Tuesday, June 26, 2007

4 Haziran 12:30

Uçaktayım. Samsuna gidiyorum. istanbuldaki hafta sonumu vakit geçirmeden yazayım dedim. Cuma günü mehmetle taksi ile havaalanına gittik. Orada ikimizin ortak arkadaşı ile karşılaştık. Eski hastanemizden arkadaşımız, onun da bu şehirde bulunma sebebi bizimkiyle aynı. Bir de hastanelerinden hemşire vardı, onlarla sohbet ettiğimiz için vakit çabuk geçti.

Mehmetle birlikte uçağa binişimiz sınırlı, her seferinde ya sallanır yada iniş sırasınd bir güçlük olur. Birlikte güzel bir yolculuk yapmadık. O yüzden de son zamanlarda uçak yolculuğundan biraz korkmaya başladım. Normalde 1 saat 40 dakika sürerken biz 1 saat 20 dakikada SGH’ına vardık. Servisle levente oradan da evimize gittik. Karnımız aç olduğu için ve evde de yiyecek olmadığı için abisine gidip bir şeyler yedik. Bu arada Mehmet biraz sitem etti ‘öldük mü kaldık mı kimse aramıyor’ diye. Ertesi gün evin yakınındaki simitçide kahvaltı edip, yürüyerek önce Yavuz Selim’e gittik. Haliçte uçak gösterisi vardı ve Mehmet buradan görüntünün çok daha iyi olacağını söylemişti ama bahçe hala tadilattaydı. Türbeyi ziyaret ettik. Aklıma Muhammet Emini Fatihin türbesine götürmem geldi. Zaten yol boyu onu düşündüm, aklımdan çıkmıyor. Yürüyerek haliçe indik. Kıyı şeridi tamamen doluydu. İnsanlar yanlarında meyve, yiyecek, içecek, çekirdek ne var ne yoksa getirmişler, sürekli yiyorlardı. Başlaması için bayağı bekledik. Başladığında da ben resim çekmeye çalıştım. Uçakları yakalaması biraz güç oldu ama yine de yakaladım. Çok fazla güneş vardı ve çeyrek finali seyredip ayrıldık. Gül camiine gittik. İçinde mozaikler bekliyordum ama öyle değildi. Diğer kilise camiiler gibi buranın da içi karanlıktı ama tavanı diğerlerinden daha yüksekti. Burada bir kabir varmış ve bunun kime ait olduğuna dair 3 rivayet varmış; 1. gül baba isimli bir şahsa, 2. bizansın son imparatoruna, 3. Hz İsanın havarilerinden birine.

Caminin isminin gül cami olması ile de ilgili 2 rivayet varmış; 1. gül baba’dan dolayı, 2. ise istanbulun fethinden bir gün önce Bizans halkı bu kilisede toplanmışlar ve dua etmişler, Fatih tarafından fethedilmemesi için. Ve kiliseye gelirken de çiçeklerle, güllerle gelmişler. Fetih gerçekleştikten sonra Osmanlı ordusu kiliseye girdiğinde burayı güllerle bezeli görünce buraya bu ismi vermişler. İstanbula gelirken güneş kremine bakmıştım ve gerekli olmaz diye düşünmüştüm ama yanılmışım, ikimizin de burnunun üstü kıpkırmızı oldu, ilaveten benim tombik yanaklarım da kızardı. Gül camii sonrası yürüyerek mehmetin abisine gittik. Biraz sohbet ve ayran içtikten sonra Mehmet habitata gitmek istediğimizi söyledi, sağolsun o da bizi kırmadı ve götürdü. Ben cevahir otel dediğim halde Mehmet alışveriş merkezi zannetmiş ve o yüzden de yol bayağı uzadı, trafiğe takıldık. Ama benim için gayet keyifliydi, çünkü yeni kapı tarafından gittik ve ben bol bol İstanbul manzarası seyrettim. Adressistanbul cevahir otelle aynı otoparkı kullanıyor. 1 saatliğine 8 milyon ödedik, halbuki çevrede park edecek bissürü yer vardı. Benim tahmin ettiğimden daha küçüktü (habitat). Ürünler de pahalıydı. Yanımda alışverişle ilgisi alakası olmayan 3 kişi olduğu için hiçbirşeye alıcı gözle bakamadım. Aslında ben bütün binayı gezmek istiyordum, Mehmet de gezseydin dedi ama ben istemedim. Peşimde kuyruk gibi 3 kişi, hiç zevkli değil. Çıkarken karteli gördüm. Tabii hemen o tarafa gittim. İstediğim sandalyelere ve abajura baktım. Oradan cevahire gittik. Girişteki büyük İngiliz mağazasında indirim olduğu için ordan kendime kırmızı süzgeç aldım. Genelde mehmetle cevahire gittiğimizde kumpir yeriz, yine

