldiğinde capitolde palyaçoyla çekindiği resime, üsküdarda bir zamanlar olan otağ kafeye doğru ayşenur, o ve ben yürürken çekindiğimiz resime ve ümmühanın nişanındaki papyonlu, jöleli gülümseyen resmine bakıyorum da kendimi tutamıyorum. kanserden çok korkardı. daha önce yazmışmıydım bilmiyorum ama yeni tanı almış bir ailenin çocuğunun kan kanseri olduğunu duyunca 'annee! kadının çocuğu kansermiş' demiş. ablam da artık kanserin tedavi edilebilir olduğunu söylemiş.
canım yeğenim, ALlah şifanı verir İnşallah.
salı akşam kayınvalidem gelecek. onu havaalanından almadan hastaneye uğramayı düşünüyoruz, muhammedi görmek için. bu akşam telefon açtı ve beni teselli edecek şeyler söyledi, biliyorum imtihan ama, insan dayanamıyor ağlıyor işte.