öyle yaptık. Buradaki kumpiri o pek beğenmiyor ben ise zaten yemiyorum. Akşam ağabeynin evine gittik. Mehmetin deyimiyle yenge hanım yemek hazırlamştı ama tok olduğumuz için yemedik. Çay ve yanında bizim getirdiğimiz kadayıfları yedik. Taşınma sırasında bize çok yardımcı olduğu için abiye aldığımız hediyeyi verdik. Gece evimize yatmaya gittik.

Ertesi sabah yani Pazar sabah geç kalktık. Mehmetin annesi, babası ve ablası ile konuştuk. Annesi birkaç gündür sürekli beni rüyasında görüyormuş, bayağı sıkıntılıymışım. Ben de ona muhhamedi söyledim, çok üzüldü. Kahvaltı için yürüyerek ağabeysne gittik. Fatih camiinin bahçesinden geçtik. Acayip kalabalıktı, kimisi banklarda oturmuş gazete okuyor, kimisi çimenlerde piknik yapıyordu. Kahvaltı sonrası bayağı sohbet edildi. Mehmet yeğeninin zoruyla satranç oynadı. Mehmete ‘ fatih camiine bari gidelim benim çok canım sıkıldı’ dedim. Biraz oturduk ve mehmetin sevdiği caminin önündeki iki meşe ağacına baktık. Fatihi ziyarete gittik. Bu kışdı galiba ablam Muhammed ve beyazıtla istanbula gelmişlerdi. Ablam beyazıtla camideyken ben de muhammedi Fatihi ziyarete götürmüştüm. Kapanmıştı ama rica edince sadece Muhammedi içeri aldılar. içeri girip hemen ayak ucunda diz çöküp duasını etmişti ve sonra da çıkmıştı. Gözümde o güzel manzara canlandı. Öyle sevimli gözüküyordu ki. Hiç aklımdan çıkmıyordu ama mehmeti de üzmemek için ona belli etmemeye çalıştım. Yoldan bizi abisi aldı, hep birlikte arnavutköye gittik. Deniz kenarında biraz yürüdük ve sonra da karşıdaki caminin bahçesindeki banka oturup çay içtik (çay bahçesi

dolu olduğu için) bir şeyler yedik ve manzarayı seyrettik. Buranın bizim için özel bir anlamı var.
mehmetin evlilik teklifini kabul ettiğim gün buraya yemeğe gelmiştik ve ben birkaç dakikalığına
onu beklerken bu bankta oturmuştum.


Monday, June 25, 2007

aqua park

Ya aslında böyle birkaç gün sonra yazınca her şeyi unutuyorum. Sabah geç kalktık. İki gündür üstümde acayip bir halsizlik var. kahvaltıyı iki kişi hazırlasak daha iyi olur diye düşündüm ama bu sadece bir düşünceydi. Adımız ev hanımı o yüzden her şeyi benim yapmam gerekiyor. Çalışmaya başlayınca nasıl olacak merak ediyorum. Diyorum ya gün geçince her şeyi unutuyorum diye, bu düşünce aklımdan Pazar günü geçmişti.
Cumartesi sabah ilk defa Mehmet uyurken, ben kalkıp hazırlandım ve bu sefer o beni uğurladıktan sonra aşağı havuza indim. Havuz kalabalıktı. Hoca ders vermeye değil, çalışayım diye çağırmış. Ben de yarım saat kadar bir o tarafa bir bu tarafa gidip durdum. Pazartesi sınavı olduğu için Salı günü gel dedi ve başka bir grupla beraber alacakmış beni. Halbuki ne güzel özel ders gibi tek başıma çalışıyordum. Yarım saat sonrası bissürü kadın ders almaya geldi ve ben de çıkıp tigrise gittim. Tigris spor salonunun hemen yanındaki belediyeye ait market. Buradan alışveriş ne derece mantıklı bilmem. Eve çıkıp kahvaltı hazırladım. Şu yukarda bahsettiğim halsizlik belirdi. Mehmet yüzmenin bana yaramadığı kanaatine vardı. Kahvaltı sonrası orada burada yatıp durdum. Kendimi zorla toparlayıp mehmetle dışarı çıktık. Mehmet pek istemese de yeni açılan karfıra gittik. Girişi çoluk çocuk doluydu. Portakal ağacı Hatice, bu tarafa geldiğinde tarihi doku yerine bol bol çocuk resmi çekmiş. Bence sadece dışardan gelince o çocuklar sevimli gelebilir. Burada yaşayınca , bu kadar çoğuyla birlikte olunca, sürekli dışarı çıktığında ayağının altında dolaştıklarında ve bir de onların gelecekteki potansiyel tehlikelerini düşününce insanın gözü korkuyor. Daha hiçbir yer açılmamış. Marketi açmışlar ve içerisi tüm şehir insanını barındırıyordu. Büyük göründüğü için biz de girip şöyle bir tur attık ama dışarı çıkışımız bile zor oldu. Oradan çıkıp eski karfıra gittik. İn cin top oynuyordu. Büyük bir keyifle market alışverişimizi yaptık. Mehmet çok fazla şey almamamı, birazını da yarına bırakmamı söyledi ama ben çoğunu aldım. Yemek yapmaya pek de niyetli olmadığımı sezdiğinden beni saç kavurma yemek üzere Dicle aquaparka götürdü. adamalar bir havuz yapmışlar ve adına da aquapark demişler. İlk gittiğimizde biraz güneşliydi, o yüzden de gölgelik yerlerde vakit geçirmeye çalıştık. Ben resimler çektim. Tam arkada tren yolu vardı ve ben de keşke şuradan tren geçse dedikten bir 5 dakika sonra tren geçti. Buraya benim tahta oturmam için geldik. Önce masada oturduk ama sonra gölgelik olunca yandaki tahta geçtik. Oturması gerçekten çok zevkliydi. Yan tarafımıza iki kadın iki adam oturdu. Aileye benzemiyorlardı. Mehmet onları dikizleyip durdu. Onların gülme sesi gelince pazarlıkta anlaştılar heralde dedi. Sonra sayfaya neler yazacağıma dair cümleler kurdu. Ben bayağı güldürdü. Yemeğimizi yedik, semaverde gelen çayımızı içtik. Hava çok da güzel esiyordu. Misafirimiz gelirse buraya getirme kararı aldık. Kalkmadan Mehmet resimlerimi çekti ve hava kararmak üzere olduğu için kalkmak zorunda kaldık.
Eve geldiğimizde tekrar çay ve meyve faslından sonra ışıkları söndürüp dondurmam gaymak’ı seyrettik. Biraz bel altı espriler ve küfürler vardı, çocukların seyretmesi için çok uygun olmayabilir ama bizim için çok eğlenceliydi, bayağı güldük (açık sahnesi yok). İkimizin de çok hoşuna gitti. Beraber gittiğimiz ilk film olan babile gideceğimizde yanlışlıkla bize bu filmin biletlerini vermişlerdi de sonra fark edip biletlerimizi değiştirmiştik. Sinemada da seyretsek çok da pişman olmazmışız. Bir de bu filmde hoşumuza giden cami imamı ve yaşlı amcanın nasihatleri oldu. Normalde türk filmlerinde cami hocalarını sakallı, gözü şaşı gibi, topallayan, sürekli çocuklara kızan ve muhakkak ki hocalığa yakışmayacak davranışlarda bulunan insan olarak gösterirler. Halbuki bu filmde camideki dersler çok eğlenceli ve faydalı gözüküyordu.
Pazar günü ise geç vakitte mega centera gittik. Mehmete pantolon ve deri terlik baktık ama ikisini de bulamadık. Her zamanki gibi ben burger o da kumpir yedik ve ufak çaptaki market alışverişinden sonra eve döndük. Akşam çay içerken ünyedeki evim için banyo paspası başaldım. Hem sıcak diye yakınıyorum hem de o ipleri örmeden duramıyorum. Mehmete sürekli ‘ rengi çok mu cırlak oldu, ne dersin?’ diye sorduğumda her seferinde ‘biraz daha ör, çok az örmüşsün’ dedi. Bu akşam mehmetin annesi, babası, ablası ve 2 yeğeni bizim devremülke yerleştiler. Bayağı beğenmişler. Ablamı ve çocukları düşündüm. Muhammed hasta olmasaydı onlar gideceklerdi. Çocukların sevinç çığlıklarını düşündüm. Üçü de ne kadar sevinirdi. Hele Beyazıt havuzu görünce herlde çıldırırdı. Suyu acayip seviyor. Annesi telefonda konuşurken banyoya gidip su dolu kovanın içine giriyormuş.
Gece geç yattım. Ve çok geç uyudum. Sürekli neleri götürmem gerektiğini ve gitmeden neler yapacağımı düşünüp durdum.
Resimleri yazıya yapıştırmaya çalıştım ama nedense olmadı.
Posted by Picasa
önceden her yer yemyeşildi şimdi ise sıcktan her yer sapsarı. sağ taraf bayağı yeşil. o tarafta tarlalar var, mehmetin dediğine göre motorla su çekip suluyorlarmış.


Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa
Posted by Picasa

Friday, June 22, 2007

kellik kampanyası

Sabah canım kahvaltı yapmak istemedi ve kendime şehriye çorbası pişirdim. 1 saatlik yüzme dersi o kadar yorucu geldi ki, hoca biraz daha devam etsene demesine rağmen ben pes ettim. Pazartesi sınavı varmış, o yüzden de hafta sonu da gideceğim. Cumaya kadr bana yüzmeyi öğretmek istiyor. Cuma İnşallah ankaraya devremülke gidiyoruz. 9 gün kalacağız.
Havuz sonrası o kadar yorgundum ki, kanepede saatler geçirdim. Uyuklama aşamasında Ayşegül aradı. 17 mayısta yeni evine taşındığı için arayamamış (doğum günüm), hb den muhammedin hastalığını duymuş, onunla ilgili biraz konuştuk. Zorla kalkıp evi sildim, hafta sonu yapamayacağım için. Mehmetle pazara gitmek istiyordum (hiç halim olmamasına rağmen) benim yerime o bahaneler buldu ve dışarı çıkmadık. Sıcaktan iştahım da yok, artık abur cubur yemiyorum, hatta canım hiçbir şey istemiyor. Bol bol soda içiyorum. Sıcak diyorum, aslında önceki günlere göre çok iyi, hafif esiyor (hatta mehmete göre serin) ama benim vücut ısım biraz düşük galiba, en ufak sıcak bile beni etkiliyor. Bu arada havuzdan geldikten sonra aynanın karşısında yeni aldığım rowenta döner başlıklı alet ile saçımı şekil vermek için 1 saat kadar uğraştım ama sadece şöyle bir bakıp her zamanki gibi topuz yaptım. bu sıcakta başka ne yapılabilir ki?
Bu birkaç gündür muhammedin saçları çok fazla dökülüyormuş (Meğer ilaç stoplandıktan sonra saçlar dökülüyormuş). Sıcaklar yüzünden de çok bunalmış ve saçlarını kestirmeye razı olmuş. Amcası bugün hastaneye berber getirmiş. Muhammed daha 3 numaraya vurdurmak istiyorum demeden adam başlamış sıfıra vurmaya (herhalde amcası tembihledi). Cep telefonu ile kafasının resmini çekip göstermişler ve kafasını beğenmiş. Sanırım babası ve amcası da saçlarını kazıtacaklarmış. Beyazıtı zaten ondan önce yaptırtmışlardı. Ben de dayılarına kellik kampanyasına katılıp katılmayacaklarını sordum ama bu işe pek de sıcak bakmadılar.

Wednesday, June 20, 2007

yüzme 2.gün

akşam ablamları aradım ve ikisinin de morali düzelmişti. yüzme dersini anlattım. ablam dedi ki 'muhammed de burada kuru yerde burnundan nefes verip duruyor' , bir taraftan da bana sesleniyor ' teyze onlar çok kolay ya!' . geçen yıl muhammed de devremülkte özel ders almış. sonra telefonu annesinden alıp dersite yaptıklarını anlatmaya başladı. annesine de ' teyzem ne şanslı ya, evlerinin altında havuz var' diyormuş. sonra bana annesi ile dinledikleri cd' yi dinletmek istedi ama başaramadı. 'teyze biliyor musun hani galatasaray lisesi var ya, onun önceden adı gül baba ..... imiş'. 'teyze sana sonra bunu dinletirim'. onun keyifli olması hepimizi mutlu ediyor. ablama kuvvetli olması gerektiğini, ona moral vermesi gerektiğini ve canı sıkılmasın diye elinden geleni yapmasını söyledim. ' zaten benim moral durumumdan çok etkileniyor. tek başına birşeyler yaparken hemen sıkılıyor. play stationı birlikte oynuyouz. birlikte dua ediyoruz, dah iyi oluyor' dedi. Allah kolaylık versin İnşallah.
bugün yüzme dersim güzel geçti. bol su yuttum. 7. günündeki 2 kadının hala havuzun bir başından diğerine gidmediğini görmek beni daha da gayretlendirdi ben İnşallah yapacağım. dün gece sol omuz eklemim çok ağrıdı, hala da ağrıyor.
hava bugün fena gözükmüyor. hafiften esiyor.
dün nalan ile konuştuk, erkek kardeşi sözlenmiş. bugün Şuayip abi ile konuştum, muhammed tedaviye yanıt veriyormuş, doktoru öyle demiş. dirençli değil demiş. söyledikleri bu kadarmış. İnşallah çok iyi yanıt verir.
sanırım ankaraya devremülke arabasız gideceğiz. o kadar yolu nasıl gideceğiz bakalım, biraz gözümde büyüyyor. şimdiden neler götüreceğimi düşünüyorum. mehmetin abisi ve eşi de gelecek. onlar otelde kalacaklar. mehmet biz de onlar gibi açık büfeden yiyelim diyor ama ben açık büfeyi istemiyorum. hem sıraya girmek istemiyorum, hem çok fazla yememem gerek, hem de bizim o paraya ihtiyacımız var. ben o parayla İnşallah güzel güzel eşyalar alacağım.

Tuesday, June 19, 2007

birlikte 1 yıl

Cumartesi kahvaltı sonrası evde biraz vakit geçirdik. Dışarıda hava o kadar sıcak ki Mehmet ikindide derecenin 42 yi gösterdiğini söyledi. Tabii ev de sıcak. Geç vakitte üniversitedeki çay bahçesine gittik. Mehmet satranç oynamak istedi ama taşları eksikmiş, ben de nasıl oynandığını hatırlamıyorum zaten. Zamanında neslihan öğretmişti, o gün oynamıştım daha da oynamadım. Tabii insan ortaokulda öğrendiğini şimdi hatırlamıyor. Tavlayı da ak dan öğrenmiştim. Okeyi taksimden arkadaşlarla gittiğim ağvada mehmetle birlikte öğrenmiştik. Mehmetle ben takım arkadaşı olmuştuk ve ben ondan daha iyi oynamıştım. Geçen yaz gittiğimiz çeşmede ise mehmetin ağabeylerinden pis yediliyi öğremiştim. Çok hoşuma gitmişti. Mehmet arada ‘benim karımın ruhunda kumarbazlık var ‘deyip benimle dalga geçmişti. Neyse bırakayım şimdi oyunları, yanımda götürdüğüm jujubenin gönderdiği ‘the secret dream world of a shopaholic’’i okumaya başladım. Onun sayesinde İngilizce kitap okumaya başladım.
Oradan kalkıp evin karşısındaki çamlıca pide salonunda kebap yedik ve markette alışveriş sonrası eve döndük. Akşam ben tv seyrettim Mehmet her zamanki gibi nette gazete okudu. Arada geçen yıl o gün neler yaşadığımızı düşündük. Saat 12 yi geçtiğinde mehmete aldığım hediyeyi verdim.
Giyindi ve resimlerini çektim. Sonra diğer hediye alternatiflerini anlattım. O bana almamış. Ayakkabı alacaktım ama sen gel de birlikte alalım diye düşündüm dedi. Kızıp kızmadığımı sordu, ‘tabii ki kızmadım dedim’. Mehmetle 1 yılımızı doldurduk.
Pazar günümüzü sabah uyanır uyanmaz şimdi ne yapıyorduk (fotoğrafçıdaydık ) diye düşünerek güne başladık. Günümüz öyle sıradan geçti ki normalde dışarı çıkıp gezdiğimiz halde bugün ne dışarı çıktık ne dışarıda yemek yedik. Geçende burada bomba patlamış. Mehmet daha önceden istihbarat alınmış zaten, biliyorduk dedi. güvenlik nedeniyle ve 1. Mehmet, arkadaşının düğünü için istanbula gittiği için benim Mehmet icapçı olduğu için dışarı çıkmadık. Dediğim gibi gün boyu neler yaptığımızı konuştuk. Ve akşam da yemek sırası ve sonrasında bu bir yılda neler yaşadığımızı, ne beklerken ne bulduğumuzu ve neden daha önceden evlenmediğimizi konuştuk. Benim için çok güzel bir gündü.
Ertesi gün annemi arayıp 1. yılımızı doldurduğumuzu söyledim. O da aynen bizim yaptığımız gibi yaptı ‘ geçen yıl bizim için ne güzel bir gündü, bugün ise ne sıkıntılı’ dedi. Sesinde sürekli üzüntüyü hissediyorum. Sanki daha da yaşlanmışlar gibi geliyor, annem de babam da.

14-15 haziran

Perşembe günü sabah erken kalktım. Beyazıt, Ayşenur, babam ve annemle kahvaltı yaptım. babam veda edip işe gitti, Ayşenur tv karşısına, annem ve Beyazıt ise bahçeye. Hazırlandım ve aşağıda herkesle vedalaşıp, zeynep’in arkamdan döktüğü 1 bardak su eşliğinde hastaneye doğru yola çıktım. Kahvaltıda fazla bir şey yemediğim için ablamın hazırladığı öğle yemeğini Muhammed yerine ben yedim. Biraz ilaçların verdiği iştahsızlık, biraz da mızmızlık yüzünden Muhammed yemek yemek istemedi. Halen de öyle, ne zaman arasam ablam ona yemek yedirmeye uğraşıyor.
Muhammed Cuma günü karnesini almaya okula 1 saatliğin gitmek için doktordan izin aldı ama biz arkadaşlarının vereceği tepkiden çekindiğimiz için çok da fazla gitmesini istemiyorduk. Ona maskesi ile gitmesi gerektiğini anlattım. ‘ yaaa takmak istemiyorum. Anne yaa ‘ vs dedi. Ona bizim o hasta olmasın diye maske taktığımızı, ama dışarıda çok fazla insan olduğu için hepsine maske taktıramayacağımızı ve bu sebeple de onun hastalık kapmaması için muhakkak maske takması gerektiğini anlattım. Onda bulaşıcı bir hastalık olmadığını, öyle olsa doktorların onu dışarı bırakmayacağını, maskeyi sadece kendisini koruması gerektiği için takması gerektiğini, insanların bilmedikleri için garip bakabileceklerini, o durumda kafasına takmaması gerektiğini anlattım. Akşam da amcası okula karne almaya gitmemesini söylemiş. Muhammed onu odadan kovmuş ve ağlamış. ‘anne ben sadece karnemi almaya gitmek istiyorum, ama siz anlattıklarınızla beni korkutuyorsunuz’ demiş. Ablam bunları söyleyince hatamı yaptım diye düşünüp çok üzüldüm. Konuşmalarım bununla bitmedi. Hastaneden çıkınca tedavisinin bitmeyeceğini, evde de tedaviye devam edileceğini, bazen hastaneye gelip tedavi olması gerektiğini ama bu tedaviden sonra tamamen iyileşeceğini ve kimsenin ona karışmadan koşup oynayacağını artık steroidlerini de kullanmayacağını söyledim. Sadece dinledi. O küçücük kafası neleri anladı bilmiyorum.
O gün asistanlardan biri gelip ablamla konuşmuş, siz de maske takarsanız o kendini daha iyi hisseder demiş. Ben de kaç kişi giderlerse hepsinin maske takmasının iyi fikir olacağını söyledim. En son böyle bir karar almıştık. Ama hiç gerek kalmadı çünkü ogün yapılan tetkiklerde muhammedin trombositleri 6000 gelmiş normalde 140 binle 440 bin arasında olması gerekiyor. Doktoru ayakkabısını giyerken bile kanama olabileceğini söylemiş. Bu değer o kadar düşük ki kendiliğinden beyinde yada vücudun başka bir yerinde kanama meydana gelebilir. Kemoterapatik ilaçlar olgunlaşmamış hücreleri tahrip etmesi gerekirken vucudun normal hücrelerin de zarar veriyor. Daha önce kan verilmişti hb’i çok düştüğü için o gün de acilen tombosit verilmiş. O gün Muhammed çok ağlamış, okula gidemeyeceği için. ‘ neden sanki bu tahlili daha önceden yapmamışlar’ diyormuş. Ertesi günü beni aradığında sesi çok neşeliydi. Öğretmeni karnesini getirmiş, hepsi beşmiş ve takdir almış. Daha önceden ‘teyze karnemi alınca ilk seni arayacağım’ dediği üzere beni aramış. Onun sesini böyle duymak öyle güzel ki!
2 saat kadar onların yanında kaldıktan sonra muhammedle birlikte 2 resim çekinip, öpmeden dışarıda ise gözlerim dolu dolu ablamla birbirimizi teselli ederek onlardan ayrıldım (daha çok da o beni teselli etti ‘ biz ne günler atlattık, bunları da atlatacağız İnşallah’ dedi. Haklı da). Önce berata sonra da hidayete uğradım. Arabayı orada bırakıp birlikte havaalanına gittik. Uçak sonrası metroyla eve gidip eşyaları bırakıp hemen taksi ile nişantaşına gittim. Randevuma zamanında gittim ama onlar beni bayağı beklettiler. Sinirlendim tabii ki zaten istanbulda sayılı saatim var. Sonra cevahire gittim. Yemekte bizim uzman neşe hanım ve kızı ile karşılaştık. Neşe hanım çok şaşırdı. Yemeği birlikte yedik, sohbet ettik. Servisten haberler verdi. Evini kiraya vermiş (eski eşi ile altlı üstlü otururuyorlardı, geçen yıl boşandılar) ve hisarüstüne taşınmış. Mehmeti ve daha ne kadar tatil yapacağımı, neden çalışmadığımı sordu. Bu sohbet de zamanımı aldı. Yemek sonrası hızlı bir tur attım. Mehmete feneriumdan 100. yıl forması baktım. Mehmet her hafta arkadaşlarıyla maça gidiyor ve biliyorum ki o bu kadar para verip de kendine forma almaz. Ben 2 taraflı formalardan almak istiyordum bir tarafında şu yeni gelen futbolcunun adı diğer tarafında ise mehmetin adı yazsın istiyordum. Meğer o formaları kumaşı özelmiş ve isim yazılsa bir yıkamada gidermiş. Daha sonra mehmete anlattığımda iyi ki almamışsın sırtımda elin adamının ismi ile gezmezdim dedi. Biraz daha dolaştım ama ‘W’ dan bir tişörtten başka bir alternatif bulamadım. O mağazada ayakkabı da baktım ama koyu kahvesi olmadığı için almadım. Mehmet haftasonu dışarı çıkarken ayakkabılarını alırken bana bir ayakkabı daha lazım dedi ve ben de ona ayakkabı alacağımı ama vazgeçtiğimi söyledim. Benim onun için bu kadar şey düşünmem hoşuna gitti.
Cevahirde kendime bir ayakkabı dahi bakamadan mehmetin dediği vakit dolduğu için apar topar eve gittim.
Cuma günü evi toparlayıp eminönüne gittim. Sınırlı saatte gezmek hiç eğlenceli değilmiş. Ne tarafa koşturacağımı şaşırdım. Yapmak istediğim bazı işler kaldı. önce sürekli gidip gelip baktığım yemek takımının resmini çektim ve adını bir kağıda yazdırdım (eğer kışın almak isteyince kalamazsa siparişle getirsinler diye) sarılgana gidip her zamanki gibi kepçelere baktım. Pasatacıda gördüğüm fermo ve nüansa gideyim dedim. Nüans meğer benim ilk kelepçeli kek kalımı aldığım yermiş. Hb ile de gitmiştik. Fermoyu ise bulamadım. Kuaför malzemeleri satan bir mağazadan bir şeyler aldım. Kürkçü hana gidip lif için makine orlonu aldım. Seyhan teyzeye gidip annemin yarım kalan banyo paspasının ipinden aldım ve kendime de turkuaz bir ip beğendim. İp az olduğu için yakın bir renkle ebruli yaptık. Nerde oturuyorsun vs diye konuşurken oturduğumuz şehirden biraz konuştuk.çok gelmiş buralara. Neden lojmanda oturmuyorsunuz diye sordu. Bizim lojman hakkımız yok, zaten olsa da beni kapısından içeri sokmazlar dedim. Tam ondan bekleneceği şekilde sadece benim duyabileceğim bir ses tonunda küfürler etti.
İpleri aldıktan sonra mehmete her zaman iç çamaşırı aldığım mağazayı birkaç arayı birkaç kez geçmekle zorla buldum. Meğer vitrini değiştirmişler ve binada da tadilat varmış. Eve gelince valizleri tekrar gözden geçirdim. Küçük bir koli hazırladım ve içine buzluktaki kurban etlerinden koydum. Et, kıyma, mehmetle birlikte yaptığımız kavurma, bulyonlar, antepten ablama gelen ve onunda bana verdiği acı biber salçası ve defne yapraklarım. Taksi ile zorla havaalanına inince gülsunla karşılaştım, ayak üstü sohbet ettik. Fazla bir şey sormadım çünkü kızlardan duyduğuma göre hayatını çocuklarına endekslemiş ve başka hiçbir şey yapmıyormuş. Eşi ankaraya gidecekmiş de onu yolcu etmeye gelmiş. Benden beklenmeyecek şekilde fazla konuşmadan içeri girdim çünkü o an aklımdaki tek şey yük sınırını geçip geçmeyeceğimdi. Yük sınırını geçmedim ama kolim elden gitti. Bilet işlemleri sırasında içinde ne olduğunu sordular (salak kafam diyorum) et var dedim. Nasıl dediler düşündüm nasıl desem diye ve donmuş dedim (ablama anlatınca ‘ nasıl tercih edersiniz diye sorsaydın ya’ dedi) alamazlarmış, yasakmış. Ya benim kimsem yok burada mı bırakayım dedim. Laf anlatamadım. Ben de işeri sokarım dedim. O da yasakmış. Kim engel olacak dedim? (bir kez daha salak kafam diyorum, bari içinden geçeni söyleme) alanda elimde 4 parça ile zorla hareket ettim ve tam alandan çıkacağım elinizdeki kolide ne var? Sizi uyarmışlar ama bırakmamışsınız vs geyikleri. Sinir oldum ki hem de ne sinir. O koliyi ne kadar taşıdığıma en çok yandım. Uçağa binidiğimde birisi bana bir laf desin de bütün sinirimi ondan çıkarayım dedim ama olmadı. Yanıma sesiz sakin genç bir çocuk oturdu. Yolculuk fena geçmedi. Orhan pamukun bir türlü bitiremediğim kitabını okudum. İndiğimde venüsü gördüm ve muhammede karın ağrısını unutturmak için yıldızları gösterdiğim akşam aklıma geldi. Sanırım ayşenurun mezuniyet töreninin olduğu akşamdı.
mehmeti aradım ve gelip beni aldı. O akşamdan, evde bir şey olmadığı için mehmetin aldığı hamburgeri yediğimi, tv seyrettiğimizi ve bir de hava çoook sıcak olduğu için bütün gece boyunca sağa sola döndüğümü hatırlıyorum.

yüzme dersi

omuzlarım ağrıyor. bugün yüzme dersine başladım. sabah erken kalktım ve kahvaltı sonrası aşağı indim. hoca malum sebepten havuza giremeyeceğini söyledi. ama bir avantajım vardı, benden başka kimse yoktu. İnşallah yarın ve diğer günler de öyle olur. hoca benim çok iyi olduğumu söyledi. daha önce ders aldın mı diye sordu. biraz su yuttum ama iyiydi. havuzun ortalarına gitmemi söylediği halde ben hala onun dibinden ayrılmıyorum. onun dediğine göre 2 günde öğrenirmişim. bakalım öyle mi olacak. eve geldiğimde büyük bir hevesl ablamı aradım. muhammedden kemik iliği almışlar ve tam uyumadan almışlar. ablam 1 saat ağladı dedi. 'ben uyumadan başladılar, herşeyi hissettim' diyormuş. moralim çok bozuldu. omuzlarımın ağrıdığını hissetmiyordum. bu telefon sonrası omuzlarım da ağrıdı, her bir yerim de ağrıdı (ne demekse).
biraz dinelnince önceki günleri de yazabilirim diye umut ediyorum.